Büyüklerimizle Yaşadığımız Hergün Bayramdır

Abone Ol

Rahmetli Barış Manço “Bugün bayram, Erken kalkın çocuklar ”diyordu şarkısında…

Gerçekten de erken kalkardı çocuklar bayramlarda.

Çünkü bayramlarda çocukların yaşadığı heyecan ve sevinç çok farklıydı büyüklerden...

O küçük yürekler bayram coşkusuyla kabarıp büyür, kocaman olurdu.

Bayramlık giyecekleri yastığının başucuna koyarak yatağına giren bir çocuk nasıl çekmesin sabahı iple?

Babalar helal ekmek için alın teri döker, analar mübarek sütüne haram katmazdı.

İşte o nedenle bir çift ayakkabı bir çocuk için servet demekti…

Biz 4 erkek kardeşin ayakkabıları Kıbırlar’dan alınırdı.

Bayramlık kıyafetlerden sonra çocukların en büyük beklentisi el öptükleri büyüklerinden alacakları bayram harçlığıydı.

Bayram harçlığı sayesinde kurulan hayaller gerçeğe dönüşecek, bayramı bayram kılan çocukların mutluluk coşkusu sokaklara taşacaktı…

Hayaller şimdiki çocuklar gibi bilgisayar, akıllı cep telefonu vb. pahalı elektronik oyuncaklar üzerine değil; “mantar tabancası, çatapat, lastik top, balon, misket, resimli sakız gibi küçük dilekler üzerine” kurulurdu

Benim çocukluğumda bayram harçlığıyla bisiklet alabilen arkadaşım hiç olmadı. Bütçeler küçük, gönüller büyüktü. Herkes halinden memnundu, yüzler gülerdi…

Bütün mesele kıt kanaatte olsa huzur ve şerefle bir arada yaşamak; ailenin, akrabanın ve komşunun kıymetini bilmekti. Büyük büyüklüğünü, küçük küçüklüğünü bilirdi…Birlik vardı, dirlik vardı.

Ramazan ya da Kurban; Bayram deyince eğer bir sembolle ifade etmek gerekirse, bu çocukların dünyasında “şeker” demekti.

Şeker ikramına asla hayır diyemez, gün boyunca onlarca şekeri bayıla bayıla yer; “dokunur!” uyarısına kulak asmadan ağzımızdaki şekerle keyiften dört köşe olurduk.

Çankırı’daki şekerci dükkânlarının şeker ve helva imalatındaki namını, Çankırı dışındaki etiketini not etmeden geçmeyelim. İmaret’te şeker imalatı yapan Fikri Çavuşoğlu Amcamızı da rahmetle analım.

Can Yücel ne de güzel söylemiş: “Sevdiklerinle geçen her gün bayramdır” diye…

Dedelerimizin, anneannemizin, ninemizin hayatta olduğu çocukluğumun bayramlarını bugün kadar net hatırlıyorum.

Büyüklerimizle, sevdiklerimizle geçen değil her günün; "her dakikanın bir bayram olduğunu" bugün Ellili yaşlarda çok daha iyi anlıyorum.

“Nerde o eski bayramlar?” diye iç çekişimizin asıl sebebi de; her ne kadar her geçen yıl coşkusu azalsa da, çocukluğumuzda aynı bayram sofrasını paylaştığımız büyüklerimizin bugün aramızda olmayışları…

Aynı sofrada tahta kaşıklarla bakır tencereden içtiğimiz enfes çorbanın, evimizin avlusunda kesilen kurbanın 3’e taksim edildikten sonra haneye kalanıyla hazırlanan misler gibi kokan kavurmanın tadı halen damağımda…O bereketi,o lezzeti,o muhabbeti,o güzelliği yazarak anlatabilmek mümkün değil.

Ailenin erkekleri sabah namazını kıldıktan sonra tertemiz giysileriyle, dede torun el ele evden çıkarak Bayram namazı için Camideki yerini alırdı.

Namaz sonrası cemaat sıralanarak büyük bir edeple bayramlaşılır;  muhabbetle eller öpülür, kucaklaşılır ve muhteşem bir sevgi yumağı oluşturulurdu.

Bence adına sinerji denen şey tam da buydu ve gizemli sevgi yumağına katılan bir çocuk bayramın manevi iklimini iliklerine kadar solurdu.

Uzun lafın kısası Bayram, sevginin ve mutluluğun ta kendisiydi. Çocuklar hem dini, hem de milli aşıyı bu sevgi ve mutluluktan taşırdı yüreklerine...

Çankırılı şair Şükrü Enis Regü çocukluğunu anlatırken şu önemli tespitte bulunur:

Çocukken rahmetli ninem: "Bütün kötülükler sevgi yokluğundan doğar." Derdi.

"Kin, korku kuruntu içinde yaşayan insanlar, değil başkalarını kendilerini bile sevmezler. İyiliğin, mutluluğun, huzurun temeli sevgidir. İnsanlar kötülükleri çabuk unuturlar. İyi ve güzel şeylerdir hep içimizde yaşayan."

Bizi sevgiyle bağrına basan ve her günümüzü bayram neşesiyle yaşatan kınalı ellerini her bayram daha çok özlediğimiz büyüklerimizi rahmet ve şükranla anarken; yazımızı Şükrü Enis Regü’(*)nün "Bayram Mektubu" şiiriyle bağlayalım.

 

BAYRAM MEKTUBU

Bugün gene bayram, anneciğim,

On yıl önceki gibi bayram.

Bilirim, ne çok özlemişsindir beni,

Yolumu beklemişsindir günlerce;

Postacıdan mektup, rüzgârdan haber sormuşsundur.

 

Ve uzun uzun düşünmüşsündür:

Çocukluğumun o mesut bayram sabahlarını,

O küçük ayakkabımı, mendilimi, ipek kravatımı.

Elbet kucağına alıp beni, doya doya,

“Ne kadar da büyümüş evlâdım,” diye

Öpüp okşayışın gelmiştir…

Elbisemi giydirmek, saçımı taramak istemişsindir;

 

“Rabbim seni hem nazardan saklasın” deyip

Dualar yollamışsındır.

Ve belki bu mübarek günde, anneciğim,

Elini öpüşümü, anne deyişimi

Canın çekmiştir.

 

Şükrü Enis Regü

(*)1923 yılında Çankırı’da doğdu. Lise öğrenimini yarıda bırakarak hayata atıldı. İstanbul´da Doğan Kardeş Dergisi yazı işlerinde, gazete ve yayınevlerinde çalıştı. Aynı zamanda şiirler yazdı, antolojiler hazırladı. Daha sonra bu çalışmalarını Nebioğlu Yayınevi’nde sürdürdü. Ankara'ya yerleşerek Ulus Gazetesi’nin çocuk sayfasını yönetti. Yankı Yayınevi'ni kurdu.

Yazı hayatına dergilerde şiirler yayınlayarak girdi. Yalın, duru bir anlatım ve içten mısralarla yazdığı çocuk şiirleriyle tanındı. Çocuklara seslendiği şiirlerinde özellikle sanatsız bir mısra örgüsü kurmayı başardı. Çocukların dünyasını; güzel günlerin özlemini işledi.

Regü, son dönemlerinde masallar da yazdı.

19 Mart 1976 İstanbul’da öldü. Mezarı Rumelihisarı Mezarlığı’ndadır.

Şiirleri Serveti Fünun, Uyanış, Varlık, İstanbul, Güney gibi dergilerde yayımlandı.

Buğu, Yağmur, Canım Dünya, Elma Ağacı, Onlar isimli şiir kitapları vardır.