Babam anlatmıştı.
Sene 1960. Ankara’da Ziraat Fakültesi’nde okuyan dedem bir cumartesi günü belge göndermesi için Çankırı’daki babamı postaneye telefonla görüşme için çağırır. O yıllarda telefon birçok evde yok tabii.
Düşünebiliyor musunuz; Çankırı Karatekin mahallesinde babamların komşularının da telefonu yok ki, eve motosikletle gelen postacı dedemin Ankara’dan telefon ettiğini, görüşme yapabilmek için babamın postaneye gitmesi gerektiğini söylemiş…
Babam dedemin başına kötü bir şey geldiği endişe ve korkusu ile koşarak postaneye gittiğinde bir süre bekledikten sonra, nihayet bağlanabilen hattan görüşme yapabilmek için telefon kabinine girmiş.
Dedem babama “Oğlum Mustafa, Ben Baban” deyince, araya giren ses ve parazitlerden dedemin sesini alamayan babam “Sen, benim babam değilsin. Babama bir şey oldu beni ikna etmeye çalışıyorsunuz!” demiş. Dedem ısrar edince, babam “O zaman söyle bakalım kaç çocuğun var, isimleri neler?” diye karşılık vermiş. Bunun üzerine dedem ise amcalarımın isimlerini karıştırınca, babam “bak gördün mü sen babam değilsin!” ısrarını sürdürmüş. Sonuçta kaç liralık ödeme yaptığını bilmiyorum ama dedem telefonda yaptığı görüşmenin önemli bir bölümünü babamı ikna için kullanmış.
Bu yaşanmışlık günümüz için komik geliyor değil mi?
Şehirlerarası görüşme yapmak için bazen bir iki saat bekleme yapmak gerekiyormuş.
Şimdi istediğimiz her yerde, istediğimiz her zaman telefon ile görüşme yapabiliyoruz.
İster sesli ister görüntülü. İstediğimiz fotoğrafı, videoyu gönderebiliyoruz. İnternet biraz ağırsa, geriliyoruz.
Camide, mezarlıkta, cenaze namazında dahi kimi zaman cep telefonumuzu kapatmıyoruz.
Çünkü kapatamıyoruz.
Her zaman ve her yerde, yaptığımız ilk iş cep telefonunu açmak.
Sürekli konuşuyoruz. Sürekli paylaşıyoruz. Beş dakika bile telefonsuz yapamıyoruz.
Peki, eskiden ne yapıyordu insanlar?
Yukarıda anlattım ya, bir telefon görüşmesi için bir iki saat bekleyen babam, dedem ve akranları telefonsuz nasıl yaşıyorlardı?
Ya da şöyle soralım:
Herşey kısıtlı iken, onlar mı huzurlulardı?
Yoksa herşey elimizin altındaki iken, bizler mi huzurluyuz?
Ne dersiniz?