Aslan, eve gittiğinde uzun süredir ilk kez parayla geleceğini müjdelediği için babası Asım bey kapıda beklemektedir. Oğlunun eli boş geldiğini görünce kızar;
—Oğlum yeni işinde ilk paranı alıyorsun, insan bir tatlı bari alır.
—Kusura bakma baba, alamadım.
—Eee parayı mı getirdin?
—Para da yok baba.
Asım bey öfkeyle bağırır;
—Ne yaptın, sorumsuzca hemen harcadın mı parayı?
Aslan, Ayşe öğretmenle vedalaştığı andan itibaren üzgündü zaten;
—Yalan söylememe razı olur musun baba?
Asım bey, kapıya kadar gelmiş, arkasında bekleyen kızını da, Can’ı da içeri gönderdi, kapıyı kapattı. Sonra sesinde kırgınlıkla beraber bir şefkatle;
—Yok, yalan söyleme, gönlüm razı olmaz. Ama insan biraz da düşünceli olur. Bir gün de elin dolu gelsen ölür müsün?. Ne oldu sinirlerim artmadan hemen söyle?
—Bir fakire verdim.
—Doğru ya sen çok zenginsin. Oğlum ben de fakirim, işsiz güçsüz bir oğlum var.Bir fakire para vereceksen bana verseydin ya. Kime verdin a saf oğlum?
—Ama baba Can duymasın tamam mı?
—Bir de şart ha!
—Baba ben çocuk muyum?
Asım bey, oğlunun hem üzgün hem de ciddi haline bakar;
—Peki Can duymayacak ama niye?
—Onun sınıfında fakir bir çocuğun ailesine götürdüm. Can duyarsa arkadaşı utanır. Şey, annesi rahatsızmış, çalışamıyormuş. İlaçlarını alıverdim, kalan parayı da bıraktım.
Asım bey, bir an konuşamaz. İçinden oğluna sarılmak gelse de, sert baba rolünü bırakamaz. Aslan,
—Baba müsaade edersen şimdi içeri girebilir miyim?
—Yok giremezsin. Dur bakayım, al şu parayı, git bir tatlı filan al da gel. Akşama kadar yolunu bekledik,elin boş uygun olmaz.”
*** *** *** ***
Aslan, Türkçe dersi olduğu zaman, öğleye kadar okulda derse giriyor, öğleden sonra, diğer günlerde olduğu gibi iş aramaya ve inşaatlarda günlük işler bulup harçlığını çıkarmaya çalışıyordu.
Öğretmenliği oldukça ciddiye almış, oldukça sevmişti. Ülke çapındaki öğretmen eksiğini gidermek için açılan formasyon sınavına da başvurmuş, sınavı bekliyordu. Çocukların bir şeyler öğrenmesi, başarılı olması onu oldukça mutlu ediyordu. Onlara hem ders çalışmaya, hem oyun oynamaya vakit ayırmayı öğretmişti. Çocukluklarının en güzel çağlarının sadece sınavlara çalışmakla geçmesini istemiyordu. Samimi sevgisi, öğrencilerden de karşılık bulmuştu, dersler neşe içinde geçiyordu.
Seviye belirleme sınavına hazırlık için ilçedeki tüm okullarda deneme sınavı yapılacaktı. Aslan, öğrencilerinin bu sınavda başarılı olması için de çabalıyordu. Kendilerine güvenlerinin artması için birkaç fotoğraf getirmişti;
—Şunlara bir bakın bakalım, sizden bir üstünlüğünü görüyor musunuz?
Çocuklar fotoğraflara bakıyor. Bir tanesi;
—Şu aynı Süleyman gibi saf saf bakıyor.
