Türkiye’de, maalesef, evlenmeye hazırlanan gençlere”Evlilik Okulu ve Anne Baba Okulu” adı altında evliliği sağlıklı yürütme ve sağlıklı çocuklar yetiştirme konularında eğitim veren yaygın eğitim kurumlarımız ve bu yönde işleyen bir eğitim politikamız yok. Genç anne-babalar, çocuk eğitirken, kendi anne ve babalarını model almakta, anne ve babalarından gördükleri eğitim şeklini uygulamakta; farkında olmadan aynı hataları tekrarlamaktadırlar.
Yüksek eğitim almış, kariyer sahibi anne-babalar bile ailelerinden aldıkları eğitimin tesirinden kurtulamamakta; kimi zaman aşırı baskı ve otoriter tutuma reaksiyon olarak, ‘modern eğitim’ adı altında, aşırı hoşgörüye dayanan bir tutum izlemektedir.
Oysa çocuk eğitimi, tutarlılık gerektiren, aşırı uçlar arasında gidip gelmeden gerçekleştirilmesi gereken; bunun için de bilgi, deneyim ve disiplin isteyen bir konudur. Okul çağına gelmiş çocuklar üzerinde yapılan araştırmalar, anne babaların çocuk eğitirken beş farklı tutum izlediklerini göstermektedir
- Aşırı baskıya dayanan otoriter tutum,
- Aşırı serbestliğe dayalı çocuk-merkezli tutum,
- Dengesiz, tutarsız ve sorumsuz tutum,
- Aşırı koruyucu ve kollayıcı tutum,
- Sevgiye dayalı, güven verici, hoşgörülü tutum.
Aşırı baskıya dayanan otoriter tutum
‘Disiplin’ dendiği zaman, çoğu anne baba bunu ‘dayak ve ceza ile terbiye etme’ olarak algılıyor. Bu anlayış, beraberinde aşırı baskıya dayanan otoriter bir tutum getiriyor. Cezanın ve dayağın bol kullanıldığı bu tutumda amaç; söz dinleyen, kurallara uyan, verilen görevleri yerine getiren, terbiyeli, sessiz, uslu, nazik, dürüst bir çocuk yetiştirmektir. Ancak, sonuç hiç de böyle olmamakta; yanlış yapmaktan korkan, kendisine güveni olmayan, kolayca başkalarının etkisinde kalan, aşağılık duygusuyla ya içine kapanık ya da saldırgan bir kişilik kazanan çocuklar ortaya çıkmaktadır.
Dayak, karşı tarafı aşağılayan, kendisini işe yaramaz ve değersiz hissetmesine yol açan kötü bir eğitim aracıdır. Ki, dayağı sevimsiz ve incitici kılan, dayağın kendisinden ziyade, dayak sırasında sarfedilen aşağılayıcı sözler ve takınılan saldırgan tutumlardır. Bu yüzden, dayağın en onur kırıcı şekli yüze vurulan tokattır. Dayağa sık başvuran anne babalar, çocuğun iyi taraflarını görmeyen, devamlı yaptığı yanlışlar üzerinde duran, suçlayan, başka çocuklarla kıyaslayan, sevgilerini belli etmeyen negatif bir tutum sergilerler.
Aşırı serbestliğe dayanan tutum
Bu tutum, genellikle tek çocuklu kalabalık ailelerde, orta yaşın üzerinde çocuk sahibi olan anne babalar ve bütün aile büyükleri tarafından uygulanan bir disiplin şeklidir. Ailede, çocuğun egemenliği sözkonusudur. Aile üyeleri kayıtsız şartsız çocuğun isteklerini yerine getirirler. Sonuçta, aşırı sevgi ve ilgi, çocuğu kural tanımaz, doyumsuz bir kişi yapar.
Anne, baba, büyükanne, büyükbaba, hala, teyze, bol ve pahalı oyuncaklar alarak ve her isteğini yerine getirerek, çocuğun doyuma ulaşacağını zanneder. Yüzlerce pahalı oyuncağı olduğu halde bunlara kıymet vermez, yenisini ister. Alınan her yeni oyuncakla ancak üç-beş saat oynar ve bir kenara atar. Aileye egemen olan çocuk, bir kral edasıyla hareket eder, aile büyüklerine saygı duymaz.
