Tarihi Çırağan Vak'ası ve Ali Suavi

Abone Ol

Kısa yaşantılarına rağmen tarihe geçen iki şahsiyet Ali Suavi ve Tevfik Fikret’in ortak özellikleri: İkisinin de babalarının Çankırılı olmasıdır. Babalarının Çankırılı olması dışında Çankırı ile hiçbir münasebeti bulunmayan bu iki ismin bir diğer ortak yanı Galatasaray Lisesinin Müdürlüğünü yapmış ve görevden alınmış olmalarıdır.

Ali Suavi ve Tevfik Fikret’in asıl ortak tarafları Abdülhamit Han düşmanlığıdır. Sözde din adamı, ilk laiklik ve Türkçülük savunucularından olan Ali Suavi, 39 yaşındayken İngiltere adına “V. Murad’ı yerine geçirmek için Sultan Abdülhamid'e darbe teşebbüsünde iken”öldürülmüş; 20 Mayıs 1878 tarihinde yapılan bu baskın, tarihe ÇIRAĞAN VAK'ASI olarak  geçmiştir. Çırağan Baskınının elebaşı Ali Suavi olarak bilinse de; gerçekte Ali Suavi bir kukladır.



Ali Suavi'yi büyük âlim, mütefekkir, aktivist, sarıklı ihtilalci, Türkçü gibi sıfatlarla tanıtanların ortak özellikleri Abdülhamit Han düşmanlığıdır.

 

Ali Suavi kimdir?

Tanzimat fermanının ilan edildiği 1839 senesinde İstanbul’da doğan Ali Suavi, Çankırı’dan(Çay köyünden) gelip İstanbul’da yerleşmiş kâğıt mühreciliğı (parlatıcılığı) yapan Hüseyin Ağa’nın oğludur.

 

Ali Suavi orta mektebi bitirdikten sonra biraz da câmi derslerine devam edip kaleme kâtip oldu. Bursa ve Simav’da orta mektep muallimliği yaptı. Şikâyet üzerine azledildi. Kaleme döndü. Sofya ve Filibe’de çalıştı ise de burada da duramadı. Hac dönüşü muhtelif şehirlerde verdiği ateşli vaazlarla dikkat çekti. Hitabeti çok kuvvetliydi; dinleyenleri kolayca tesiri altına alırdı. Bir yandan da gazetelerde yazılar yazar; yazı dilini değiştirmek iddiasında bulunurdu. Jön Türklere katıldı. Hem hükümet, hem millet gizli Jön Türk cemiyetinden bu yazılar sayesinde haberdar oldu. Âli Paşa aleyhtarı yazıları, hem gazetenin kapanmasına; hem de Kastamonu’ya sürülmesine sebep oldu.

 

Ali Süavi medrese tahsilini tamamladıktan sonra, Sami Paşa’nın maarif nâzırlığı sırasında girdiği imtihanda başarı göstererek, Bursa Rüştiyesine muallim-i evvel tayin edildi. Halkın şikâyetler üzerine, bir sene sonra Bursa’dan ayrılmak mecburiyetinde kaldı. Simav’a giderek Kuşlu Medresesi’nde ders verdi ve bir müddet Rüştiye’de Başmuallimlik vazifesinde bulundu. Bu sırada Hacca giden Ali Süavi, dönüşte Sami Paşa’nın himayesiyle Filibe Rüştiyesine hoca olarak tayin edildi. Daha sonra Sofya’da Ticaret mahkemesi reisliği, Filibe’de tahrirat müdürlüğü yaptı.Aynı zamanda vaiz olan Ali Süavi, görevli bulunduğu Simav, Bursa ve Filibe’de verdiği vaazlarla dikkati çekti ve görevinden azledildi.

 

1867 senesinde İstanbul’a dönen Süavi bir taraftan Şehzâde Camii’nde vaazlar veriyor, diğer taraftan Filip Efendi’nin Muhbir adlı gazetesinde yazarlık yapıyordu. Bir süre sonra devlet aleyhinde şiirler yazmaya başladı. Bu durum gazetenin kapatılmasına ve Ali Süavi’nin Kastamonu’da ikamete mecbur edilmesine yol açtı. Kastamonu’da iken Mustafa Fâzıl Paşa’nın daveti üzerine kaçıp Paris’e gitti. Yolculuğunun büyük kısmını Nâmık Kemâl ve Ziya Paşa ile birlikte yaptı. Paris’te Mustafa Fâzıl Paşa ve arkadaşlarıyla yapılan toplantıdan sonra, burada alınan karar üzerine Muhbir gazetesini çıkarmak için Londra’ya gitti. Gazetenin daha ilk nüshalarından itibaren kararlaştırılmış hedeflerin dışına çıktığı görüldü. Bu yüzden Yeni Osmanlılar ve diğer erkân ile arası bozuldu. Nâmık Kemâl ve Ziya Bey, mektup yazarak gazetenin altındaki resmî cemiyet mührünü çıkarmasını istediler. Muhbir, Londra’da bir kaç nüsha çıktıktan sonra, matbaada çalışan bir Rum’un matbaa âletlerini çalıp satması yüzünden kapandı.

 

Londra’daMary isimli bir İngiliz kızı ile evlenen Ali Süavi, Sultan Abdülaziz’in tahttan indirilmesinden sonra İstanbul’a geri döndü. Galatasaray Sultanisine müdür tayin edildi ancak kötü idaresi ile mektebi karıştırması, perişan tavırları ve Türk halkının örf ve âdetlerine uymayan davranışları yüzünden kısa zaman sonra bu görevden azledildi. Bu olaydan sonra Abdülhamid Han’a ve idaresine düşman kesildi.

