Siirt Battaniyesinin Mucidi… Mustafa Abdülhalik Renda - 3

Abone Ol

Siirt Battaniyesinin Mucidi…

Mustafa Abdülhalik Renda - 3

“Memlekette iş yaratmak ve para getirmek lazım. Yün var, sanatkâr var, niçin yapılmasın?”

Napolyon sonrası Avrupa’da büyük bir özenle kurulan diplomatik dengelerin 1878 Osmanlı - Rus Savaşıyla dağıldığı düşünülür. Türklerin ortak hafızasına ’93 Harbi olarak yerleşen bu savaş ve sonrasında yaşananlar, Balkan Savaşlarının tohumlarını atmış ve Cihan Harbi’ne uzanan yolun taşlarını döşemiştir. ’93 Harbi’nin yol açtığı travmanın izlerini, İttihat ve Terakki Cemiyeti önderlerinin, Cihan Harbi’ne Rusların İstanbul ve Boğazlara yönelik emellerinin yol açtığına yönelik ortak kanaatlerinde gözlemek mümkündür. Balkan Harbi mağlubiyetini Ahmet Muhtar Paşa Kabinesinin yüz bin tecrübeli askeri terhis etmesine bağlayan Talat Paşa, sevkiyat ve iaşe hatlarının yetersizliği yüzünden bir daha seferber edilemeyen bir orduyla, savaşın başlamadan kaybedilmiş olduğunu belirtir (1). Balkan Savaşının ağır sonuçları, İttihatçı liderlerin iktidarda oldukları sürece aldıkları kararlarda belirleyici olmuştur. Özellikle Ermeni ve Kürt olaylarında alınan tavizsiz kararlar son vatan parçası Anadolu’nun elden gitmemesi adına kendini göstermiştir. Mustafa Abdülhalik Bey’in Siirt’e kaymakam olarak gittiği dönem, ülkenin doğusunun en karışık olduğu döneme denk gelmiştir. Öyle ki, emperyalist devletlerin kışkırtması ile ortaya çıkan ayaklanmalar da Ermeni ve Kürt ahaliyi idare etmek devletin en zorlandığı konu olmuştu. Mustafa Abdülhalik Bey için, işte böyle bir ortamda Siirt yolculuğu başlamıştı…

1912’de Gümülcine Mebusu ve Dâhiliye Nazırı Adil Bey.

Dahiliye Nazırı Talat Paşa’nın “Orada Rumeli’de olduğu gibi çalışarak, asayişi telkin et” uyarısından sonra, yanına uğradığı Hacı Adil Bey’de “Orada jandarma komutanı yok. Bir savcı var. Üst tarafı yavaş yavaş temin edilir ayrıca Çamlık’ta tavsiyelerini dinlemedik. Şahin Bey konusunda tamamen haklı çıktınız” demişti. İttihat ve Terakki Genel Merkezi’nin uyarısı ile Çamlık mebusu gösterilen Şahin Bey, Mustafa Abdülhalik Bey’in tüm ikazlarına rağmen aday gösterilmiş ve seçilmişti. Aynı Şahin Bey, Arnavut isyanının Meclis-i Mebusan’daki en ateşli savunucularından biri çıkıp devlete ihanet edince haklılığı anlaşılmış ve Mustafa Abdülhalik Bey devlet içinde güvenilir, uyarıları dikkate alınması gereken bir şahsiyet olarak öne çıkmıştı.

