İmaret ve Yaşadıklarım

Abone Ol

Seksenli yıllarda Çankırı’nın kalbi İmaret, Mühlis tepesi ve Büyük cami üçgeninde atardı. Şehrin en işlek caddesi Manifaturacılar caddesiydi ve bu cadde ticaretinde merkeziydi aynı zamanda.İmaret ve Mühlis tepesi daha çok vakit geçirmek için tercih edilen yerlerdi. Kahvehaneler ve Çay ocakları bu yerlerde bulunurdu. Meşhur Türkümüzün (İmarette Güzellerin Yoludur) hakkının verildiği yıllardı. Dolayısıyla insanların kalabalık olduğu yerlerdi.

 

Biz daha çok İmareti tercih ederdik arkadaşlarla buluşmak için. İmaret külliyesinin köşesinde büyük bir kıraathane vardı. Kıraathane dediysem adı öyleydi. Aslında kahvehaneydi. Okumak için değil oyun ve çay için tahsisliydi. Okey denen ıskartalara dizilmiş fayans oyunu daha yeni yeni masaları işgal etmeye başlamıştı.

 

Bizim oyunumuz Tavlaydı. Bayağı iddialı maçlarımız olurdu. Tavladaki en büyük zevk elinle çenenizin ahenk içinde çalışmasıdır. ‘Pencü se, severler güzeli genci se,  mektep tatil ’ gibi sözlerle hem rakibinizin moralini bozarsınız hem de etrafınıza neşe katardınız.İki mars bir tırıs net galibiyettir ki,  o zaman değmeyin keyfinize.

 

Oyuna o kadar kaptırırdık kendimizi yakınımızda kavga dövüş olmadıktan sonra  kopmazdık oyundan. Hatta Ezan bile okunsa. Fakat arada sırada hemen bitişiğimizdeki İmaret Camii’nden farklı bir Ezan sesi gelirdi. Bu ses değişik ve deruni bir sesti gerçekten, az bir zamanda olsa dikkatimizi celbederdi, ama yine de oyuna devam ederdik.

 

Arada sırada güzel sesiyle Ezan okuyan hoca, Vatansever arkadaşlar tarafından Humeynici olduğu söylenen İmamdı. Müezzin olmadığı zaman ezanı o okurdu.Yetmişli yılların sonunda İranda meydana gelen ve Humeyninin İranın başına geçmesiyle sonuçlanan devrimden sonra Türkiyede her sakallı ve sarıklı vatandaş  Humeynici olarak adlandırılırdı, Özellikle Camide cemaatte gözü olmayanlar tarafından.

 

Seksenli yılların başında Kenan Paşanın 12 Eylülde öttürdüğü düdükle Vatanı kurtarma mücadelemiz de bitmiş oldu, yani bir nevi işsiz kaldıkta denilebilir. İşte bu ahvalde Arkadaşlarla konuştuk  ve anlaştık, Ramazan ayında  vakit namazlarını kılmak için.Yani küçük cihat bitmişti büyük cihada başlamak gerekti. Artık Ezan okununca oyunu bırakıyor, hemen abdest almaya koşuyor ve yanı başımızdaki İmaret caminde namaza duruyorduk. Humeynici hoca artık bizimde hocamız olmuştu.

 

Hoca sadece güzel ezan okumuyor, namazın sonunda okuduğu kur’anda geçekten insanı etkiliyordu.Cemaatin yenisi olduğumuz için ara sıra onunla göz göze geliyorduk, ama hiçbir zaman samimiyet göstermiyorduk malüm sebepten dolayı.

 

Fakat bu irtibatsızlık fazla sürmedi ve Hocaefendi bizimle tanışmak istedi bir namaz çıkışı. Hemen o gün teraviden sonra  birkaç arkadaşla birlikte hocanın evine gittik. O güne kadar, her doğrunun her yerde söylenmediğini bilmediğim için, hemen soruyu yapıştırdım adının Mustafa Özkan olduğunu öğrendiğim hocaefendiye. Siz Humeynimicisiniz? Diye

 

Pattak sorduğum soruyu hocaefendi gülümseyerek karşıladı, Humeynici olmadığını olamayacağını ve Humeyninin hatalarını da bir bir sıraladı bizlere.Şaşırdım kaldım doğrusu ve sevindim de tabi ki.İyi ki hoca siz neden karşısınız Humeyniye diye sormadı, çünkü Hocaefendinin açıklamaları sonucunda bizim Humeyniyi hiçmi hiç bilmediğimizi anlamıştım ve cevap ta veremezdim açıkçası.

 

Bu ilk tanışma ve temas daha sonra sıklkaştı, O zaman farkına vardım ki İmaret camisi o günlerde samimi Müslümanların buluşma noktasıymış, bizim Vatansever arkadaşlarla kahvehane de buluşmamız gibi.

 

Doktor Rıza bey, Öğretmen Mehmet Ülgünar, Ömer Gündoğmuş hoca, Trenci Mevlüt Ağabey, Mühendis Remzi Zor ve Kitapçı Ethem Darende ilk tanıştığım insanlardı. Hemen her sohbette Çaylar içilir ve bir kaset dinletilirdi.Kaset o zamana kadar ismini hiç duymadığım Prof.Dr.Es’ad Coşan hocaefendiye aitti. Kaseti dinlerken içinize tarifi mümkün olmayan bir huzur girerdi.Tadlı ve yumuşak bir sesle hocaefendi sizi adeta büyüler, arada yaptığı nüktelerle güldürmeyi de bilirdi.Bu sohbetler bize, bizim şimdiye kadar farkına varmadığımız apayrı bir dünyayının da varlığını göstermişti.

