Atakan Kayalar Bağlamında Üstün Yetenek, Üstün Zekâ ve Deha Kavramlarının Açıklığa Kavuşturulması
İki Zekâ Ölçeği: IQ ve EQ
IQ (intelligence quotient) olarak isimlendirilen ve zekâ kat sayısı anlamına gelen bir ölçektir. IQ = (Zeka yaşı/gerçek yaş)x100 formülüyle hesaplanan bir değerdir. IQ testi ile belirlenen zekâ katsayıları şöyledir:
0-25 arası ağır gerilik
26-50 arası orta gerilik
51-75 arası hafif gerilik
76-90 arası sınır zeka
91-110 arası normal zeka
111-125 arası ileri zeka
126-140 arası üstün zeka
140-155 arası çok üstün zeka
156 ve üzeri deha
IQ ölçütüne göre altı çizilen ilk 3 değerle son 3 değer normal değerlerin dışında olup özel eğitim gerektirmektedir. Howard Gadner, “çoklu zekâ” teorisini ve buna bağlı “Duygusal Zekâ” kavramını ileri sürünceye kadar IQ testleri zekâ katsayısının tek belirleyicisi kabul edildi. Ancak zamanla, araştırmalar ve tecrübeler, IQ ölçeğinin zekâyı ve yeteneği belirlemede yetersiz kaldığını, yüksek IQ ‘nun tek başına kişiyi iyi bir insan yapmaya yetmediğini, bunun yanında başka ölçeklerin de kullanılması gerektiğini ortaya koymuştur.
Howard Gardner’in çoklu zekâ tanımlaması toplumdaki iş bölümüne ve sosyal dayanışmaya da uygun düşmektedir. İnsanların farklı yeteneklerinden dolayı farklı mesleklere yönelmeleri, farklı alanlarda başarılı olmaları ve kendilerini gerçekleştirmeleri çoklu zekâ tezini haklı çıkarmaktadır. Her insan farklıdır, tektir ve özeldir. Her insanın ortak kültüre katkısı farklı yönlerdedir.
Gardner’in tanımladığı zekâ çeşitleri:
-
- Sözel – Dilsel Zeka
- Mantıksal – Matematiksel Zeka
- Görsel – Mekansal Zeka
- Bedensel – Kinestetik Zeka
- Müziksel – Ritmik Zeka
- Kişisel – İçsel Zeka
- Kişilerarası – Sosyal Zeka
- Doğa – Varoluşcu Zeka
Gardner, “kişisel - içsel zekâ” kavramını geliştirerek “Duygusal Zeka” adını vermekte, bu isimle yayımladığı bir kitapta detaylı olarak ele almakta vakalarla desteklemektedir. Duygusal zeka, kişinin duygularını tanıma, yorumlama, yönetme, insanlarla empati kurma ve çevreye uyum becerisi olarak tanımlanır. Bilimsel ifadesi EQ (emotional quotient) şeklindedir.
Çoklu zekâ teorisini genelde öğrenme, özelde okuma yeteneği açısından değerlendirdiğimizde okula yeni başlayan bir çocuğa “tümdengelim” ve “tümevarım” şeklinde iki yaklaşım benimsenmektedir. Tümdengelimde okumayı öğretmede cümle ile başlanır. Sırasıyla kelimeye, heceye ve sese geçilir. Tümevarımda bunun tersi bir yol izlenir. Görsel-mekanik zekâya sahip çocuklar tümdengelim yoluyla daha çabuk okumaya geçerler. Sözel-dilsel zekâya sahip çocuklar tümevarım yoluyla okumayı daha çabuk öğrenirler.