Abdülhalik Bey günlüklerinde Siirt yolculuğunu şöyle anlatır: “Yunan denizi kenarında, devletin en batısındaki bir yerden en doğusuna gidiyorum. Siirt’in nereye bağlı olduğunu unutmuşum. İran ile mutasarrıflık hududu arasında Süleymaniye mutasarrıflığının Zaho ve Dohuk kazaları ile Hakkari’nin Çölemerik kazaları olduğunu anladım(2).” Haziran 1913’te İstanbul’dan Lloyd Triestino kumpanyasının vapuruyla Batum’a, trenle Tiflis’ten trenle Açmazin’e giderken karı koca Tebriz’de muallim olan bir Ermeni ailesi ile tanışır. Çok güzel Türkçe konuşan Ermeni aile, “Tebriz’de Türkçe konuşuyoruz” demiştir. Oradan arabayla Iğdır’a ve Muradiye’ye varılır. Geceyi hükümet konağında geçirmek ister, fakat pire hücumuna uğradıklarından uyuyamaz ve erkenden yola hareket ederler. İkindiüstü Van ovasında bir Türk köyüne gelirler, Ermeni arabacının “Bu köy Kızılbaş’tır, burada yatılmaz” demesine rağmen, ısrar ederek geceyi o köyde geçirir ve çok rahat eder. Hatıratında bu konuyu anlatırken Ermeni arabacının bu menfi tavrına dikkat çekmesi, oynanan emperyal oyunun tabana kadar inmesi açısından çok ilginçtir. Van’da Vali Tahsin Bey’i makamında ziyaret eder. Vali’nin anlattıklarından bölgede en fazla uğraşacağı unsurun Ermeniler olduğunu ve Kürtlerin ikinci derecede kaldığını anlar. Konaklama sonrasında Van Gölü üzerinden Tatvan’a hareket eder, geceyi Akdamar Adası’nda geçirir ve Tatvan’a ulaşır. Tatvan’dan 17 kuruşa kiraladığı atla, on yedi km uzaklıktaki Bitlis’e ulaşır. Vali Mazhar Bey’i ziyaret eder. Vali Bey, asayişin bozuk olduğu ve en çok asayişle meşgul olması söylemiştir. İki gün sonra at üzerinde Bitlis’in kazası Siirt’e ulaşır. Kendi ifadesiyle, Dâhiliye Nazırı Tâlat Paşa’nın “ Rumeli’deki gibi çalışınız yeter” sözü daima kulaklarında olmak üzere görevine başlar. Memurların ve vatandaşın tebriklerini kabul eder. Ziyaretlerini iade etmek ve hem de ahval, bilhassa asayiş hakkındaki düşüncelerini dinlemek üzere, tarafsız bir şekilde karar verebilmek için hepsinin evine gider(3).

İttihat ve Terakki, Berlin Konferansı sonrası tüm emperyalist güçlerin gözünü diktiği Doğu Anadolu’da ıslahat yapmak üzere en seçkin idarecileri görevlendirmişti. Bunlardan birisi Van valisi Tahsin Beydir.

Mustafa Abdülhalik Bey hatıratında, görevine başladığında ilk mesele olarak ruhani üyelerin durumunu görmüş ve “Bereket versin ki bunların çoğunluğu aynı fikirde bulunmuyorlardı” diyerek, devletin çaresizlik içinde gayrimüslim unsurlara verdiği imtiyazların ne kadar tehlikeli olduğuna dikkat çekmiştir. Müftü, nakib, keldani metropoliti, Ermeni marhasa gibi ruhani üyeler idare meclisi müzakerelerine katılıyor. Dolayısıyla devletin işlerinden haberdar olup, taraftarlarına haber veriyorlardı.

Renda günlüklerinde dönemin Siirt şehrinin genel manzarası ise şöyle anlatmaktadır: “Sokaklar dar ve pis olup, binaları bir nevi alçı ile yapıştırılan hararet ve rutubeti emen taşlardan yapılmaktadır. Yazın geceleri oda da yatmak imkânsız olduğundan, herkes damlarda yatmaktadır. Hükümet binasında yatmayı doğru bulmadığımdan, bir eve taşındım. Kadınlar çeşme başlarında su almak için uzun süre bekliyorlardı. Siirtliler bir havuz içinde su değişmeden akşama kadar havuza girer çıkar, güya temizlenirlerdi. Cilt ve göz hastalıkları fazlaydı. Seleflerimden biri ev bahçelerine kuyulu abdesthane yaptırmaya muvaffak olmuş ise de halkı sokaklarda büyük abdestini yapmaktan tamamen men edememişti. Dar, kemerli sokaklar umumi ve açık bir abdesthane gibiydi. Sokakta bu vaziyette gördüklerimi kovalamaktan kendimi alamıyordum. Gayretlerimle bir iki yol temiz kaldı.(4)”

Siirt ve Mardin’i Hakkari’ye bağlayan Şırnak’ın Ova kazasında geçen bir olay. Mustafa Abdülhalik Bey’in hatıratında anlatılan olaylar devlet adamlığı ve bölgenin sosyal yaşamı hakkında net bilgiler vermektedir. İşte onlardan bazıları…

