19 Mayıs 1919 Pazartesi sabahı Samsun’da…

Abone Ol

19 Mayıs 1919 Pazartesi sabahı Samsun’da…

Dr. İbrahim Refik (Saydam)

“O günleri görmeyenler, İstiklal Savaşı’nın kolaylıkla kazanıldığını zannederler. Halbuki İstiklal Savaşı’nda bir taraftan düşmanla, bir taraftan da iç (görünmeyen) düşmanlarla uğraştık.” *

Türk’ün batı coğrafyasında tutunmak için başlattığı destansı mücadelenin, 101. yılını, Covid-19 adı verilen ve son derece kolay bulaşıcı virüs salgınının tehdidi altında yaşıyoruz. Bir asır önce emperyalist devletlerin saldırısı altında bin bir zahmetle kurulan Gazi Meclis’in, 100. yılını geçen ay görünmeyen düşmanın etkisi ile doyasıya kutlayamamıştık. İçinde yaşadığımız günler gösterdi ki, küresel kaotik ortam da her devlet, ilk önce can diyerek kendi insanını düşünmüştür. Elli beş adet solunum cihazının ithalatı için bile diplomatik kriz ortaya çıkmıştır. Koca koca devletler tıbbi cihazlar veya adına maske denilen bir bez parçası için bile birbirlerine nota gönderir olmuştur. İnsana saygı gibi evrensel ilkelerin adı duyulmamış, uluslararası dev bütçeli yardım kuruluşları ortalarda gözükmemiştir. Milli devletlerin önemi böyle bir ortamda önemi bir kez daha ortaya çıkmıştır. Kendi doktorumuz, kendi kolonyamız, kendi bez parçamız, bazılarının burun kıvırıp beğenmediği Arçelik gibi Türk şirketlerine ait fabrikalarımız ile nitelikli iş gücümüzün önemini şimdiler de kavrar olduk. Bunun yanında geçmişte sattığımız Sümerbank gibi pek çok fabrikaya da hayıflandık. Sonuçta bu işten birlik ve beraberlik olmadan kurtulamayacağımızı idrak edip, millet olarak yüzyıl önce olduğu gibi kenetlenmeyi başarabilecek miyiz? 

Virüs belası sonrası nasıl bir ortamda yaşayacağımız, ne gibi riskler ve gelişmelerle karşılaşacağımız bu günlerde en çok tartışılan konular arasındadır. Bu tartışmaları çok basite indirgeyecek olursak birbiriyle çelişen başlıca iki görüş ön plana çıkmaktadır. Bu iki zıt görüş, en basit ifadesiyle, “Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” veya “Hiçbir şey değişmeyecek” şeklindedir. Hayat bu beladan sonra nasıl devam ederse etsin, ders alması gerekenler ülkeyi yönetenler yani devlet adamları olmalıdır. Çünkü birey özgürlüğüne düşkündür ve kurallara uymaz, onu vatandaş rolüne büründürecek devletin gücüdür. Özetle devlet, sağlık, tarım, askeri, eğitim gibi stratejik alanlarda layıkıyla yönetildiğinde, Türk milleti için asla beka problemi yaşanmayacaktır. 

Covid 19 sayesinde eskilerin yaptığı, son yıllarda unutulan ve genç neslinde hiç bilmediği pek çok alışkanlığın, aslında yaşadıkları günlerin - savaş, kıtlık, salgın hastalıklar gibi- şartlarından doğarak zamanla adet haline geldiğini anladık. Unutulan kolonya bile, içindeki alkol ile hepimizi “uyandırarak” maziyi hatırlattı. İnsanın sosyal bir varlık olduğunu, bireyin tek başına sağlıklı olmasının yeterli olmadığını, çevresinin de mutlaka temiz olması gerektiğini, dolayısıyla toplum sağlığını yeniden hatırladık. Küçükken okullarda devletin zorla aşı yaptığı, babalarımızın cebinde mutlaka kumaş mendille dolaştığı günleri; adeta unuttuğumuz koruyucu hekimlik tedbirlerini ve sağlık yasaları çıkaran devlet adamı Dr. Refik Saydam’ı yâd ettik. 

