“İstiklal Savaşı veren Türkiye’nin her karış
toprağı gazi, her vatanseveri kahramandır.”
(Hayati Tek)
Milli Mücadelenin başladığı günlerin üzerinden bir asır geçti. Türk tarihinin çok önemli bu dönemi, elbette pek çok anlamlı etkinliklerle elbette kutlanacaktır. Gazeteci-yazar Hayati Tek ise, doğduğu topraklarda; Torosların eteğinde geçen İstiklal mücadelesini ve akabinde milli irade mücadelesini ele alan romanı ile 100. Yıl münasebetiyle anlamlı, kalıcı bir eserle okurlarının karşısına çıkmıştır. Bu anlamlı eser, Kesit Yayınları arasında Nisan ayında çıktı. Şimdilik internet üzerinden temin edilebilen roman, büyükşehirlerde bazı kitabevlerinin raflarında yer almaya da başlamıştır.
Yazarın sosyal medya hesabından paylaştığı “İstiklal Savaşı veren Türkiye’nin her karış toprağı gazi, her vatanseveri kahramandır” sözü, romanın içeriği hakkında değil ama 2019 yılı için taşıdığı öneme dair önemli bir ipucu veriyor. Bilindiği gibi Gaziantep, Kahramanmaraş, Şanlıurfa gibi iller, Şereflikoçhisar gibi ilçeler ve pek çok il ve ilçeyi kapsayan İstiklal Yolu gibi güzergâhlar da, Milli Mücadele sürecinde gösterilen kahramanlık, cesaret ve fedakârlıklar dillere destandır. Milli Mücadele sonrası buralar haklı olarak, çeşitli adlar ile anılır oldular. Bununla birlikte yüz yıl önce bir ölüm-kalım mücadelesi veren milletimizin Batı Cephesi’ndeki muharebelerine ülkemizin dört bir yanından askerler gitmiş, Birinci Dünya Savaşı ve İstiklal Savaşı sürecinde yurdumuzun hemen her köşesinden şehit ve gaziler çıkmıştır. Yüz yıl önce kadını, erkeği, genci ve yaşlısıyla topyekûn, bir millet olarak savaş verdik. Bu açıdan bakıldığında yazarın kullandığı ifade gerçek zeminini buluyor.
Namus romanı, Yıldırım Orduları Komutanlığı görevini 7. Ordu Komutanı Gazi Mustafa Kemal Paşa’ya devretmeye hazırlanan, müttefikimiz Almanların generali ve Osmanlı Devleti Mareşali Liman Von Sanders’in, Türkiye’de geçirdiği yılların iç muhasebesiyle başlamaktadır. Roman, Milli Mücadelemizin tüm cephelerini ve yurdumuzun tamamını ele alan bir çalışma değil, sanırım işin sırrı da burada saklı. Genel tarih okumaları, genel bakışlar üzerinden yapıldığında, doğal olarak temas edilmeyen pek çok yerel olayın kahramanını unutuyoruz. Bu hususta bilenen kahramanları ise maalesef kısıtlı kaynaklardan öğrenebiliyoruz. Sütçü İmam, Şahinbey, Şerife Bacı, Kara Fatma, Nene Hatun, Kılavuz Hatice gibi kahramanlarımızın isimlerini biliyor ve destansı mücadelelerini de birkaç satır veya birkaç sayfayı geçmeyecek kaynaklardan okuyoruz.
Büyük zafer ateşine odun taşıyan destansı olayların, ele alınması çok önemlidir. Hayati Tek’in romanı tam da bu noktada bir tarih yazma ve öğretme metodu olarak karşımıza çıkıyor. Evet, tarihin ana caddesinin uzağına düştüğü için gölgede kalan yerel de olsa o bölgeler için büyük anlam ve önem taşıyan zaferlerin de destanının yazılması gerekiyor.