Öğrenme teorisi açısından Atakan’ı değerlendirdiğimizde Görsel-mekânsal, bir başka tanımla, resim zekâya sahip olduğunu söyleyebiliriz. Hızlı okumada resim zekâ yeteneği ön plandadır. Bir defada bir cümleyi görme ve okuma, daha ileri safhada bir paragrafı görme ve okuma gelmektedir. Eğer söyledikleri doğru ise Atakan’ın ayda 50 kitap okuyabilmesi için bir bakışta bir paragrafı hatta bir sayfayı hafızaya alması gerekmektedir. Ancak bu çok zeki olduğu ve çok bilgili olduğu anlamına gelmez. Medya Atakan için, “İndigo Çocuk ve Kristal Çocuk” yakıştırmaları yapıyor. Bu iki sınıflandırmanın kısaca anlamı “yaşıtlarından farklı çocuk” demektir. Yani kişiliği anlatan felsefi tanımlardır; zekâyla doğrudan bir ilişkisi yoktur.
Atakan, ezbere birçok şey söylüyor; okuduğu kitapları sayıyor; ancak söyledikleri arasında anlam ve mantık ilişkisi yok. Kendisini tanıtırken yine yaşından büyük laflar ediyor: "Adım Atakan. Bu kadar. Fazla anlatabilecek hayat hikâyem yok. Metafor uzmanıyım desem olmaz, beyin cerrahıyım desem olmaz, cumhurbaşkanıyım desem olmaz. Okuduğum kitaplara bakacak olursak. Kayı serisinin tamamını okudum. Nutuk okudum. Homeros İlyada okudum. Böyle buyurdu Zerdüşt okudum."
Eğitim öğretim hakkında görüş bildirirken okul öncesinde felsefe eğitimi verilmesini söylüyor. Aralarında mantık ilişkisi olmayan zihinsel gelişime aykırı şeyler söylüyor "Okuldan önce ayrıca bir ahlak eğitimi, ahlak, terbiye ve saygı eğitimi verilmesi gerekiyor. Ondan sonra ise felsefe eğitimi verilmesi gerekiyor. Eskiden felsefe ve psikoloji derdim ama artık sadece felsefe diyorum. Küçük çocuklara psikoloji öğretmekte büyük bir sıkıntı vardır. İnsan hep kendinde bir şeyler arar. Gider şizofreniye bakar. Ben böyle miyim, ben şöyle miyim, ben öyle olacak mıyım, ben böyle olacak mıyım, benim düşüncelerim nasıl, ya ben şizofreniysem diye düşünmeye başlar. O yüzden ilk önce felsefe ondan sonra ise tarih öğretilmelidir" ifadelerini kullanıyor. Psikolojide buna laf salatası” diyoruz. Bu haliyle dile getirmekten çekindiğimiz “kişilik bozukluğu” işaretleri veriyor. Bir yandan okul öncesinde ahlak, terbiye ve saygı eğitimi verilmesi gerektiğini söylüyor; diğer yandan görsel medya önünde annesinin sözünü kesiyor, “sizi şöyle alalım” diyerek onu arkaya alıyor ve kendisi öne geçip konuşmaya başlıyor. Yaptığının anneye büyük saygısızlık olduğunu fark etmiyor.
Bir Kişilik Bozukluğu: Megalomani ve Narsisizm
Bir hadisinde Peygamberimiz: “Ahir zamanda anneler efendilerini doğuracak” buyuruyor. Anneler bazen çocuklarına (özellikle erkek çocuklarına) gereğinden fazla sevgi gösteriyor, her isteğini yerine getiriyor, en küçük bir becerisini abartarak “benim oğlum çok akıllı” diyerek egosunu şişiriyor. Bu yaklaşımla ortaya “çocuk egemen bir aile modeli” çıkmakta; “küçük kralın” dediği olmaktadır. Atakan’ın annesi de bir röportajında “Oğlumla gurur duyuyorum, çok mutluyum. Özel eğitim almasını istiyoruz” diyerek oğlunun yeteneğini abartmaktadır. Ailede yeteneği abartılan ve egosu şişirilen çocuk kendisini dev aynasında görür. Atakan görsel bir röportajında sosyal medyada kendisiyle ilgili yorum yapanlara narsistik bir çağrıda bulunuyor: "Çoğu insan 'seni görünce kitaplığımın sadece sayfalardan oluşan bir yığın olduğunu fark ettim' demiş. Yapmayın. Olmaz lütfen. Kitap okuyun. Yoksa ben okuturum. “
Milli Eğitim, Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlıkları tarafından yapılan açıklamada Atakan’a özel eğitim verileceği ve gelişiminin yakından izleneceği belirtilmekte; uzmanlar Atakan olayına ihtiyatlı yaklaşmakta, aileyi ve çocuğu incitecek bir dil kullanmaktan sakınmaktadır. Bu konuda özellikle görsel medyaya da büyük sorumluluk düşmekte, aileyi ve çocuğu ruhsal yönden sıkıntıya sokacak yayın yapmaktan sakınmaları gerekmektedir.
