Toplumbilimciler arasında çürüme yukarıdan aşağıya mı yoksa aşağıdan yukarıya mı başlar sorusu hep tartışma konusu olmuştur. Aslında ikisi birbirini besler. Yukarı dediğimiz yönetici kadro yani seçilmişler bu toplumun içinden çıkmaktadır. Peygamber Efendimiz, “Siz nasıl olursanız sizin idarecileriniz de öyle olur,” buyurmaktadır.
Toplum, bireylere birçok açıdan fayda sağlar. Bireyler, toplumda kimlik duygusu, aidiyet duygusu ve güvenlik duygusu bulurlar. Toplum, bireylere ihtiyaçlarını karşılamak için gerekli olan kaynakları ve imkânları sunar. Ayrıca, toplum bireylere eğitim, sağlık ve sosyal hizmet gibi önemli hizmetler de sağlar.
Sosyal çürüme, toplumun temel ahlaki değerlerin zayıflaması, bireyler arası güvenin azalması ve sosyal bağların kopması süreci olarak tanımlanabilir. Bu süreç, toplumun genel refah seviyesini düşürür ve uzun vadede ekonomik, politik ve kültürel sorunlara yol açar.
Günümüz toplumlarında, maddi varlıklara ve tüketime aşırı önem verilmektedir. Bu durum, bireylerin manevi değerleri göz ardı etmesine ve sadece kendi çıkarlarını ön planda tutmasına yol açmaktadır.Geleneksel aile ve topluluk bağlarının zayıflamasıyla birlikte bencillik artmıştır. Bu durum, insanların birbirleriyle olan dayanışmasını ve yardımlaşmasını azaltmakta ve sadece kendi çıkarını düşünmeyi teşvik etmektedir.
Bazı medya organları, şiddet, pornografi ve ahlaksızlığı teşvik eden içerikler üretmektedir. Bu durum, özellikle gençlerin ahlaki değerlerini zedelemektedir. Yine bazı politikacıların yolsuzluk ve ahlak dışı davranışları, toplumda genel bir ahlaki çöküşe yol açmaktadır. Ahlaki değerler bir toplumu ayakta tutan temel taşıdır. Temel çürüdüğünde bina ayakta kalamaz, çöker.
Tüketim Toplumunda Bireyselleşme ve Dünyevileşme
Modern toplumlarda bireycilik anlayışının yaygınlaşması, insanların sosyal bağlarını zayıflatır. Komşuluk ilişkilerinin azalması, aile bağlarının zayıflaması ve toplulukların parçalanması, bireylerin yalnızlaşmasına yol açar. Yalnızlaşan bireyler, kendilerini topluma yabancılaşmış hisseder ve sosyal çürüme süreci hızlanır.
Kapitalizmin teşvikiyle lüks tüketimin arttığı modern toplumlarda insan ilişkileri azalmakta, bireyselleşme artmaktadır. Özellikle büyük şehirlerde geniş ailenin yerini anne, baba ve çocuktan oluşan çekirdek aile almakta; aile büyükleriyle ve akrabalarla iletişim zayıflamaktadır. Çocuklar yüksek tahsil yapıp iş sahibi olunca ailelerinden ayrılmakta, evlenip kendi hayatlarını kurmakta, dolayısıyla anne baba çocuklarına verdikleri emeğin karşılığını alamamaktadır. Teknolojinin artan kullanımı, bireyleri yüz yüze iletişimden uzaklaştırmakta ve sanal ortamlarda daha fazla zaman geçirmelerine neden olmaktadır. Bu durumaile içi ilişkileri zayıflatmakta; birbirlerine zaman ayırmalarını zorlaştırmakta ve yalnızlaşmalarına yol açmaktadır.
Ekonomik eşitsizlikler ve adaletsizlik, sosyal çürümenin önemli sebeplerinden biridir. Gelir dağılımındaki adaletsizlik, zengin ile fakir arasındaki uçurumu derinleştirmekte; toplumdaki sınıf çatışmalarını körüklemektedir. Ekonomik adaletsizlik, toplumsal huzursuzluğu artırmakta; insanların devlete, kurumlara ve adalete olan güvenini sarsmakta, suça karışma riskini artırmakta, devlete başkaldıran terör grupları ortaya çıkarmakta; yoksullar, işsizler ve dar gelirliler geçimlerini sağlamak için suç işlemeye daha yatkın hale gelmektedir.