Romanın konusu Mersin’de, benim de bir dönem görev yapmaktan şeref duyduğum ve hemen hemen tüm köylerine gittiğim ve eli öpülesi yiğit insanların yaşadığı topraklarda geçiyor. Bir Milli Mücadele ve Milli İrade Destanı sloganıyla yayımlanan ‘Namus’ romanı iki bölümden oluşuyor. İlk bölümde, Mersin’deki Kuvayı Milliye teşkilatları konu ediliyor. Mersin’in Fransız işgali altındaki bölgesinde kurulan ilk Kuvayı Milliye müfrezesi olan Efrenk Müfrezesi ve bu müfreze sayesinde kurtarılan ve daha sonra adı “Arslanköy” olarak değiştirilen Efrenk köyünün kurtuluşu hikâyesini odağına alıyor. Bu köye ilk gittiğimde rakım 1453 tabelasını görünce tesadüfe bak! Diyerek duyduğum şaşkınlığımı köy kahvesinin önündeki ulu çınarın dibinde vatandaşlarla sohbet ederken dile getirmiştim. Köyün entelektüel bir yapısının olduğu sohbet esnasında hemen göze çarpıyordu. Sohbetteki yaşlı bir dede: “Müdür bey bizim köyün adı eskiden Efrenk’miş, İstiklal Savaşındaki mücadelemiz üzerine isim Arslanköy olarak değiştirilmiş. Bizim demokrasi mücadelemiz de, düşmanla mücadelemiz gibidir” diyerek o günleri gururla anlattığına şahit olmuştum.
Roman Mersin’deki, Kuvayı Milliye müfrezelerinin kimi zaman heyecan veren, kimi zaman merak uyandıran mücadelelerinin yanı sıra Fransız işgal birliği komutanı Guvernör Anfre’nin sömürge yönetim mantığını uygularken kullandığı incelik ve entrikaları gözden kaçırmıyor. Yokluk ve ölümün kol gezdiği bir dönemde sivil halkın muhatap olduğu dramlar ve özellikle Fransız askeri kıyafeti giymiş Ermeni çetelerinin bölgedeki mezalimi, okuru duygudan duyguya savuruyor. Yazarın başarılı bir gözlem ve anlatımla ele alınan olaylar, okuru adeta esir alarak “Acaba, bir sonraki bölümde ne olacak” merakı uyandıran bölümler, sürükleyici bir romanın ortaya çıkmasına sebep olmuş.
Özellikle Mersin’de kurulan gizli Kuvayı Milliye teşkilatının değme stratejistlere taş çıkartan hamleleri, İttihat ve Terakki yöntemlerini bugünlere ulaştıran detaylar ve Türk’ün özgürlük sevdası insanı bambaşka bir iklime sürüklüyor. Tabii bütün bunlar yapılırken, o yıllarda yurt genelinde başlattığımız istiklal yürüyüşümüze de atıflarda bulunuluyor. Amasya Tamimi, Erzurum ve Sivas kongrelerinin Mersin’e yansımaları da romanda kendine yer buluyor.
Mersinli olması avantajıyla da, uzun yıllarını bölgenin yerel tarih araştırmalarına ayıran yazarımız Hayati Tek; elde ettiği nadide bilgileri romanında okurlarına cömertçe sunmaktadır. Mersin’de bulunduğum yıllarda hiç duymadığım, herhangi bir kaynakta okumadığım bilgileri görünce şaşırdığımı rahatlıkla ifade edebilirim. Mesela şehir merkezinin nasıl kurulduğuna dair bugüne kadar hiç duymadığınız bilgileri romanda bulacaksınız. Örneğin antik çağda bile liman kenti olarak önemli bir konumdaki Mersin’in, asırlar süren sükûnetin ardından 1860’dan sonra nasıl hızla geliştiğini, bu gelişimde Amerikan iç savaşı faktörünü, pamuk ziraatının Çukurova ve Mersin’e neler kazandırdığını ilk kez bu roman sayesinde öğreneceksiniz. Tarsus Amerikan Koleji’nin ilginç kuruluş hikâyesi ve pek çok yeni bilgi var romanda. Ancak onları, Namus okurlarının keşfetmesi için burada paylaşmıyorum.