Yüksek IQ Tek Başına İnsanı Başarılı Kılmaz
Bir mafya babasının IQ’su, kesinlikle, bir buluşa imza atan bilim adamının IQ’sundan aşağı değildir. Tarihin gelmiş geçmiş büyük diktatörleri, terör örgütlerinin liderleri, hep IQ’su yüksek insanlardır. Hitler ile Mevlana da milyonlarca insanı etkilemiş yüksek IQ'ya sahip iki tarihi kişiliğe, ancak farklı şöhrete sahipler. Biri çoluk çocuk, yaşlı, kadın demeden milyonlarca insanı gaz odalarında ve fırınlarda ölüme gönderirken, diğeri ayırım yapmaksızın kim olursan ol gel diyerek bütün insanlara kucak açmıştır. Neden biri insan kasabı bir deli, diğeri insan sevgisiyle dolu bir veli olmuştur? Çünkü Hitler'in duygusal ve ruhsal zekâsı çok düşük, Mevlana'nınki çok yüksektir.
Nöroanatomi ve sosyal psikolojisi uzmanlarının geliştirdiği yeni anlayışa göre, insanı değerlendirmede IQ (Intelligence Quotient) entelektüel zekâ ölçeği tek başına yeterli değildir, Duygusal Zekâ (Emotional Quotient) ve Ruhsal Zekâ (Psychic Quotient) ölçeklerinin de kullanılması gerekir. İnsanı diğer carlıklardan üstün kılan sahip olduğu ruh ve duygu zenginliğidir. Ruh ve duygudan yoksun akıl, tek başına insanı "insan" yapmaya yetmiyor. Gerçekte duygunun iyisi ve kötüsü yoktur, insanın gelişmesi ve olgunlaşması için bütün duygular gereklidir. Kontrol altında tuttuğumuz ve sabırla yönettiğimiz zaman kötü olarak isimlendirdiğimiz duyguların bizi güçlendiren ve olgunlaştıran bir işlevi vardır. Nefsine hâkim olan, harama el uzatmayan, öfkesini yenen insan güçlü insandır.
Bir araştırmada 25 anaokulu çocuğunun önüne içinde bir dilim pasta olan birer tabak konur. Öğretmen: “Eğer 5 dakika sabrederek tabağındaki pastayı yemezseniz tabağınıza birer dilim pasta daha koyacağım. Sabretmeyip pastasını yiyenlere başka pasta verilmeyecek” der ve sınıftan dışarı çıkar. Arkası görünmeyen camdan içerisini izler. Kimisi bir dakika bile bekleme sabrı göstermeden pastasını yer. Bir kısmı da sabreder. Nefsine hâkim olmak için yöntem geliştirler. Kimi pastadan yana bakmayarak, kimi şarkı söyleyerek kendini oyalar. Beş dakika sonunda ikinci dilim pastayı hak ederler
Deneyde pastasını yiyenlerle sabredip yemeyenler 30 sene boyunca izlemeye alınır. İkinci dilimi hak etmek için sabredenlerin yüksek tahsil yaptıkları, iyi bir meslek edindikleri, zararlı alışkanlıklardan uzak durdukları ve evlenip yuva kurdukları görülmüştür. Sabretmeyip pastasını yiyenlerin okulu yarıda bıraktıkları, bir işte tutunamayıp sık meslek değiştirdikleri, zararlı alışkanlıklar edindikleri görülmüştür. “No pain, no gain” der bir İngiliz atasözü. Bunun inancımızdaki karşılığı şöyledir: “Rahmet zahmette gizlidir.”