Osmanlının son döneminde kaht-ı rical** ortamında adeta bir kardelen çiçeği gibi yetişen, Dr. İbrahim Refik Bey’in hayatına baktığımızda devlet adamı sıfatlarını çokça görmekteyiz. Cumhuriyet’in ilk sağlık bakanı olan ve icraatları ile ne zaman sağlık ve aşı konusu gündeme gelse, adı rahmetle yâd edilen Dr. İbrahim Refik Saydam’ı bu zor günlerde bir kez daha hatırlayalım...

Arkeolog Franz Toula'nın fotoğraf makinasından Marmara Denizi'nde seyahat eden Bandırma vapuru*** (Yıl: 1895) 

Mustafa Kemal (Atatürk) 19 Mayıs 1919 Pazartesi sabahı saat altıda Dokuzuncu (Sonra üç) Ordu Komutanlığı Müfettişi olarak Samsun’a çıktığı zaman, yanında on sekiz subay bulunuyordu. Bunlardan birisi de Çankırı ilinin Çerkeş ilçesine bağlı Karacaviran nahiyesi (Kurşunlu İlçe olmadan önce, 1882 yılında Çerkeş İlçesine, 1912 yılında Ilgaz İlçesine bağlı nahiyeydi.) Dolap Köyü’nden, Uzunömerlioğlu Abdurrahman Ağa’nın yine Hayriye tüccarlarından Kemahlı Hacı İbrahim Efendi’nin küçük kızı Fatma Nefise Hanım’ın büyük kızı Fatma Zehra Hanım’ın oğlu, Tabip Binbaşı İbrahim Refik (Saydam) Bey’dir.

Atatürk’le Samsun’a çıkan Tabip Binbaşı Refik Saydam Bey, daha sonraki yıllarda gemide bulunanlardan TBMM’ne milletvekili olarak giren 10 kişiden biri olmuştur. Sağlık Bakanlığı ve Başbakanlık vazifeleriyle Dr. Refik Saydam, bu Milli Mücadele arkadaşlarından, devlet hizmetlerinde en yüksek mevkie ve mertebeye ulaşmış olanıdır(1).

İbrahim Refik Bey, mahalle mektebinden sonra 1892 yılında Fatih Askeri Rüştiyesi’ne girmiş, Çengelköy’ündeki Askeri Tıbbiye İdadidisi’ne geçmiş ve 1906’da Tabip Yüzbaşı rütbesiyle Askeri Tıbbiye’den 1225 diploma numarası ile mezun olmuştur. Aynı yıl Gülhane Seririyâtı’nda staja başlamış, 22 Temmuz 1907’de kura ile 3. Ordu’ya tayin edilmişse de, 7 Ağustos’da daha bir yıl süreyle histoloji ve ambriyoloji bölümünde çalışmak üzere Gülhane’de bırakılmıştır. 23 Mayıs 1909 tarihinde Maltepe Hastanesi’ne tayin edilmiştir. Bu sırada Fransa’ya gidecek doktorlar için açılan sınavı kazanmış ancak Harbiye Nazırı Mahmut Şevket Paşa’nın emri üzerine Almanya’ya gönderilmiştir. 4 Ağustos 1909’da 11 doktor, üçer eczacı, kimyager ve veteriner subayla beraber Almanya’ya gitmiştir. Orada önce Berlin Askerî Tıp Akademisi’nde kurs görmüş, sonra Brandenburg’da Altıncı zırhlı Süvari Alayı’nda staj yapmış ve Süvari Alayı ile iki sonbahar kolordu manevrasına; Danzig’de askeri sahra sıhhiye tesisleri formasyonlarına, Spandav’da sahra nakliye kurslarına Alman ordusu sıhhiye subayı gibi katılmış, sonra Berlin’e dönerek Şarite’de yüksek tekâmül eğitiminde bulunmuştur.

Erzurum'da çekilen tarihi fotoğrafın yıllar sonra Mustafa Delioğlu tarafından çizimi. 