Namus’un ikinci bölümünde, demokrasiye geçiş sancıları çeken Türkiye’nin ‘açık rey gizli tasnif’ yöntemiyle yapılan 1946 milletvekili ve 1947 muhtarlık seçimleri sırasında yaşadığı olay ve dramlar ön plana çıkıyor. Romana adını veren ‘namus’ sözü de bu bölümde anlamını buluyor. Son yıllarda her seçim öncesinde antidemokratik uygulamalara dikkat çekmek isteyen günümüz siyasetçilerinin sıklıkla kullandıkları Arslanköy demokrasi faciası, romanın ikinci bölümünün ana fikrini oluşturuyor. Türk demokrasi tarihinin bir kesiti olan, ülke gündemini uzun süre meşgul eden, dünya basınına bile konu olan Arslanköy hadisesi, kendi hür iradesini namusu kadar önemseyen bir milletin mukaddes değerleri uğruna neler göze alabileceğini de gözler önüne seriyor.
Sırf kullandıkları oyun gözleri önünde sayılmasını istedikleri ve oy sandıklarını teslim etmemek için güvenlik güçlerine mukavemet ettikleri gerekçesiyle devlete isyan suçuyla yargılanan kırk yedisi tutuklu doksan iki sanığın yaşadığı aylar süren dramı ayrıntılarıyla ele alınıyor. 1947 yılı şartlarında güvenlik gerekçesiyle Konya’ya alınan davada yargılanmak üzere bu şehre yük treni ile götürülen insanların yaşadıkları filmlere konu olacak cinsten. Aralarında hamilelerin ve yaşlıların da bulunduğu sanıkların yaşadıklarını anlatan satırlar, kimi zaman okura duygu dolu anlar yaşatıyor. Tren yolculuğu sırasında çocuğunu düşüren bir annenin feryadı, saatler sonra bile kulaklarınızda çınlıyor. Yolda kalp sektesinden vefat eden yaşlı bir Demokratın mücadelesi parmak ısırtıyor.
Valilerin aynı zamanda parti il Başkanı olduğu 1940’lı yılların bürokrasi hayatına dair önemli tespitlerin de yer aldığı romanın özellikle Mersin Valisi Tevfik Sırrı Gür ile ilgili bölümlerini o yılların gerçeklerini göz önünde bulundurarak okumak gerekiyor. Dönemin kudretli ve meşhur valisi Gür’ün yönetim anlayış ve tekniği hem olumlu hem de olumsuz örneklerle hemen dikkat çekiyor.
Yazar Hayati Tek, Mersinli olmanın avantajını romanında yer alan mekanların tasvirlerde ustalıkla kullanmış. Satırlar arasında gezinirken kendinizi sanki anlatılan mekânlarda hissediyorsunuz. Tabii roman hep sıkıntılar, çaresizlikler, acılar ve gözyaşlarından oluşmuyor. Kimi zaman minik bir tebessüm beliriyor dudaklarınızda, kimi zaman da yazarın o güzel betimlemesi ile Torosların o muhteşem güzelliklerinde kayboluyorsunuz. Mersin’in yerel tarihi açısından da, önemle tarihteki yerini alacağına inandığım eseri okumanızı tavsiye ederken, satırlarıma Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün şu sözleriyle son veriyorum:
“Arkadaşlar! Gidip, Toros Dağları'na bakınız, eğer orada bir tek Yörük çadırı görürseniz ve o çadırda bir duman tütüyorsa, şunu çok iyi biliniz ki bu dünyada hiçbir güç ve kuvvet asla bizi yenemez.”
(*) Yazarımız Kadir Çimen’in, 108 yıldır yayın hayatını sürdüren Türk Yurdu Dergisi’nin 382. Sayısının -Haziran’2019- 84 ve 85. Sayfalarında yer alan yazısıdır.