Çankırı Postası Haber Kanalında korona ile geçen bayram günleri üzerine yaptığımız canlı sohbette şer gibi görünen, binlerce insanın ölümüne yol açan, bizi evlerimize hapseden korona virüsünü hayra yormaktan yana olduğumu söyledim. Zira Rabbimiz mealen “sizin şer zannettiğiniz bir şey hayırla, hayır bildiğiniz bir şey şerle sonuçlanabilir. Siz bilemezsiniz, ben bilirim,” buyuruyor.
Kim derdi ki Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin silah, teknoloji ve ekonomi gücünü elinde bulunduran 5 daimi üyesi, tabiri caizse dünyanın 5 jandarması Amerika, İngiltere, Fransa, Rusya ve Çin gözle görülmeyen, ne olduğu bilinmeyen bir virüse yenik düşecek. Silahları, teknolojileri, paraları, tıp laboratuvarları bir işe yaramayacak, âciz duruma düşecekler. Kendilerine yetecek kadar maske bile üretemeyecekler. Amerika’nın Çin’den sipariş ettiği maskelere Fransa iki katı para verip alacak. Başta Amerika olmak üzere dünyanın teknoloji devlerinin para ile bulamadığı tonlarca maskeyi ve tıbbi malzemeyi Türkiye kendilerine parasız, yardım olarak gönderecek.
Şer gibi görünen bu olay, inşallah emareleri çoktandır başlamış olan Türkiye’nin yediden ayağa kalkışına omuz verecektir. İngiliz sosyal tarihçi Arnold Toynbee, “Medeniyet Yargılanıyor” (civilization is on trial) isimli kitabında Türkiye için “Anadolu’nun Uyuyan Devi” (TheSleepingGiant of Anatolia) tabirini kullanır ve şöyle devam eder: “Osmanlı’nın sırtını yere getirmek için bütün Avrupa devletleri var gücümüzle çalıştık. Bu konuda Jön Türklere ve devamı olan İttihat Terakkiye çok şey borçluyuz. Ancak, Türkiye temelinde Osmanlı ve İslam ruhu taşıdığından tekrar uyanabilir.”
Şer gibi görünen olayları hayra yorma konusunda en güzel örnek Kehf suresinde geçen Hz. Musa ile Hızır’ın yolculuğudur. Psikoloji alanında deha sayılan Carl Jung, Kehf suresinde geçen mağaranın yeniden doğuşu simgelediğini söyler detaylı bir şekilde yorumlar. Belki çoğunuzun bildiği bir kıssa ama yeri geldiği için uygun düşeceği kanaatindeyim. Hikâyenin özeti şöyle: Allah, Hz. Musa’yaşer gibi görünen olayların arkasında nasıl hayır ile sonuçlanan sırlar bulunduğunu öğrenmesi için bu konuda ilim sahibi olan Hızır’la buluşup arkadaşlık etmesini vahiyle bildirir.
Hz. Musa, Hızır’la buluşacağı yere gider ve ona kendisiyle arkadaşlık etmek istediğini söyler. Hızır da: “Sen benimle arkadaşlık etmeye dayanamaz, sabır gösteremezsin,” der. Hz. Musa: “İnşallah beni sabredenlerden bulacaksın. Senin emrine karşı da gelmeyeceğim,” der. Hz. Musa: “Öyleyse yolculuğumuz boyunca yaptığım işler hususunda bana soru sormayacaksın. Soru sorduğun an yolculuğumuz sona erer,” der. Böylece yolculukları başlar. Bir gemiye binerler. Sahile ulaştıkları zaman Hızır, gemiden bir delik açar, yüzemeyecek duruma getirir. Hz. Musa dayanamaz: “Bu insanların ne günahı var ki, geçim kaynağı olan gemilerine zarar verdin?” diye sorar. Hızır, “bana soru sormayacağına dair söz vermedin mi?” deyince; Hızır unuttuğunu söyleyerek özür diler.
Hızır, yolculukları sırasında rastladıkları bir erkek çocuğunu öldürür. Hz. Musa, yine dayanamaz, verdiği sözü unutarak: “Sebepsiz yere bir cana nasıl kıyarsın! Gerçekten sen fena bir iş yaptın,” der. Hızır, “Hani itiraz etmeyecek, soru sormayacaktın!” deyince Hz. Musa, söyleyecek söz bulamaz: “Tamam,” der. “Bu son olsun, bir daha itiraz etmeyeceğim.” Nihayet bir köye varırlar. Buranın insanlarından yiyecek bir şeyler isterler. Onlar da yardım etmek istemezler. Hızır, yıkılmak üzere olan bir duvarın önüne geldikleri zaman duvarı tamir edip yıkılmaktan kurtarır.
Hz. Musa yine verdiği sözü unutup, “bu hizmetinin karşılığında bize yiyecek bir şey vermeyen bu insanlardan bir ücret isteyebilirdin,” der. Hızır: “Verdiğin sözü tutamıyorsun, benimle artık yola devam edemezsin. Şimdi sana sabredemediğin olayların iç yüzünü anlatayım,” der ve devam eder. “Denizde taşımacılıkla geçinen o yoksul insanların gemisini yüzemeyecek hale getirmemin sebebi, o gemiye el koymak isteyen zalim bir kralları vardı. Gemiyi yüzdüremeyeceği için el koymaktan vaz geçecekti.
Erkek çocuğa gelince, onun ana babası imanlı kimselerdi. Çocuk büyüdüğü zaman azgınlık ve nankörlük yapıp onları üzecekti. İstedim ki Allah onun yerine onlara daha vefalı ve saygılı bir çocuk versin. Tamir ettiğim o duvarın arsası,iki yetim çocuğa mümin bir insan olan babalarından kalmıştı. Duvarın altında babalarının sakladığı bir hazine vardı. Rabbin istedi ki o iki çocuk güçlü çağlarına erişsinler ve hazinelerini çıkarsınlar. İşte olayların iç yüzü budur. Ben, senin sabredemediğin bu işleri kendiliğimden yapmadım, Rabbimin ilhamıyla gerçekleştirdim.”
(*) Jung, Kehf sûresinde yer alan üç kıssayı (Ashâb-ı Kehf, Hızır, Zülkarneyn) “yeniden doğuş” konusunda birbirini tamamlayan ve destekleyen veriler olarak değerlendirip yorumlar. Kıssada geçen mağarayı yeniden doğuşun simgesi olarak görür. Çoğu yerde “diriliş” terimi yerine ondan daha geniş ve kapsamlı “yeniden doğuş” terimini kullanır. Ona göre ruh zaten ölümsüzdür, diriliş bedende olacaktır. Ancak bu beden dünyadaki beden gibi ölümlü bir beden olmayacak, ruha uygun ölümsüz bir beden olacaktır. Böylece ölümlü varlık ölümsüz varlık mertebesine yükselecektir.