Bu çocuklar, aileye egemen olmakla kalmaz, aile dışında da egemenliklerini sürdürmek isterler. Okul çağına girdiklerinde kurallara uymakta, ders çalışmakta ve arkadaş edinmekte başarısızlığa uğrar, hayal kırıklığı yaşarlar.
Dengesiz, tutarsız ve sorumsuz tutum
Anne, baba ve aile büyükleri arasında ortak bir eğitim şekli olmayan, herkesin çocuğa farklı yaklaştığı ailelerde, çocuklar neyin doğru neyin yanlış olduğunu öğrenemezler. Anne yanlış bir davranışından dolayı çocuğa ceza vereceği zaman, büyükbaba veya büyükanne, “Torunuma dokunma, bırak yapsın!” diyerek arka çıkar. Kimi zaman anne, çocuğun yanında babanın tutumunu eleştirerek, “Bu çocuğu sen şımartıyorsun, senden yüz bulup beni dinlemiyor” der.
Dengesizlik ve tutarsızlık, çoğu zaman anne ve babanın kendisinden kaynaklanır. Anne çocuğu yanlış davranışından vazgeçirmek için önce alçak sesle, “Yapma!” der, sonra sesini yükseltmeye başlar.Bu da yetmeyince kızıp dayağa başvurur, arkasından çocuğu bağrına basarak özür diler.
Baba, dinlenmiş sakin bir durumda iken çocuğun yüksek sesle müzik dinlemesine bir tepki göstermez, normal karşılar. Ancak aynı baba, yorgun ve sinirli olduğu zaman, yüksek sesle müzik dinleyen çocuğuna, “Burası disko mu, kes şu müziğin sesini!” diye bağırır. Çocuk, eğitimi konusunda anne ve babanın sık sık birbirlerini eleştirdiklerine şahit olur. Kafası karışır; kimin haklı kimin haksız olduğuna karar veremez. Bu da onun neyin doğru neyin yanlış olduğunu anlamamasına ve olumlu bir kişilik geliştirememesine sebep olur.
Aşırı koruyucu ve kollayıcı tutum
Geleneksel aile modelinde, en sık başvurulan bir disiplin şeklidir. Aşırı koruyucu tutumda, anne babalar çocuklarını sevgi ve şefkatle örülü bir altın kafeste yetiştirirler. Çocuk adına bütün sorumluluğu anne baba üstlenir. Çocuk için neyin doğru, neyin yanlış olduğuna anne baba karar verir. Saç şeklinden giydiği elbiseye kadar, anne ve babanın tercihi söz konusudur.
Daha çok anne-çocuk ilişkisinde görülen bu aşırı koruyuculuk, ömür boyu devam eder. Çocuk çatal kaşık kullanacak yaşa geldiği halde, anne onu kendi eliyle beslemeyi tercih eder. Tuvaletini anne yaptırır, anne giydirir, ayakkabı bağlarını dahi anne bağlar. Mikrop kapmasın diye kaynatılmış su içiren, sokağa çıkmasına ve arkadaş edinmesine izin vermeyen, okul çağına geldiği halde, çocukla aynı yatağı paylaşan anne örnekleri az değildir. Bu anneler, çocuğa sevgi verdiklerini, onu koruduklarını sanırlar; gerçekte, çocuğu kendilerine bağımlı hâle getirerek, yalnızlıklarını ve mutsuzluklarını telafi etmektedirler.
(Bize müracaat eden yeni evli genç bir bayan, baba evini özlediğini, koca evine alışamadığını, ne pişireceğini dahi telefonla annesine sormadan rahat edemediğini söylüyordu.)
Aşırı koruyup kollanan çocuklarda, okul korkusuna çok sık rastlanır. Sınıf ortamına alışamaz, arkadaş edinemezler. Okulun ilk günlerinde annelerinin eteğine yapışıp bırakmayan, onlarla aynı sırada oturmakta ısrar eden çocuk örnekleri görürsünüz. Bunlar, annelerine bağımlı hâle gelmiş gölge tiplerdir.
Gölge tipler, sadece evlerinde, annelerinin dizi dibinde kendilerini güvende hissederler. Kalabalıktan hoşlanmaz, paylaşmayı ve işbirliğini bilmezler. Karşılaştıkları bir problemi anne ve babanın yardımı olmadan çözemezler. Deneme ve yanılmalarına fırsat verilmediği için kendi yeteneklerinin farkında değildirler. Sorumluluk ve liderlik almak istemezler. Emirle hareket etmeye alıştıkları için kolayca başkalarının güdümüne girerler. Sokağa, açık havaya ve güneşe çıkmalarına izin verilmediği için bağışıklık sistemleri gelişmemiştir; bulaşıcı hastalıklara kolay yakalanırlar.