Balkan Harbi çıkınca vatan mücadelesine katılmak için 26 Eylül 1912’de İstanbul’a dönmüştür. Değişik illerde ve cephelerde görev yapmıştır. Cihan Harbi sürerken binbaşı olarak cephelerde tetkik ve teftiş görevlerinde bulunmuş, salgın hastalıklarla mücadele için Ordu Bakteriyoloji Enstitüsünü kurmuştur. Dr. Binbaşı Refik Bey, 5 Mayıs 1919 tarihinde 9. Orduyu Hümayun Kıta Müfettişliği’ne tayin olunarak Sıhhiye Müfettiş Muavini olarak 19 Mayıs Mustafa Kemal Paşa’nın maiyetinde Samsun’a çıkmıştır. Müfettişlik karargahı ile Samsun, Havza, Amasya ve Sivas üzerinden Erzurum’a gelen Dr. Binbaşı Refik Bey, Mustafa Kemal Paşa’nın askerlikten istifa etmesi üzerine, Dr. Refik Bey’de ordu ve askerlikle münasebetlerini keserek Milli Mücadele yolunda göreve devam etmiştir(2).

Çankırı milletvekili TBMM Başkanı Abdülhalik Renda ve Çankırı kökenli Başbakan Dr. Refik Saydam (Foto: M.Abdülhalik Renda Günlükler s. 768)

Cumhuriyetin ilk bütçesini hazırlayan, Maliye Bakanı Mustafa Abdülhalik Renda ile Dr. Refik Saydam, Cumhuriyetin kuruluşundan itibaren yirmi yıl süreyle değişik görevlerde adeta iç içe görev yapmışlardır. Bu görevleri esnasında pek çok kez birbirlerinin görevlerine vekâleten baktıklarını, biri sağlık diğeri maliye bakanı olmak üzere devleti inşa ettiklerini bilmekteyiz. Mustafa Abdülhalik Renda, hemşerisi Dr. Refik Saydam'dan hatıratında on ve günlüklerinde ise yetmiş sekiz defa bahsetmektedir. Bunlardan birkaçına göz atarsak... 

Beraber yaptıkları yurt içi gezilerinden birini Mustafa Abdülhalik Bey hatıratında şöyle aktarır. “24 Temmuz 1924 günü Bayındırlık Bakanı Süleyman Sırrı, Sağlık Bakanı ve şimendifer inşaat müdürü İzzet Arukan Beyler beraber, dekovil ile İzzetin köyüne gitmek için yola çıktık. Yapılan işleri tetkik ettik. Tüneller Yenice ve Yahşihan’a kadar geniş hattın işlemesini temin edecekti. Dönerken İzzet Bey’e sordum.

- Biz bu şimendiferi yapıyoruz. Siz Hicaz hattında çalışmış bir arkadaşsınız. Biz bu şimendiferi daha ileri götüremez miyiz?

Menfi cevap alınca ‘Neden’ diye sordum. ‘Para’ Cevabını verdi.

- Başka hiçbir sebep yok mu? Dedim.

- Hayır! Dedi.

Bu iş için ne kadar para lazım olur diye sorunca:

- Daima kasada ihtiyat olarak bir milyon lira bulunmasını ve ayrıca hakedişlerin ödenmesi için Maliye’nin müşkülat göstermeden ödeme de bulunmasını isterim. Dedi.

- O halde yarın Bakanlığa uğrayınız. Dediklerini fazlasıyla yapacağım dedim. Fakat işlemler başlayana kadar kimse inanmamıştı.”

Soldan sağa: Dr. Refik Saydam, Recep Peker ve Mustafa Abdülhalik Renda 

Irmak - Filyos hattı yapılacaktır. İsveç-Danimarka grubu Nydquist Holm (NOHAB) şirketi ile anlaşılmıştır. 8 Eylül 1927 günü İsveç ve Danimarka’ya incelemelerde bulunmak üzere yola çıkmadan bir gün önce Dr. Refik Saydam’la görüşme yaptığını, bir emirleri olursa telgrafla bildirileceği hususu,

Sağlık Bakanı Dr. Refik Bey’in, Türkiye Cumhuriyeti’nin ikinci Bayındırlık Bakanı Süleyman Bey’in sağlık durumunun iyi olmadığını, kurtulmasının ise şüpheli olduğunu, vefatından iki gün önce söylediği hususunu; Dr. Refik Bey’le, beraber özel yemekler yediğini, briç oynadığını, sürekli birbirlerine vekâlet ettiklerini, 2 Mart 1928 günü Dr. Refik Bey’in evinde iftar açtığı gibi hususları günlüklerinden anlıyoruz. Her ikisinin de birbirlerine itimat ettikleri ilişkilerinden rahatlıkla anlaşılmaktadır.

