Şair, yazar, gazeteci, edebiyat araştırmacısı, eğitimci, idareci ve politikacı gibi özelliklere sâhip Ahmet Talât Onay, 1885 yılında Çankırı’nın Perdedar mahallesinde dünyaya geldi. Babası Çankırılı Hacı Saraç ailesine mensup Hâfız Nûman Efendi, annesi Afife Hanım’dır. Büyük dedelerinden Nûman Münif Efendi kadılık ve müderrislik yapmıştır.
Onüç yaşında kaybettiği babası Hafız Numan Efendi ilk hocasıdır. Ondan Kur’an dersleri alarak üç yılda hafız olmuştur. Temmuz 1911’de Ayşe Hanımla evlenmiş, bu evlilikten dünyaya gelen çocukları “Nilüfer, Orhan, Onay, Ülker” kısa aralıklarla vefat etmiştir. Daha sonra baldızının 2 yaşındaki kızı Yıldız Onay Işık'ı evlat edinmiştir.
İlköğrenimini Çankırı’da yaptı. 1905’te Kastamonu idadisine devam etti, son sınıfı Ankara’da okuyup Temmuz 1907’de mezun oldu. 1910 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesini bitirdi. Kasım 1910’da açılan sınava katılarak Kastamonu Sultanisi Edebiyat ve Felsefe öğretmenliğine atandı.
Ekim 1912’de Kastamonu Sultanisi Tarih Öğretmenliği vekilliğine, 14 Ekim 1914’te İzmir Sultanisi Edebiyat ve Felsefe Öğretmenliğine atandı. Aralık 1917’de Hilali İnas Sultanisi Edebiyat Öğretmenliğine getirildi.
Zonguldak, Bolu ve Ankara Milli Eğitim Müdürlüğü görevlerinde bulunmuştur.
III, IV, VII. Dönemlerde Çankırı, (V.) ve (VI.) Dönemler Giresun Milletvekili seçilmiş; iki defa TBMM Başkanlık Divanı Kâtipliği yapmıştır.
İlimizin Kengırı olan isminin Çankırı olarak değiştirilmesi Ahmet Talat Onay'ın TBMM’ne 1 Nisan 1925 yılında Mehmet Rıfat ve Yusuf Ziya Beyler ile verdiği tezkirenin kabulü ile gerçekleşmiştir.
Milli Mücadeledeki hizmetleri sebebiyle ”Beyaz Şeritli İstiklal Madalyası” ile ödüllendirilmiştir.
Basın hayatına, Kastamonu’daki öğretmenlik yıllarında, Vali Süleyman
Nazif’in himayesinde Tiraje(1910) isimli edebiyat dergisiyle başlayan Onay, bazı yazılarında Süha Zahir takma adını kullanmıştır.
Köroğlu (Kastamonu), Anadolu (İzmir); Duygu (İzmir), Halk Yolu (Çankırı); Necat (Çankırı), Abant (Bolu); Eşref (İstanbul); Muallim (İstanbul); Sa’y (Ankara); Hüküm (Konya), Yeni Fikir (Bursa) gibi pek çok gazete ve dergilerde yazıları ve şiirleri yayımlanmıştır.
Ahmet Talat Onay, Halk Edebiyatı sahasında birtakım kaideleri sistemli bir şekilde ortaya koyan ilk araştırmacıdır.
9 Ekim 1930 tarihinde çıkarmaya başladığı Çankırı’da Duygu adlı haftalık gazeteyi 19 Kasım 1938 tarihine kadar 404 sayı yayınlamıştır. Duygu Gazetesinde Çankırı ile ilgili haberler, araştırmalar, şiirler, masallar, folklor yazıları, iktisadi değerlendirmeler, spor yazıları, roman ve hikâyeler yer almıştır.
Ahmet Talât’ın asıl ününü sağlayan eserleri: “Halk Şiirlerinin Şekil ve Nev’i” ile “Türk Şiirlerinin Vezni” isimli olanlardır. Onay, bu iki eserinde, örneklerden hareketle, şiirimizin bazı kurallarını tespit etmeyi denemiştir. Halk şiirindeki şekil ve tür ayrımında musikinin rolüne özellikle dikkat çekmiştir.
Teklif ettiği bazı tabirler eskimiş, eksik ve yanlış olsa dahi, bu iki eser, bu alanda çalışacakların başvurmadan geçemeyecekleri klasik kaynaklar arasında yerini almıştır
Ahmet Talât’ın bir başka önemli tarafı da şairliğidir. Sarı Çiğdemler adlı şiir kitabı Cemal Kurnaz tarafından edebiyatımıza kazandırılmıştır.