Aslan bir şey demedi, sadece gülümsedi. Başka bir öğrenci;
—Şu da uykudan uyanamamış gibi
Aslan;
—O saf saf bakan üniversite sınavında birinci olmuştu. Diğeri de özel lise sınavları birincisi. Gördüğünüz gibi görünüşte sizlerden üstün bir tarafı yok. 2 kulakları, iki gözleri, bir burunları var. Bilmeniz gereken ne görünüş önemli, ne de başkalarının size sürekli söyleyeceği “Yapamazsın, beceremezsin” sözleri önemli. Bunları aşmanız şart. Bu başarılı gençler kazanana kadar kim bilir kimler, dalga geçmiş, moralini bozmaya çalışmıştır. Değil mi benim hiç sevmediğim sınıf 1.im. Arkadaşlar sınavlarda başarı için dersi dinlemek, ders çalışmak önemli ama en önemlisi kendinize güvenmenizdir. Ben her zaman dediğimi yine söylüyorum, yarış atı gibi olmanızı, sadece ders çalışmanızı kesinlikle istemiyorum. Düzenli olun, oyununuza da, dersinize de vakit ayırın. Hatta arada düzenli aralıklarla dersten kalkmadan saatlerce çalışanın zihni yeni bilgi alamaz olur. Okur ama aklında bir şey kalmaz.
—Nasıl çalışacağız öğretmenim.
—Düzenli vakit ayırın, sistemli çalışın. Ama derse de oyun gibi severek, bulmaca çözer gibi çalışın. Hafta sonu derslerine de şu andan itibaren isteyen ücretsiz gelebilir. Sizden tek istediğim başarı.Ben sizin başarınızla gurur duymak istiyorum.
Sınıf 1.sinin saçlarını okşadı;
—Beni sevmeyenlerin de başarılı olmasını istiyorum, yoksa çift ayak cezaya kaldırırım.
Sınıf birincisi gülümsedi;
—Ben sizi seviyorum öğretmenim.
—Aferin, hatırlat sana sözlüden 10 puan fazla vereyim.
Diğer öğrenciler bağırdı;
—Hocam biz de seviyoruz.
—Susun bakayım uyanıklar sizi, beni mi 10 puanı mı sevdiğiniz belli oluyor. O zaman şöyle söyleyim, beni sevenlerden 10 puan düşüreceğim. …noldu parmaklar indi. Demek beni 10 puanlık da sevmiyorsunuz ha!
Bu kez parmakların hepsi birden kalktı. Aslan gülümsedi,
—Geçti artık, hepinizi ders bitene kadar sıranızda oturmayla cezalandırıyorum.
Aslan, konuları anlatır. Dersin sonuna doğru çocukların yorulduğunu, dikkatlerinin dağıldığını görünce dersi keser ve sorar;
—Sınıfınızın en esprilisi kim?
Çocuklar Şakir’i işaret eder, o da ağzı kulaklarında Aslan’a bakar.
—Arkadaşların seninle konuşmaya bayılıyordur her halde.
—Eskiden bayılıyorlardı ama şimdi…
—Şimdi?
—Şimdi kaçıp kurtuluyorlar.
—Kurtulmanın yolu bu mu?
—Aslında her zaman kurtulamıyorlar, sonunda sınıfa geliyorlar.
—Ben esprili insanı severim, zeki olurlar. Benden sana izin, aklına yeni ama kaliteli espri gelirse, derste de olsak hemen anlatabilirsin.
Diğer çocuklar bağırır;
—Yapmayın öğretmenim, bize acıyın.
—Ne oluyor ya… espriden mi hoşlanmıyorsunuz?
—Ama öğretmenim, ona ‘patavatsız deriz’ biz. Olmadık yerde espri yapar.
—Ne gibi?
Öğrencilerden Zeynep ayağa kalkar;
—Öğretmenim önceki hafta benim kanaryam kafesinden kaçmış, bulamamıştık. Ben ağlarken yanıma geldi, ‘Ne oldu?’ diye sordu. Ben de ‘Kanaryam kaçtı.’ Dedim. ‘Üzülme, iyi tarafından bak’ dedi. Ben de merak ettim, ‘Bunun iyi tarafı neresi’ dedim, ‘Ne bileyim canım, onu da kendin bul’ dedi gitti.
—Vay patavatsız vay. Neyse bir hafta deneme süresi verelim, katlanamazsak izni iptal ederiz, tamam mı arkadaşlar.
Öğrenciler, suratları asık sustular. Aslan gülümseyerek Şakir’in saçını okşadı;
—Kimse itiraz etmediğine göre seni çok seviyorlar.
Şakir atıldı;
—Ha öğretmenim bu arada Ercan’ın arkadaşlara selamı vardı.