Sol başta iki Çankırılı, Başbakan Dr. Refik Saydam ve TBMM Başkanı Mustafa Abdülhalik Renda  

Mazhar Müfit Kansu ise, hatıratında “Refik Bey, briç oyununu çok severdi. Oyun esnasında Refik kadar sinirlenen, hırçınlaşan kimseye pek nadir rastlanır. Arkadaşlar onun bu halini bildikleri için ekseriya oyun esnasında kendisini kızdırır, sinirlendiririr ve ters ters söyletir, sonra da kahkalarla gülerlerdi. Hele hastalandığımız zaman çok kızar, perhize riâyet etmediğimizi söyler, sinirli sinirli:

- Efendim, ilaç buna ne kâr etsin, pis-boğazlıkta devam ediyorsunuz, abur cubur yiyorsunuz.!..

Derdi. Bununla beraber, çok şakacı, nev’i şahsına münhasır orijinal konuşmaları ve nükteleri olan bir kişiydi. Çok arkadaş canlısı ve vefakârdı. En çok kızdığı kimseler hakkında da:

- Yatırmalı, kırk sopa vurmalı… derdi(3).”

Milli Mücadelenin başlangıcından sonuna kadar geceli - gündüzlü Mustafa Kemal Paşa’nın yanında olan Dr. Refik Saydam için Kansu aynı hatıratında “Tam dalacağımız ve birazcık uyku kestireceğimiz bir sırada Paşa:

- Muzaffer, Muzaffer!

Diye seslendi. Muzaffer hemen Paşa’nın yanına gitti. Biraz sonra gelerek:

- Paşa biraz rahatsız. Ateşi var. Ne yapalım? Dedi. Hemen doktor Refik Bey’i çağırtmak için bir adam saldım. Paşanın yanına gittim. Mustafa Kemal Paşa:

- Refik Bey’i rahatsız etmeyin. Doktorluk bir şeyim yok.

Diyordu. Buna rağmen, Refik Bey’i getirdik. Muayenesini yaptı.

- Ateş 37,5. Bir şey değil. Biraz üşütmüş. Diyerek, iki aspirin verdi, sıcak çay içirdi.

- Geçmiş olsun Paşam… Sabaha arslan gibi olursun. Diyerek gitti. Giderken de kulağıma fısladı:

- Paşa’nın üzerine biraz kalın bir şeyler örtün ve terletmeye gayret edin(4).”

Dr. İbrahim Refik Saydam TBMM’ne milletvekili seçilmiş, 10 Mart 1921 tarihinde de Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanı olan Dr. Refik Bey, kısa aralıklarla beş defa büyük başarı ile bakanlık vazifelerinde bulunmuştur. İkinci dönemden ölümüne kadar İstanbul milletvekili seçilen Dr. Refik Saydam, 1931-1938 yılları arasında Sağlık Bakanı iken, pek çok bakanlıklara ve Başbakana vekâlet etmiştir. Atatürk’ün ölümü üzerine Celâl Bayar kabinesinde 11 Kasım 1938’den 25 Aralık 1939’a kadar iki buçuk ay İçişleri Bakanlığı ile Cumhuriyet Halk Fırkası Genel Sekreterliği görevlerinde bulunmuştur. 25 Ocak 1939’da Başbakanlık görevine getirilmiştir.