Nahiye merkezini dolaştım. Müdürlük dosyalarını gözden geçirdim. Aldığım izahat ve gördüğüm manzara üzerimde fena bir intiba bıraktı. Akşama doğru müdürün dairesine gelen büyük bir sofranın sebebini sordum. “Şırnak adeti, Şırnak ağası zat-ı âlinize iftar sofrası gönderdi” dedi. “Şırnak ağası çok mu zengin? Hükümetten ve devletten daha mı zengin?” dedim. Çok şaşırdı. “Şırnak ağası bana iftar sofrası gönderemez, ben onu davet ederim. Ben devletin vekiliyim, devlet benim bütün masraflarımı karşılıyor. Yemeği iade ediniz” dedim(5). Şırnak’ta bir adet var. Bayram günü cemaat namazdan sonra hangi ağayı ziyaret ederse o ağa Şırnak ağası olur. İkinci bir ziyarete kadar bu görev devam edermiş. Nahiye halkı ağaya vergi veriyor, ağa da giden geleni kendi masrafı ile karşılıyor. Verginin bir kısmı ağnam başına muayyen bir resim vermekle ödeniyor. Hesap ettim, devletin aldığı varidatın dört mislini ağa alıyor. Ağaların evlerinin damlarında bir boy irtifaında mazgallı duvarlar vardı. Bu tedbir daha çok hükümet kuvvetlerine karşı alınırmış. Şırnak’tayken çadırımda her akşam iftar veriyordum. Ağaları, nahiye müdürünü, kadıyı davet ediyordum. Cizreliler Siirt kaymakamı “Uysal, sakallı bir zat” diyorlarmış, sakallı ne demek diye sorunca “Kendi halinde, halim selim, namazı orucu ile meşgul demek” dediler(6).

Bölgede hırsızlık, cinayet, adam öldürme gibi suçlar yaygınlaşmış, failler yakalansa da çoğu firar etmiştir. Bölge idarecileri adaleti yerine getirmekte yetersiz kalmışlardı. Mustafa Abdülhalik Bey Siirt’teki görevi sırasında Kürt ahalinin sorunları ile ilgilenmiştir. Mustafa Abdülhalik Bey Siirt’te de önceki görev yaptığı bölgelerde olduğu gibi, ahali ile iyi geçinmiş lakin devletin gücünü de hissettirmiş ve yörenin şartlarını dikkate alarak bölgenin ekonomik yapısını güçlendirmek için özgün çözümler üretmiştir. Bunlardan birisi de Siirt battaniyesinin, ilginç hikâyesinde gizlidir.

19. yüzyılın sonları ile 20. yüzyılın başlarında gerek Anadolu’da gerekse Siirt ve çevresinde yaşanan savaşlar, iç karışıklar ve doğal afetlerden dolayı dokumacılık gerileyerek, ekonomik kazancında önemli kayıplar yaşanmıştır. Bu durumu gören Mustafa Abdülhalik Bey, Dâhiliye Nezaretine gönderdiği yazıda tiftik keçileri ve bunlardan elde edilen yünlerden bahsetmiştir. Vali Bey, Siirt’te bulunduğu sırada dikkatini çektiğini söylediği Siirt tiftiğinin dünyada çok kaliteli ve yöreye has bir yapıda olduğunu ifade etmiştir(7).

Klasik Siirt battaniyesinin tasarımı Çankırı Milletvekili Mustafa Abdülhalik Renda tarafından Cihan Harbi arefesinde 

tasarlanmış olup, günümüzde bir marka haline gelmiştir. Foto: Tiftikten imal edilen Siirt Battaniyesi.

Çankırı deyince akla kaya tuzu, Çorum denilince leblebi geliyorsa; Siirt denince de ilk akla gelen Siirt battaniyesidir ve bu battaniyenin mucidi, tasarımcısı Mustafa Abdülhalik Renda’dır. 1856’dan itibaren Fransız Dominiken misyonerleri özellikle Musul, Bitlis ve Van’da aktif olarak faaliyet gösteriyorlardı. Renda Bitlis vilayetine gittiği bir gün, Dominiken papazların kurduğu mektep ve işletmeleri gezer. Gözüne ilişen halıların nasıl ve hangi yünden yapıldığını sorar. Ankara’dan yöreye götürülen tiftik keçilerinin Cizre - Zaho’da otlatıldıkları ve tiftiklerini hiç boyamadan yaptıklarını anlatırlar. İki adet seccade ısmarlar ve Siirt’te abacı Ahmet’in dükkânına gider. Nasıl aba yaptıklarını inceler, tezgâhtan ne kadar genişlikle dokuma olabileceğini sorar. Bir arşın (68 cm) genişlikten fazla olmayacağını ama uzunluğun istenildiği kadar yapılabileceğini öğrenir. Aklına gelen fikrin uygulanabilir olacağına inanır ve iki metre uzunluğunda üç adet sipariş verir. Rumeli ve Bitlis dokumalarını harmanlayarak, üçünün de beyaz ve saçaklı olmasını ister. Hatta aralarına da biraz siyah da katarak bir tanesini bitirir. İstediği gibi olur. Öbür iki tanesinin ise kanatlarının dikilmesini, kanatların birleştirilmiş uçlarına aynı yünden saçak yapılmasını ister. Ancak Abacı Ahmet Usta saçakları şık daha güzel olsun diye Avrupa yünüyle yapmıştır. Abdülhalik Bey, yaptıklarının parasını öder ve bir daha ki sefere istediği şekilde yapmasını ister. Abacı kısa sürede bitirir. Battaniyeleri idare meclisi odasına serer. Toplantı günü idare üyeleri “Bu güzel battaniyeleri Rumeli’den mi getirdiniz? Ne güzel şeyler” derler. Battaniyelerin Rumeli tipi, olduğunu ancak Siirt’te yapıldığını duyan üyelerin çok şaşırması üzerine üyeleri hemen Abacı Ahmet’in dükkânına götürür. Nasıl yaptırdığını anlatır. Üyeler kendisini tebrik ederler. Renda, “Memlekette iş yaratmak ve para getirmek lazım. Yün var, sanatkâr var, niçin yapılmasın?” diyerek cevap verir(8). Battaniyenin ünü artınca, abacı Ahmet’i gören diğer abacılar da aynı battaniyeden yapmaya başlarlar. İşte “Siirt battaniyesi” denilen doğal rengi, boyasız battaniyeler bu suretle yapılmaya başlar.