 

Özel sohbetler de bazen Mustafa Özkan Hoca İlahiler okurdu, en sevdiğim ve etkilendiğim ilahisi ise;

Makamımız Kuş Misali /Daldan dala konabilir

İnsan oğlu hiç misali bir gün ölebilir

Diye başlayan hüzünlü bir ilahiydi. Birgün çok dolu olduğum güne rastlamış olsa gerek hıçkıra hıçkıra ağladığımı hatırlıyorum. Çünkü hoca bu ilahiyi yaşayarak ve yürekten okurdu.Etkilenmemek mümkün değildi.

 

Bu sohbetler ve buluşmalar bizi kahvehaneden uzaklaştırırken Ethem Darende’nin İhvan kitap kırtasiye dükkanına taşıdı, yani en fazla yüz metre ileriye götürdü, ama İmaretten koparmadı.İhvan kitap kırtasiye ufak çaplı bir dükkandı, ama müşterileri çaplı insanlardı. Etem ağabeyde güzel huylu güler yüzlü bir insandı, kısa zamanda kendisiyle kaynaştık ve bizde kitaplarla haşir neşir olmaya başladık.

 

Bir gün, yanılmıyorsan Ramazan ayının son günleriydi, Ankaraya Hocaefendinin sohbetine gidilecek dendi ve istersem benim de gelebileceğim söylendi. Hiç düşünmeden kabul ettim. Çünkü Prof.Dr.Es’ad Coşan hocaefendiyi çok merak etmeye başlamıştım.

 

Bir Minübüse bindik ve İftara az bir süre kala Demetevlerde ki Özelif sitesine vardık. Ortasında muhteşem bir cami ve etrafında yüksek katlı apartmanlar. Bu sitenin özel insanlar tarafından özel olarak yapıldığını anlamanız hiçte zor değil.İftar vaktine az bir zaman kaldığı için Caminin alt katında kurulan sofrada yerimizi aldık. Bayağı bir kalabalık var, servis başladı, menü de bir tas çorba var, ortada salata.Bende hafif bir telaşe başladı, acaba karnım doyacakmı diye.Ezanla birlikte kaşık sallamaya başladık, Allah Allah, yedikçe sanki çorba eksilmiyor artıyor. Bereket dedikleri şey bu olsa gerek,sonunda karnımız da doydu gözümüzde.

 

Akşam namazından sonra kürsüye nur yüzlü bir insan çıktı. Anladım ki Prof.Dr. Es’ad Coşan hocaefendi karşımızda.Hadisler okuyor ve açıklamalarda bulunuyor, güncel olaylardan örnekler veriyor, duruma göre öfkleniyor, ama tadlandırabiliyordu da yaptığı espirilerle.Kürsü de Hocaefendi Akademik kariyerinin hakkını fazlasıyla veriyordu.

 

Devir Kenan Paşa’nın astığı astık, kestiği kestik devir. Paşa sık sık yaptığı ve televizyondan yayınlanan mitinglerinde ipe sapa gelmez konulara girer, aklınca dini fetvalar bile verirdi. Hocanın oğlu Ramazanda olsa aldırmaz, su bardağını başına dikerdi, seferilik hiç bitmezdi. Es’ad hocaefendi o gün, Paşanın saptırdığı bir konuya sözü getirdi ve onu sert bir şekilde eleştirdi. Ağzımız bir karış açık kalmıştı.Hiç unutmuyorum ertesi gün Kenan Paşa yaptığı bir mitingde İsim vermeden Hocaefendiyi tehdit etmişti.İstihbaratın Özelife ilgi gösterdiği anlaşılmıştı.Bu korkusuz ve dik duruşu benim Es’ad hocaefendiye muhabbetimi daha fazla artırdı.

 

Ramazan Müslümanların derlenme, toparlanma ve değişim ayıdır. O Ramazan  benim hayatımda yeni bir dönemin başlangıcı oldu.

 

O günlerden sonra İmaret benim için daha başka güzel ve anlamlı olmaya başladı. Caminin külliyesinde Fatihin Halasının yattığını, küçük mezarlıkta İstanbulun fethine katılıp Peygamber efendimizin övgüsüne mazhar olan Alperenlerin mezarlarının olduğunu, o zamandan sonra öğrenmeye ve her fırsatta onların aziz ruhlarına Fatihalar göndermeye başladım.

 

Yapraklılı Demir-Doğrama ustası Cahit ağabeyin yine İmarette kiralamış olduğu evde yaptığımız toplantılar, çay sohbetleri, İslam,  Kadın ve Aile dergilerinin abone toplantıları ve Allahın rızasını kazanmak için yaptığımız koşuşturmalar hala hafızamdan gitmedi.

 

İmaret şimdilerde eski günlerin görkemine ve kalabalıklarına hasret. Issız ve ıstıraplı bir şekilde ziyaretçilerini bekliyor, bıkmadan usanmadan.Ben haftada olmasa bile, ayda bir muhakkak uğrarım İmarete.

 

Yaşadıklarımı bir kere daha yaşamak için.

 

NOT:Okuyucularımın Kadir gecesini ve Ramazan Bayramını tebrik ediyorum.