Ekonomik eşitsizlik, siyasi sistemde de temsil eşitsizliğine yol açmaktadır. Zenginler, siyasi sistemde daha fazla güce sahip olmakta ve bu durum yoksulların haklarının korunmasını zorlaştırmaktadır.Üreticilerin ve esnafın helal-haram gözetmeden, hileli mal üretmesi, stokçuluk yapması ve fahiş fiyat uygulaması karşısında devletin yeterli denetim yapmaması, caydırıcı ağır cezalar vermemesi, yapanın yanına kâr kalması durumunda halkın devlete olan güvenini sarsmakta suça meyilli insanları cesaretlendirmekte, “Enayi ben miyim,” diyerek aldatmaya ve hileye başvurmalarına yol açmaktadır.
Uluslararası Hukukun Üstünlüğü Endeksinde Türkiye’nin Yeri
BM raporunda yer alan bilgilere göre kadın ya da kız çocuklarının yüzde 55'i yani 48 bin 800'ü eşleri ya da aile üyeleri tarafından öldürüldü. Bu da ortalama her gün 133'ten fazla kadın veya kız çocuğunun kendi ailesinden biri tarafından öldürüldüğü anlamına geliyor.
Özgürlük Araştırmaları Derneği’nin uluslararası ortaklarından biri olan World Justice Project (Dünya Adalet Projesi) 2012 yılından bu yana ülkelerin uygulamada hukukun üstünlüğüne ne ölçüde bağlı olduklarını gösteren nicel bir değerlendirme aracı olan Hukukun Üstünlüğü Endeksi’ni üretiyor.
Hükümetlerin ellerindeki yetkiler, yolsuzluk, açıklık ve şeffaflık, temel haklar, düzen ve güvenlik, düzenleyici uygulamalar, hukuk mahkemeleri ve ceza adaleti başlıkları kullanılarak hesaplanan bu endekse göre hesaplanan endeks değeri 1’e ne kadar yakınsa hukukun üstünlüğü o derece yüksek olurken, 0’a ne kadar yakınsa hukukun üstünlüğü o kadar düşük olarak nitelendiriliyor.
Raporun 2023 yılı sonuçlarında, Türkiye’nin ne yazık ki hukukun üstünlüğü konusunda yıllardan beri hızlı bir şekilde düşüşte olduğu görülüyor. Totalde 0.41 puanı bulunan Türkiye bu skorla 142 ülke arasında 117. sırada bulunuyor ve hem bölgesel hem de küresel ortalamaların altında kalıyor. Türkiye bu sıralama ile Nijer, Siena Leone, Guatemala, Madagascar, Angola, Kolombiya gibi ülkelerin altında yer alıyor.
Resmi Kurumlara Güven Endeksi ASAL Araştırma’nın Türkiye genelinde gerçekleştirdiği kapsamlı güven endeksi araştırmasının sonuçları, vatandaşların devletin kurumlarına olan güveninin büyük çapta sarsıldığını ortaya koymaktadır. Araştırma sonuçlarına göre vatandaşlar özellikle Diyanet’e, Yargı’ya, Politikacılara ve Medya’ya hiç güvenmiyorlar! Bankalar, ÖSYM, YSK ve Belediyelerin durumları daha da aşağılarda
ASAL Araştırma 26 ilde, 17-27 Ağustos 2024 tarihleri arasında 2000 kişi ile yapılan ankette, katılımcılara “Türkiye’de en güvendiğiniz kurum hangisidir?” sorusu yöneltildi. Araştırmanın sonuçlarına göre Türkiye’de en fazla güvenilen kurum olarak % 19,7 ile "Ordu" birinci sırada, Polis Teşkilatı %16,5 ile ikinci sırada, Cumhurbaşkanlığı ise %11,1 ile üçüncü sırada yer aldı.
Katılımcıların verdiği cevaplara göre kurumların güven sıralaması şöyledir: Ordu %19,7, Polis % 16,5, Cumhurbaşkanlığı % 11,1, TBMM %10,2, Bankalar %4,2, ÖSYM % 4, YSK %3,5, Belediyeler %2,9, Diyanet % 2, Yargı %1,4 Politikacılar %1, Medya %0,9.