Aslan, sınıftan ayrılmış eski bir öğrenci olduğunu sandı.
—Ercan mı? Hangi Ercan
—Det-Ercan.
—Vay uyanık. İzni de hemen kullanmaya başladın ha. Oysa bu espriyi biliyordum. Tuzağa düşmemeliydim. Hatta Erman-DobErman, Hasan-Florhasan’ı da biliyordum. Biz; “Ceren’in selamı var” esprisini çok kullanıyorduk. Tamam sormayın hangi Ceren diye, ya tenceren ya penceren. Bir de, birisi “Aslı yok mu?” diye sorunca, “Aslı yok, fotokopisi olur mu?” demeyi severdim. Neyse, Şakir otur bakalım. Uyanığı severim ama benden uyanık olmazsa, tamam mı? Zaten, hayatta benden alacağınız en büyük ders uyanık olmaktır arkadaşlar.
—Ama öğretmenim uzun süre işsiz kaldığınızı söylediniz.
—Otur bakayım kerata. Benim yaptığımı yapın demedim ki, ders alacaksınız dedim. Ben o kadar kandırıldım ki, yaşadıklarımı öğrendikçe, ders alır da tuzaklara siz düşmezseniz fena mı?
—Anladık öğretmenim.
—Anladınız ha! O halde ben gidiyorum, anlayanlar anlamayanlara anlatsın… dememi bekliyorsanız çok beklersiniz küçük Nasrettinler sizi. Mesela size bir şey anlatacağım, bakalım hangi uyanıklar ne anlattığımı anlayacak. İp uçlarına dikkat edin ama açıkça söyleyim ki hiç birinizin bileceğini sanmıyorum.
Çocuklar dikkatle dinlemeye başladılar. Aslan daha önceden internetten aldığı yazıyı cebinden çıkarıp okumaya başladı;
— Dihidrojen Monoksit diye bir madde duyan oldu mu? Sen elini indir sınıf birincisi, sen hariç. Demek duymadınız. Oysa bu madde her sene bir sürü kişinin ölümüne yol açıyor. Eminim ki hepinizin evinde de var. Kısaca anlatmak gerekirse, renksiz ve kokusuz bir kimyasal bileşiktir. Çok küçük bir miktarının bile ciğerlere kaçması öldürücü olabilir. Metallerin aşınmasına ve paslanmasına sebep olur. Bu kadar zararına rağmen öksürük şuruplarında, şampuanlarda, kolonyalarda, hatta meyve sularında çok miktarda tespit edilmiştir. İnternette yasaklanması için kampanyalar başlatıldığına dair yazılar gördüm. Peki sizler bu konuda neler yapmak istersiniz?
Dursun atıldı;
—Öğretmenim biz de yasaklanması için kampanya başlatalım.
—Böyle bir kampanya başlatılması için destek olacaklar parmak kaldırsın bakalım. O sınıf 1.si hariç hepiniz ha. Zaten hiç sevmem birincilerini. Sen cezalısın, geç bakalım tahtanın bir ucuna. Toplumsal kampanyaya destek vermemek ne demekmiş gör bakalım. Vay keratanın tahtada duruşuna bak, amma havalı. Sen bekle bakalım, senle az sonra ilgileneceğim. Çinli, sen kalk bakalım.
—Kim öğretmenim, ben mi?
—Senden başka Çinli var mı bu sınıfta. İsme bak, Can Cem ÇAM. Hah… yaz bakalım, Dihidrojen Monoksit nasıl yazılır.
—Şey, öğretmenim di2 demek, mono 1 demek. 2H1O yazılır.
—Evladım 1’i yazmana gerek var mı?
—Şey, siliyorum öğretmenim 2HO olacak.
—Aferin. Daha önce bu maddeyi duymuş muydun.?
—Hayır öğretmenim.
—Ne bana yalan söylüyorsun ha, teneffüste Dihidrojen Monoksit içerken gördüm seni. Otur bakalım.
Can, şaşkın otururken, Aslan sınıf birincisi Zeki’nin yanına gitti, saçlarını okşadı.
—Sen söyle bakalım, bu madde başka türlü yazılabilir mi?
—Evet.
—Yaz bakalım, arkadaşların bu yazılışıyla tanıyabilecekler mi?