1939 ve 1942 yıllarında iki Çankırılı Mustafa Abdülhalik Renda TBMM Başkanı, Dr. İbrahim Refik Saydam’da Başbakan olarak ülkeye büyük hizmet yapmışlardır. Savaşa girmemesine rağmen tam bir seferberlik halinde bulunan ve o dönemde çıkarılan Milli Korunma Kanunu’nun üretici ve piyasalarda yarattığı olumsuz etkiler, günümüzde dahi siyasi malzeme olarak kullanılmaya devam edilmektedir. İkinci Dünya Savaşı sebebiyle Türkiye’nin karşılaştığı iç ve dış problemlerin çözümü Dr. Refik Saydam’ın Başbakanlığı dönemine rastlamıştır. “Devlet teşkilatı A’dan Z’ye kadar bozuktur, düzeltmek ister” diyerek büyük bir gerçeği bütün çıplaklığı ile ifade etmiş olan Dr. Refik Saydam’ın ömrü yetseydi, Ankara’ya dönüşünde devlet idaresinde köklü bir değişiklik yapmaya kararlı olduğu biliniyordu(5).

Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün soy ismini verdiği büyük devlet adamı için “Ben ona niçin Saydam dedim? O, İçi - dışı bir, tertemiz bir insan pırlantasıdır da ondan(6).” dediği Başbakan Dr. İbrahim Refik Saydam, iaşe durumunu düzeltmek ve düzenlemek için 6 Temmuz 1942’de İstanbul’a gider. İstanbul’da Perapalas Oteli’nde 7/8 gecesi bir fenalık geçirmiş ve Türkiye Cumhuriyeti’nin görevi başında vefat eden ilk başbakanı olmuştur.

Dr. Refik Saydam vefat ettiğinde, TBMM Başkanı olan Mustafa Abdülhalik Renda hemşerisinin ölümünü ve cenaze defnini günlüklerinde şöyle anlatmaktadır. 8 Temmuz 1942, Çarşamba günü, “Ankara Riyaseticumhur köşkünden aradılar. Dr. Refik Saydam gece yarısından sonra Pera Palas’ta hunnak-i sadir (kalp sektesinden) ölmüş. Çok müteessir oldum. Allah ona mağfiret ve millete de huzur ve saadet versin , âmin.” 10 Temmuz 1942, Cuma günü, “Sabah 9’da istasyonda merhumun cenazesini karşıladık. Başvekâlete götürdük. 10’da cenaze alayına başladık. Reisicumhur da teşrif buyurdular. Sıhhiye Vekâletine kadar yürüdük. Merasim orada bitti. Ben mezarlığa da gittim ve son vazifemi yaptım. Allah gani gani rahmet etsin.” 1945 yılında ev yaptırırken oturacak yer bulamayan Renda, Dr. Refik Saydam'ın Kızılay’a bağışladığı evde bir yıl süreyle oturduğunu ve 1946 yılında da yeni evine taşındığını ayrıca her yıl 8 Temmuz günü hemşerisinin mezarına düzenli olarak gittiğini günlüklerinden öğrenmekteyiz.

Uzun yıllar Kızılay Genel Başkanlığı yapmış olan Dr. Refik Saydam hayatında hiç evlenmemiştir. Öldüğü zaman bütün serveti, mülkünün ailesi tarafından kendisine miras bırakılan İstinye’de bir yalı, Ankara’da Atatürk tarafından hediye olunmuş bir evden ibaret bulunduğu anlaşılmıştır. Ölümünden sonra İstinye’deki yalıyı Darüşşafaka’ya, Ankara’da bulunan evini de Kızılay’a bağışlamış olduğu, bunların ferağ işlemlerinin çoktan yaptırdığı ortaya çıkmıştı. Darüşşafaka’nın o sıradaki müdürü bulunan Hasan Fehmi Bey, şu hususu da açıklıyordu: “Bir sene evvel bu yalıyı bağışladı. O zaman merhum bağış yaptığının hiçbir yerde yazılmamasını arzu etmiştir(7).”