Bir İslam Ülkesi Olarak Türkiye
“Türk halkının %99 u Müslümandır” söylemi bir çerçeve ve bir görüntüdür. Kimi çevirip, “Sen Müslüman mısın?” diye sorsanız; bunu hakaret kabul eder, “Elbette Müslümanım,” der. Psikoloji, ”Çerçeve yanıltıcıdır, gerçek detayda gizlidir” der. Müslüman kimliği taşıyan insanlarımız, gerçek hayatta ve davranışlarında hiç de Allah’ın emrettiği gibi davranmaz. Her cuma hutbesinde imam Nahl suresinde geçen şu ayeti okur: “Şüphesiz Allah, adaletli davranmanızı, iyilik yapmanızı, yakınlarınıza ve ihtiyaç sahiplerine yardım etmenizi emrediyor; utanç vericidavranışları ve haddi aşmayı da yasaklıyor. O, düşünüp tutasınız diye size böylece öğüt veriyor”. Yine her hutbede olduğu gibi bir ayet ve arkasından bir hadis okuyup anlamını vererek hutbeyi tamamlar. Cemaat de alışık olduğu üzere sağır dinleme yapar. Okunan ayet ve hadisler üzerinde düşünme ve gereğini yapma pek gerçekleşmez.
Anekdot:Bir Cuma günü ezandan on dakika önce camiye gittim; içeri girdim. Baktım İmam Efendi minberde oturmuş üç-beş kişiye vaaz veriyor. Dışarıda onlarca insan oturmuş ezanı beklerken sohbet ediyor. Dedim ki: “Hocam, izninle sana bir sorum var. Bak ne güzel oturmuş bu insanlara Allah’ın kelamından vaaz ediyorsun. Dışarıda onlarca insan, gelip seni dinleyeceğine oturmuş dünya kelamı ediyor. Burada kabahatli olan sen misin yoksa dışarıdakiler mi?” İmam, biraz düşündükten sonra, tebessüm ederek; “Bu bir nasip işi kardeşim,” dedi.
Aslında inanmakla iman etmek arasındaki farkı düşündüğümüzde sorunun cevabını vermek kolaylaşacaktır. Amentü/iman ettim…diye başlayan imanın altı şartını dilimizle okuruz da “ba’suba’del mevt” kısmı üzerinde fazla düşünmeyiz. Öldükten sonra tekrar dirileceğine ve dünyada yapıp ettiklerinin hesabını vereceğine iman etmiş bir mümin cehennem korkusuyla Allah’ın yasakladığı haramlardan uzak durur. Eğer uzak durmadığı ve en ağır haramları işlerken bir vicdan azabı duymuyorsa bu insanın hesap gününe iman ettiği söylenemez.
Bir Anekdot:Ölmeden önce mallarını oğulları arasında paylaştırıp kızını mirastan mahrum bırakan yaşlı bir akrabam vardı. “Neden çocukların arasında ayırım yapıp kızını mahrum bırakıyorsun?” diye sordum. “Mal benim değil mi, istediğime veririm. Kızımın ihtiyacı yok, kocasının maddi durumu iyi” dedi. Yine sordum: “Kızının bu durumdan haberi var mı, rızasını aldın mı?” Pişkin bir tavırla, “Gerek görmedim,” dedi. Dayanamadım: “Ahiret var, hesap var, cehennem var. Kızın razı olmazsa yarın hesap gününde bunun hesabını verirsin,” dedim. Sözlerim canını iyice sıkmış olacak ki; “Hesap verecek benim, sana ne oluyor!” dedi. Bu adam gerçekte hesap gününe inanmış ve iman etmiş değildi. Adama “elini bana uzatır mısın!” dedim. Ne yapacağımı bilemediği için elini uzattı. Çantamdan çakmağı çıkardım, yaktım ve adamın eline tuttum. Hızla elini çekti. “Ne oldu; acıttı mı? Sen cehennemi ne zannediyorsun! Aklını başına al!” dedim. Ağlayarak yanımdan uzaklaştı. Ne diyeyim? İnşallah tesir etmiştir.