 

ÇIRAĞAN VAK’ASI


Sultan Abdülaziz’in 1876’da deli ol­duğu fetvasıyla tahtan indirilmesi üze­rine, Veliaht Murad Efendi hükümdar ilân edilmişse de, sonradan delilik kendisinde görülmüş ve tahta çıkışından üç ay üç gün sonra da zorunlu olarak taht­tan indirilip yerine kardeşi Veliaht Abdülhamid Efendi Padişah olmuştur.

 

II. Abdülhamid devri, vükelânın kısa sürede V. Murad zamanında alıştıkları gibi her is­tenileni yapmalarına müsait değildi. Padişahın bütün devlet yönetimini biz­zat eline almak istemesi vükelânın işine gelmiyordu. Bununla beraber Mithat Paşa’nın çaba ve ısrarıyla, istenilmeyerek, yönetim biçiminin meş­rutî olması kabul edilmiş (1876) ve Meclis-i Mebusan açılmış ise de, bir yıl­dan fazla sürmemişti. İşte bu sıralarda hastalığı yüzünden saltanat arzusunu tatmin edemeyen V. Murad ile annesi Şevkefza Kadın Efendi, oğlunun tahttan indirilişinden sonra hariçteki taraftar­larına mektuplar yazarak saltanat de­ğişimini istiyorlardı. Bunu sağlamak için de bazı gizli teşebbüslere girişmiş­lerdi.

 

Mason cemiyetine mensup Sultan V. Murad’ı tahta geçirmek isteyen komitelerden biri kendisi gibi mason olan İngiliz sevici Ali Suavi’nin başkanlık ettiği Üsküdar Cemiyeti ve diğeri de Sultan Murad mensuplarından ve Mason cemiyetinin İstanbul’daki üstatlarından Kleanti Skalyeri adında bir Rum’un yönetimi altındaki komiteydi. Suavi’nin taraftarları belirli za­manlarda kendisinin Üsküdar’da Şemsi Paşa’daki yalısında (Direkli yalı) top­lanıp görüşürlerdi. Mithat Paşa gibi İngiliz taraftarı olan Ali Suavi’nin 93 Harbi (Osmanlı-Rus Sa­vaşı)sebebiyle Rumeli’den kaçıp İstan­bul’a gelen Rumeli muhacirleri ile yakın bir münasebeti vardı. Çırağan Baskını esnasında Muhacirlerin ruh haletinden yararlandı. Jön Türkleri Avrupa’da destekleyen Mısırlı Prens Mustafa Fazıl Paşa’dan maddi destek alıyordu.

 

Ali Suavi 20 Mayıs 1878 Pazartesi günü saat 16.30’da, muhacirlerden oluşan 500’ü aşkın adam, Çırağan Sarayı yakınındaki Mecidiye Camii (Çırağan Camii) önünde bir araya geldi. Bir bölüm muhacirler de Ali Suavi ile birlikte Kuzguncuk’tan mavnalara binip deniz tarafından Çırağan Sarayına yanaşıp rıhtıma çıkmışlar­dı.

 

Çırağan Sarayının Harem dairesine girenlerin başında bulunan Ali Suavi, cariyelere “korkma­yınız fenalık için gelmedik” diye yatış­tırıcı sözler söylerken, diğer yandan Sul­tan Murad’ı sorup onu kurtarmaya gel­diğini beyan etmekteydi. Alt katta ise, Suavi’nin maiyetindeki adamlar Sultan Murad’ın inmesini bekliyorlardı.

 

Baskını duyarak müdahale için gelen Yedi Sekiz Hasan Paşa harem dairesine girdiği zaman Ali Sua­vi’yi elindeki sopa ile başına vurarak öldürmüştür. Bu olayda Ali Suavi ile birlikte arkadaşı Arnavut Salih, Ha­cı Ahmet, Molla Mustafa gibi elebaşları olarak 21 kişi ölmüş ve 30 kişi ya­ralı olarak yakalanmışlardır.

 

Ali Suavi Yıldız Sarayı civarında bir yere gömüldü. Bugün yeri kaybolmuştur.


Osmanlı hafiyeleri derhal evine koşup eşini tutuklamak ve evdeki evraklara el koymak istediyse de, Ali Suavi'nin İngiliz eşi Mary çoktan evdeki evrakları yakıp Marmara açıklarında bekleyen bir İngiliz gemisi ile kaçmıştı... İngiliz casusu olduğu söylenen kadın, Londra’da zengin bir Ermeni ile evlenip müreffeh bir ömür sürdü.

 

Çırağan olayı, İstanbul gazetelerin­den Türkçe gazetelerde etraflıca yazdı­rılmamış olup Türk gazeteleri bu olayı Beyoğlu’nda çıkan yabancı gazeteler­den alarak yayımlamışlardır.



 

KAYNAK:

HADİSAT-I HUKUKİYE, cilt I, s. 170; Basiret,  (19 Mayıs 1878);

Terceman-ı Şark Gazetesi, Nu. 43, 44, 45, 47; Mir’at-ı Hakikat, C.III, s.139; UZUN ÇARŞILI İsmail Hakkı Ali Suavi ve Çırağan Vak’ası, TTKB, c.VIII, 1 Teşrin 1944, S.32, Ank. 1944, s.71-118; TTKB, c.VIl, F.6; Ziya Şakir,

Çırağan Sarayında 29 Sene. Beşinci Murad’ın Hayalı İst. 1943, s. 160, 162.