Mutasarrıf Abdülhalik Bey yörenin, dolayısıyla memleketin ekonomisine katkı sunmaya çalışırken esas zamanını asayiş alıyordu. Adliyenin yargılama sürecinde ki adaleti ve Şırnak ağalarının tutuklanması gibi uygulamaları bölgesinde ve diğer illerde büyük tesir bırakmıştı. Emrindeki bölük komutanları önceleri “Eşkıya üzerine silah atamayız, onlar bize atar. Çünkü yalancı şahitler ile bize cürüm isnat ederler ve hapishanelerde çürütürler. Arkadaşlarımız çoğu bu sebeple hapistedir” diye cevap vermekteydi. Abdülhalik Bey tüm bölük komutanlarına “Eşkıya takibinde vurduğunuz eşkıyadan bir sorumluluğunuz olmayacaktır. Bunun için arzu edenlere yazılı belgede vereceğim. Gerektiğinde eşkıya takibinde bende bulunacağım.” demesi işleri değiştirmişti. Sözde kalmayarak, çatışmalarda vurulan eşkıyaların (şaki) cesetlerini meydanda sergilemiş ve bu sayede korkak sanılan Siirt jandarması üç dört kişi ile büyük işler başaracak hale gelmiştir(9). Uygulamalar tüm bölgede gözle görülür olumlu değişiklikler meydana getirmeye başlamıştır.

Ancak, Bitlis’de bir takım olumsuz gelişmelerin olduğunu fark ediyordu. İşte bu sıralarda 1914 Mart ayının sonlarına doğru önemli bir telgraf gelir…

Cihan Harbi gölgesinde, Bitlis günleri yazımızda buluşmak üzere…

Kaynakça

  1. Aytaç Demirci-Sabri Sayarı, Mustafa Abdülhalik Renda Hatırat, Önsöz, YKY 2. Baskı Mart 2019, s. 14
  2. Aytaç Demirci-Sabri Sayarı, Mustafa Abdülhalik Renda Hatırat, YKY 2. Baskı Mart 2019, s. 120
  3. Aytaç Demirci-Sabri Sayarı, Mustafa Abdülhalik Renda Hatırat, YKY 2. Baskı Mart 2019, s. 123
  4. Aytaç Demirci-Sabri Sayarı, Mustafa Abdülhalik Renda Hatırat, YKY 2. Baskı Mart 2019, s. 127
  5. Aytaç Demirci-Sabri Sayarı, Mustafa Abdülhalik Renda Hatırat, YKY 2. Baskı Mart 2019, s. 129
  6. Aytaç Demirci-Sabri Sayarı, Mustafa Abdülhalik Renda Hatırat, YKY 2. Baskı Mart 2019, s. 131
  7. Abdurrezzak Çelik, A. Tanzimat’tan Cumhuriyete Siirt, Emin Ofset Matbaacılık.Çelik, 2019, s.261
  8. Aytaç Demirci-Sabri Sayarı, Mustafa Abdülhalik Renda Hatırat, YKY 2. Baskı Mart 2019, s. 135-136
  9. Aytaç Demirci-Sabri Sayarı, Mustafa Abdülhalik Renda Hatırat, YKY 2. Baskı Mart 2019, s. 133-134