Bir Anekdot:Belediye otobüsünde seyahat ederken ön koltukta oturan iki yaşlı insanın konuşmalarına şahit oldum. Biri öbürüne, “Hacım, artık bundan sonra cennete çalışacağız,” dedi. Öbürü de tasdik etti: “Evet Hacım, artık cennete çalışmalıyız.” Muzipliğim tuttu. “Hacılar, bugüne kadar cenneti hak edecek ne yaptınız hele bunları anlatın. Hangi yetimin hangi dulun maddi ihtiyaçlarını karşıladınız, hangi fakir öğrenciye burs verdiniz? Bir ayağınız çukurda, evden camiye, camiden eve cennet cepte. Cennet bu kadar ucuz mu?” Sözlerim hoşlarına gitmedi tabi. Biri öbürüne: “Boş ver Hacım, aldırma, adam kafayı yemiş” dedi. Sustum, daha sözü uzatmadım. Bir bilge diyor ki: “Muhatabınızın aklına kapı açın ama iradesini elinden almayın; bırakın kendisi karar versin.”
Müslüman sıfatı taşıyan insanlarımızın çoğu “inanmış” gibi davranıyor. Her türlü haramı işliyor, ondan sonra “Allah affeder” diye teselli buluyor. Ne böyle bir Allah, ne böyle bir din var. Hesap gününe inanan bir insan küçük bir kız çocuğuna cinsel tacizde bulunur mu? Hesap gününe inanan bir adam geçinemeyip eşinden ayrılan kadını sığındığı baba evine zorla girerek üç çocuğuyla birlikte katleder mi? Cehennem olmazsa insan başka nasıl teselli bulur? Yaşasın zalimler için cehennem”
Haberlerde gün geçmiyor ki, bir kadın cinayete kurban gitmesin. Rabbimiz; “Kim haksız yere bir canı öldürürse, sanki bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim de bir canı kurtarırsa, sanki bütün insanların canını kurtarmış gibi olur,” buyuruyor. BM raporunda yer alan bilgilere göre bir yılda kadın ya da kız çocuklarının yüzde 55'i yani 48 bin 800'ü eşleri ya da aile üyeleri tarafından öldürüldü. Bu da ortalama her gün 133'ten fazla kadın veya kız çocuğunun kendi ailesinden biri tarafından öldürüldüğü anlamına geliyor.Yine gün geçmiyor ki büyük çapta bir yolsuzluk, bir hileli yiyecek ve mal üretmeşebekesi yakalanmasın.
Haber Bir: Balıkesir İl Jandarma Komutanlığınca, kişilerin sağlığını tehlikeye sokacak şekilde gıda maddesi üreten ve ünlü markaların etiketlerini kopyalayarak kullanan bir şebekeye İl Sağlık Müdürlüğü ekipleri eşliğinde 2 araç 9 adrese baskın düzenlemiştir. Yapılan operasyonda 34 bin 537 litre sahte zeytinyağı, 10 bin 768 kilogram sahte bal, 1500 litre sahte nar ekşisi, 1058 kilogram sahte karadut özü, 634 kilogram sahte pekmez, 540 kilogram glikoz şurubu, 204 kilogram sahte kızılcık reçeli, 88 kilogram sahte tahin ve 4 litre kimyasal boya maddesi ele geçirilmiştir.
Haber İki: Ankara'da 8 bin ton sahte bal üretim malzemesi ele geçirildi. Jandarma, Tarım ve Orman Müdürlüğü ve Gelir İdaresi Başkanlığı ekiplerinin düzenlediği operasyonda Ankara'da halk sağlığını tehdit eden şartlarda bal üreten bir fabrikaya düzenlenen operasyonda 8 bin ton sahte üretim malzemesi ve 100 bin adet sahte bal etiketi ele geçirildi. Ele geçirilen malzemelerin piyasa değeri yaklaşık 960 milyon TL olarak açıklandı, yapılan operasyonda 6 kişi gözaltına alındı.
Kul Hakkı ve Allah Hakkı Ayırımı
İslam’da esas itibariyle bir Allah hakkı, bir de kul hakkı vardır. Allah hakkı, her insanın Rabbine karşı yapması gereken kulluk vazifeleridir. Bu hususta yaptığı bir kusur, günah ve eksiklikten dolayı Allah'a yalvarır, tövbe istiğfar ederek affını diler. Allah da çok affedici ve çok bağışlayıcı
Fakat kul hakkı öyle değildir. Onun bir tek telâfisi vardır, o da haksızlığa uğrayan, hukuku zayi olan kişiyle bizzat görüşüp özür beyan etmek, helâllik dilemekle birlikte, maddi bir kaybı varsa telâfisine gitmektir.