Sevgiye dayalı hoşgörülü tutum
Bir çocuk sevgi, şefkat, yardımlaşma, sadakat, işbirliği, sorumluluk ve güven duygularını, ancak aile içinde yaşayarak öğrenebilir. Bu duyguların sonradan eğitim kurumları tarafından kazandırılması çok zor, hatta imkânsızdır.
Çocuk eğitiminde 1-3 yaş dönemi çok önemlidir. Bir çocuk, üç yaşına ulaştığında ya güvenli ya da güvensiz bir kişilik kazanmıştır. Anne sevgisinden ve ilgisinden mahrum kalan bir çocuk, güven duygusu kazanamaz. Doğum sırasında annelerini kaybeden, bakıcı elinde yetişen, cami kapılarına terk edilen, kimsesizler yurdunda büyüyen, sonradan evlat edinilen çocuklar, sevmeyi öğrenememekte; çok iyi bakılıp beslenseler dahi, zihinsel ve ruhsal yönden geri kalmaktadır. Çocuk, sevildiğini hissetmeden hayata bağlanamaz. Çocuk için hayatı anlamlı kılan, anne ve baba sevgisidir.
Çocuklarına iyi bir eğitim vermek isteyen anne babaların gözden kaçırdığı bir gerçeği, burada dile getirmek istiyoruz. 1-3 yaş için doğru olan eğitim tutumları 3-6 yaş için geçerli değildir. Çocuk konuşmaya ve yürümeye başladıktan sonra, hızlı bir öğrenme sürecine girer. Elinin ulaştığı herşeye dokunmak, incelemek, denemek ister. Sıcak bir sobaya yaklaşırken defalarca ‘cıs’ demeniz bir anlam taşımaz. Ancak elini sobaya dokunup canı yandığında, yani deneyip yanıldığında, sıcaklık hakkında gerçek bilgiye ulaşmış olur.Hayatî bir tehlike olmadığı sürece, çocuğun hareketlerine müdahale edilmemeli, denemesine izin verilmelidir.
3-6 yaş çocuğu, aşırı koruyup kollanmadan ve müdahaleden hoşlanmaz. Kendi işini kendisi görmek ister. Enerji doludur, yorulmak bilmez. Atlar, zıplar, tırmanır, gözükaradır, kaza yapacağından korkmaz. Kas ve sinir gelişimi için çok önemli olan bu hareketleri sınırlandığı ve yasaklandığı zaman hırçın, inatçı ve saldırgan bir kişiliğe bürünür. Anne ve babayı kızdırmaktan zevk alır.
Yeterli kas ve sinir gelişimine sahip olduktan sonra, çocuğun tuvaletini kendi kendine yapmasına, yemeğini kendi başına yemesine, kendi başına giyinip soyunmasına, arkadaşlarıyla sokakta oynamasına, eve arkadaş davet etmesine fırsat verilmelidir. Başarısızlıktan çok, başarıları üzerinde durmalı, yanlış davranışlarında ikaz edilmeli, doğru davranışları övülerek kendine güvenmesi sağlanmalıdır.
Evde adam yerine konan, duygularını rahatça ifade etmesine izin verilen, anne ve babanın doğru ve yanlış davranışlar konusunda ortak tutum takındığı ailelerde, çocukların ruh sağlıkları yerinde, güven ve sorumluluk duyguları ise gelişmiş olduğundan, okul başarıları yüksektir.
Şartlı sevgiye, baskıya, otoriteye ve cezaya bağlı okul başarısı, uzun ömürlü olamaz. Elimizde, ilköğretimde okul başarısı yüksek olduğu halde, lisede düşme gösteren çok örnek var. Sevgi şarta bağlanamaz. “Okulda başarılı olur, yüksek notlar alır, takdir getirirsen seni severim” diyen bir anne veya baba, aslında çocuğu sevgi ile tehdit etmektedir. Çocukta, devamlı başarısız olma ve anne baba sevgisini kaybetme korkusu vardır. Başarılı olduğu halde, bu korku sebebiyle, sindirim ve uyku bozuklukları yaşayan öğrencilerimizin sayısı az değildir.