Az Tutulan Yol ve Deha
“Az seçilen” ya da “Az gidilen Yol” anlamına gelen “The Way Less Travelled” adında bir kitap okumuştum. Orada yazar diyor ki: “Allah’ın lütfu bütün insanlara açıktır. Ancak çok azı lütfa kavuşur. Çünkü lütfa giden yol zorluklarla, engellerle, imkânsızlıklara doludur. Yılmadan, sabırla çalışan ve zorluklara göğüs geren insan lütfa kavuşur.” Lütfa kavuşanlar çoğunlukla deha sahibi kimselerdir. Bunların başında Peygamber Efendimiz gelmektedir. Bütün zorluklara ve imkânsızlıklara rağmen “Asrı Saadet” adını verdiğimiz bir İslâm Medeniyetini kurmuştur. Michael H. Hart’ın yazdığı “Dünya Tarihine Yön Veren En Etkin 100” kitabında Peygamberimize ilk sırayı vermektedir.
Ünlü deha sahiplerinden Edison, bütün ömründe ancak üç ay okula gidebildi. Okula bir müfettiş geldiğinde, öğretmen ona Edison'u göstererek, “Bu çocuk normal değil, onu okulda daha fazla tutmak faydasız.” der. Anne ertesi gün okula gider öğretmene sözlerinden dolayı sitem eder. Öğretmeni kendini savunur: “Çocuğunuz ders dinlemiyor, ödev yapmıyor, böyle giderse okuma yazmayı zor öğrenir. Bir esnafın yanına çırak verin, bari bir meslek öğrensin” der.
Makaleleri, romanları, hikâyeleri, tiyatro oyunları, tarih kitapları, dilbilim ve psikoloji kitapları olmak üzere yüzlerce eseri bulunan gazeteci ve devlet adamı Ahmet Mithat, hiç okula gitmemiştir. Babası fakir bir adamdı. Çocukluğunda çok yaramaz olan Ahmet Mithat’ı “Bu çocuk okumaz, bari bir meslek öğrensin diyerek onu Mısır Çarşısındaki bir baharatçının yanına çıkar verir. Ahmet Mithat, komşu dükkânın sahibi İbrahim Efendinin her gün gazete okuduğunu görüp okula giden çocuklara özeniyordu. Bir gün cesaretini toplayarak İbrahim Efendinin yanına gider: “Bana okuma-yazma öğretirseniz size ömrüm boyunca dua ederim,” der. İbrahim Efendi: “Gündüzleri senin de benim de işimiz var, nasıl ders alacaksın?” der. Ahmet Mithat: “Akşam dükkânı kapatınca evinize gelsem, hem okuma yazma öğrensem hem de işinizi tutsam olmaz mı?” der. Yaşlı adam bu azimli gence acır, teklifini kabul eder.
Zenci köleleri hürriyetine kavuşturan, kurduğu kuzeyliler ordusuyla köleliği savunan güneyliler ordusunu yenerek eyaletler arasında birliği sağlayan Amerika’nın 16. Başkanı Abraham Lincoln, çocukluğunda ancak okuma yazma öğrenecek kadar okula gidebildi. 21 yaşına gelinceye kadar vahşi hayvanların dolaşıp durduğu balta girmemiş ormanların yakınındaki bir tahta kulübede çok zor şartlar içinde, babasıyla birlikte marangozluk ve odun yarıcılığı yaparak yaşadı. O da her deha sahibi gibi, az tutulan yolu seçerek 22 yaşında bir arkadaşıyla birlikte bir gemiye binerek New Orleans şehrine gitti. Arkadaşına ne oldu bilmiyoruz ama o hem çalışarak hem okuyarak hukuk diploması aldı, avukat olarak siyasete atıldı.
NOT: Değerli Dostlar, bir arkadaşımın uyarısı sonucu gönderdiğim metinde bir dizgi hatası yapılmış. Peygamberimizin: “Ahir zamanda anneler efendilerini doğuracak” hadisi dizgi/yazım ve mantık hatası olarak “Ahir zamanda çocuklar efendilerini doğuracak” şeklinde yazılmış. Düzeltir, hepinizden özür dilerim.