Bir hadis-i şerifte Peygamber Efendimiz şöyle buyurdu: "Bir kimse kardeşinin haysiyetine, şerefine, malına haksız olarak zarar vermiş ve aldatmış ise; iltimas olarak verilebilecek altın ve gümüşün bulunmadığı hesap gününden önce helâlleşsin. Aksi halde, yaptığı haksızlık nispetinde onun iyi amellerinden alınıp hak sahibine verilir. İyiliği yoksa hak sahibinin günahından alınıp haksızlık eden adama verilir."
Anekdot:Meyve ve sebze pazarına gittiğinizde çoğu tezgâhın önüne iyilerin ve irilerin dizildiğini arkasına da küçüklerin ve özürlülerin saklandığını görürsünüz. Meyve pazarında domates almak için bir tezgâhın önünde durdum. Domateslerin en sağlam ve irileri öne dizilmiş, arkasına küçük, kısmen çürük ve ezik olanları saklanmıştı. Sakallı ve takkeli tezgâh sahibine: “Ön taraftan bana 3 kilo domates verir misin?” dedim. “Seçmece yok!” dedi. “Kardeş, sen namaz kılıyor musun?” diye sordum. Sanırım niçin sorduğumu anladı: “Sana ne benim namazımdan!” diye beni tersledi. Dedim ki: Peygamberimiz, “Bizi aldatan bizden değildir,” buyuruyor. Öne iyilerini, arkasına kötülerini koymak helal midir” Adam iyice sinirlendi: “Sana mal yok, yürü git, başımı belaya sokma!” diye beni tehdit etti. Dayak yememek için oradan ayrıldım.
Anekdot: Yaşlı bir danışanım anlatmıştı: “Bir alışveriş merkezinden ihtiyaçlarımı almış arabamla çıkış yapıyordum. Yolun diğer ucundan bir araba ters giriş yaptı. Selektör yaparak ters giriş yaptığını anlatmaya çalıştım ama o gelmeye devam etti. Yolun yarısında karşı karşıya geldik. Arabanın sürücüsü genç bir delikanlıydı. Arabasından indi, öfkeli bir ses tonuyla; “Ne diye selektör yapıyorsun!” diye bağırdı. “Ters yola girdin, seni uyarmak için selektör yaptım,” dedim. Özür dilemek yerine ne derse beğenirsiniz: “İn aşağıya da sana ters yolu göstereyim!” Şaşırdım kaldım. İki seçeneğim vardı. Ya savaşacak ya da kaçacaktım. Savaşmam halinde kaybedeceğim muhakkaktı. Ben de en mantıklı olan kaçma yolunu seçtim. “Özür dilerim delikanlı, arabamı biraz yana çekeyim de sana yol vereyim” dedim. Zafer kazanmış komutan edasıyla sırıtarak: “Ha şöyle, adam ol!” dedi. Yana çekilerek delikanlıya yol verdim, belayı savdım.”
Olayın özeti şudur: Kişilik ailede oluşuyor. Bu delikanlı büyük ihtimalle dayağın, baskının ve sindirmenin geçerli olduğu, güçlünün zayıfı ezdiği bir aileden geliyordu. Bu tür ailelerde büyüğe saygı, hatasını kabul etme, kul hakkına riayet ve özür dileme kültürü gelişmemiştir. Bu tip gençler çoğunlukla bıçaksız, silahsız dolaşmazlar. Kavga sırasında daha güçlü biriyle karşılaştıklarında bıçak ve silah kullanırlar Öyle görünüyor ki, bu delikanlı da sıklıkla haberlerde veya bizzat şahit olduğumuz gibi her an yaralama veya ölümle sonuçlanan bir olaya karışıp başını belaya sokabilecek durumda.
Peki, bu çürümenin çözümü ne? Ben şahsen eğitimci olarak çözümü öncelikle Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı, Milli Eğitim Bakanlığı ve Diyanet İşleri Başkanlığı olmak üzere üç kurumdan bekleyenlerdenim. Adalet ve İçişleri Bakanlığı da arkasından gelmelidir. Bu kurumların kendilerinden bekleneni yapamadıklarını yukarıda sonuçlarını verdiğimiz Resmi Kurumlara Güven Endeksindegörmüş olduk.