Dr. Refik Saydam’ın sağlık alanındaki hizmetlerine ve kurduğu sağlık kuruluşlarının faaliyetlerine baktığımızda şunları görüyoruz. 1914’te atandığı Sahra Genel Sağlık Müfettişliği sırasında Bakteriyoloji Enstitüsünü örgütleyerek tifo, dizanteri, veba ve kolera aşılarının tetanos ve dizanteri serumlarının burada üretilmesini ve Cihan Harbi boyunca ordu ihtiyacının karşılanmasını sağladı. Tifüse karşı hazırladığı aşı tıp literatürüne geçti ve bu aşı Cihan Harbi’nde Alman ordusunda ve Milli Mücadelede Türk ordularında kullanıldı. Hazırlattığı sağlık planı ve programı gereğince, sağlık teşkilatını genişletmiş; 1942’de Ankara, Erzurum, Diyarbakır ve Sivas olmak üzere yurdun değişik bölgelerinde Memleket Hastaneleri, Doğum ve Çocuk Bakımevleri, Verem Sanatoryumları, Dispanserler, Sağlık Yurtları kurdurmuş; Sıtma, Frengi ve Trahumla Mücadelenin bütün imkânlarını hazırlatmış ve bu mücadeleleri başlatmıştır. Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı onun eseri olmuştur. Ankara’da bir Türkiye Cumhuriyeti Merkez Hıfzıssıhha Müessesi kurdurmuş ve “Hıfzısıhha Okulu” açtırmış, bulaşıcı hastalıklara karşı korunma sağlayan çeşitli aşıların yurdumuzda yapılabilmesini başarmıştır. Dr. Refik Saydam’ın çabası ile 1928 yılında 1767 numaralı kanunla “Hıfzısıhha Enstitüsü” kurulmuş ve ölümünün ardından ‘Refik Saydam Hıfzıssıhha Merkezi Başkanlığı' adı verilmiştir. Hıfzısıhha Enstitüsü, dünya ölçüsünde üstün ve başarılı bir ilim ve sağlık merkezi haline getirilmiştir ki, yalnız bu hizmeti bile Refik Saydam’ın aziz hatırasını ebediyen yaşatmaya yeterlidir(8).

Refik Saydam Hıfzıssıhha Merkezi faaliyet gösterdiği dönemlerde şu önemli faaliyetlerde bulunmuştur. 1931’de ağız yoluyla uygulanan BCG Aşısı üretildi. 1932’de serum üretiminin ülke ihtiyacını karşılayacak düzeye gelmesi sonucu, dışarıdan serum ithali durduruldu. 1933’te Simple Metodu ile kuduz aşısı üretildi. 1934’de İstanbul Aşıhanesi enstitü bünyesine nakledildi ve çiçek aşısı üretimi ülke ihtiyacını karşılayacak düzeye geldi. 1942’de Tifüs aşısı ve akrep serumu üretildi. 1948’de Boğmaca aşısı üretildi. İnfluenza virüsü, New-Castle virüsü ve tavuk vebası üzerine araştırmalara başlandı. 1950’de İnfluenza Laboratuarı, Dünya Sağlık Örgütü tarafından Uluslararası Bölgesel İnfluenza Merkezi olarak tanındı, influenza aşısı üretildi. 1958’de Frenginin modern yöntemlerle teşhisi sağlandı. 1965’de Kuru çiçek aşısı üretildi. 1970’de Fibrinojen, albumin ve gamma globulin üretildi. 1983’de Kuru BCG aşısı üretildi. 1987’de AIDS Araştırma ve Doğrulama Merkezi açıldı. 1992’de Kan ürünlerinin viral inaktivasyonu sağlandı.

Bu merkezin ismi ise 2012 yılında anlaşılamayan bir sebeple ‘Türkiye Halk Sağlığı Kurumu’ olarak değiştirilmiştir. Ankara Keçiören’de ise, bir cadde Refik Saydam adını taşımaktadır. Türkiye Cumhuriyeti’nin dördüncü Başbakanı hemşerimiz Dr. İbrahim Refik Saydam, görevde iken yaşıtı Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün vefatından dört yıl sonra, 8 Temmuz 1942 Çarşamba günü, hayata gözlerini yumdu. Bu yönüyle de görevinde iken vefat eden ilk ve tek başbakan olmuştur. Mezarı, Cebeci Asri Mezarlığı iki numaralı kapıdan girdiğinizde, ‘bakımsız’ bir halde ziyaretçilerini beklemektedir.

Başkentte bulunan Cebeci Asri Mezarlığına uğradığınız da, bir dönem biri Başbakan, diğeri Meclis Başkanı; uzunca bir süre de beraber bakanlık görevlerinde bulunmuş iki Çankırılının mezarını aynı anda ziyaret edebilirsiniz. Mezarlığa her uğrayışımda, kabirlerini ziyareti ihmal etmediğim, Mustafa Abdülhalik Renda'ya ve Dr. Refik Saydam’a sonsuz minnettarlıkla derken, yine Renda’nın günlüğünden bir satırla yazımıza son verelim.

10 Kasım 1950, Cuma günü Rahmetli Atatürk’ün 12’nci yıldönümü. Sabah namazında bir Yasin-i Şerif okudum. Saydam’ı da beraber katarak ruhlarına ihda eyledim.”

Ruhları şad, mekanları cennet olsun!..

Kaynakça

  1. Atatürk’le Samsun’a Çıkanlar IV Dr. Refik Saydam, Dr. Fethi Tevetoğlu.
  2. Kadir Çimen, İki Fotograf Arasında Bir Kurşunlulu, Dr. İbrahim Refik (Saydam) Bey https://www.cankiripostasi.com/iki-fotograf-arasinda-bir-kursunlulu-makale,657.html
  3. Mazhar Müfit Kansu, Erzurum’dan Ölümüne Kadar Atatürk’le Beraber, Ankara, 1966, 1. Cilt, s. 99-100)
  4. Mazhar Müfid Kansu, Erzurum’dan Ölümüne Kadar Atatürk’le Beraber, Ankara, 1966, 1. Cilt, s. 206-207
  5. Atatürk’le Samsun’a Çıkanlar IV, Dr. Refik Saydam, Dr. Fethî Tevetoğlu)Türk Kültürü Dergisi, Sayı 93, s. 28-29
  6. Naim Onat, Büyük Kaybımız İçin, Ulus, 9 Temmuz 1942, s. 2
  7. Atatürk’le Samsun’a Çıkanlar IV Dr. Refik Saydam, Dr. Fethî Tevetoğlu, Türk Kültürü Dergisi, Sayı 93, s. 29

(8) Atatürk’le Samsun’a Çıkanlar IV Dr. Refik Saydam, Dr. Fethî Tevetoğlu, Türk Kültürü Dergisi, Sayı 93, s. 31

(*) Bandırma gemisinde bulunan Üsteğmen Arif Hikmet’in (Gerçekçi) 7 Mart 1970 tarihi mektubu, Türk Kültürü Dergisi, Sayı 93, s. 576)

(**) Kaht-ı rical: Adam kıtlığı, değerli devlet ve siyaset adamlarının yokluğu.

(***) Bandırma Vapuru hakkında: Gemi 1878 yılında İskoçya’da imal edilmiştir. Beş yıl bu ülkede çalıştırılan gemi 1883’de Yunanistan’a satılmıştır. Yunan firması tarafından işletilen gemi bir süre sonra Yunanistan’da kısmen batıyor, çıkarılıp tekrar yüzmeye başlatılan gemi daha sonra İstanbul’da özel bir firmaya satılmıştır. İstanbul Limanı'na kayıtlı olarak 1894’den itibaren Marmara Denizi’nde çalıştırılmaya başlanmıştır. Samsun’a tarihi yolculuğuna çıktığında Bandırma vapuru 41 yaşında olup, bakıma muhtaç bir haldedir. Arkeolog Franz Toula’nın 1895 yılında seyahat ettiği gemi için hatırasında “Feci, kötü, külüstür insanı korkutan bu gemide bir daha seyahat etmek mi?” dediği aktarılmaktadır. (19 Mayıs Özel,Teke Tek Programı, Habertürk TV, Ali Mehmet Celal Şengör, Türk jeolog)

Not: Bu yazı hazırlanırken ayrıca, Aytaç Demirci-Sabri Sayarı, Mustafa Abdülhalik Renda Hatırat, Önsöz, YKY 2. Baskı Mart 2019, ve Aytaç Demirci-Sabri Sayarı, Mustafa Abdülhalik Renda Günlükler 1920-1950, YKY 1. Baskı Ekim 2019 adlı eserlerden yararlanılmıştır.