Ahmet Talât Onay’ın yıllarca süren bir çalışma sonunda, 1941’de tamamladığı Eski Türk Edebiyatında Mazmunlar ve İzahı adlı eseri Cemal Kurnaz tarafından basıma hazır hale getirilmiştir. Eser, büyük boy iki cilttir. Kitapta divan şairlerinden örnekler yer almış, 990 kadar madde, alfabetik olarak sıralanmıştır. Rahmetli Onay bu eseri bastırmak için çok uğraşmıştır, ancak eserinin basıldığını göremeden vefat etmiştir.
Devrin Cumhurbaşkanı Celal Bayar’a yazdığı mektupta yer verdiği şu satırlar hayli üzücüdür:
“... Şimdi her ay aldığım 450 lira emekli maaşımdan 80 lira kadarını, müptela olduğum kalp kifayetsizliği hastalığımdan dolayı ilaca ve doktor ücretine, 215 lirasını Mebusevleri Kooperatifi’ne, bakiyesini, para eden kitap ve eşyâmı satarak ihtiyaçlarımıza sarf ediyorum ve iki senedir doktorların tavsiyesiyle evden dışarı çıkamıyorum.
23 yıllık mebusluğumda on para biriktirebilmiş değilim ki, eserimi bastırayım.
Birkaç aydır ölümle pençeleşiyorum. Mesut ölebilmek için eserimin tab’ını istiyorum.
İzmir’deki iltifatlarınızı hatırlayarak son bir ümitle huzurunuzda el açıyorum.”
Ahmet Talât Onay’ın önemli yanlarından biri de Türkçü olmasıdır. Onun Türklük kıvılcımını ateşleyen, Darülfünun’daki hocası Ahmet Hikmet Müftüoğlu’dur. Onay, kendisinin Türkçülüğe yönelmesini, İzmir’de neşredilen Duygu gazetesinde (1936) yedi bölüm olarak tefrika edilen “Nasıl Türkçü Oldum” adlı yazısında, ayrıntılarıyla dile getirmiştir. Öyle ki, Onay, 1923’te Bolu Maarif Müdürü iken, Atatürk’e, kendini milletvekilliğine aday göstermesini isteyen bir telgraf çekerken, cümlelerine şöyle başlamıştır:
“Ankara Müdâfaa-i Hukuk Cemiyeti Reisi Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine,
Türküm, Darülfünun Edebiyat Şubesi mezunuyum...”
Milli kültürümüzün inşâsında önemli hizmetlerde bulunan şahsiyetlerden biri olan Ahmet Talât Onay, 22 Eylül 1956’da Ankara’da vefat etmiş, Cebeci Mezarlığı’na defnedilmiştir.
Fransızca bilen Onay’ın ESERLERİ:
1-Âşık Dertli: Bolu 1928.
2-Halk Şiirlerinin Şekil ve Nev’i, İst.1928.
3-Çankırı Şairleri, Cilt I,Çankırı,1931;Cilt II, Çankırı 1933.
4-Türk Şiirlerinin Vezni, İstanbul,1933.
5-Âşık Tokatlı Nuri, Çankırı 1933.
6-Dâstân-ı Ahmet Haramî, Çankırı 1933.
7-Sarı Çiğdemler (Şiirler), Hazırlayan Cemal Kurnaz,İst.1993.
8-Eski Türk Edebiyatında Mazmunlar ve İzahı, Hazırlayan Cemal Kurnaz, Ankara 1992.
9-Milli Mücadele Yazıları, Cemal Kurnaz-Şefika Kurnaz, İstanbul 1995.
Ahmet Talat Onay’ın DERGÂH Edebiyat Dergisinin Şubat 1995 sayısında yer alan yazısı:
BİR ŞİİR HEVESKÂRININ SERGÜZEŞTİ (AHMET TALAT ONAY)
Henüz on üçüme girmiştim. (1314) İyice hatırlıyorum; yeni çıkan her türküyü çabuk öğrenir, evde, bahçede oynarken bunları peltek bir lisanla söylerdim. Altından ve üstünden bir parçayı bulamazsam müphem sözlerle ikmale çalışarak etrafımdakileri güldürürdüm.
1316/1900 Eylülünde memleketimin idadi talebesi arasına yeni katılmıştım. Amcam Hakkı Efendi merhumun mecmuası elime geçti. Bu mecmudaki şiirlerden en çok anladığım ve sevdiğim koşmalardı. Bunları taklide başladım. Vezin örneğim halktan dinlediğim koşmaların ahengi, makamı idi. Böylelikle yazdıklarımı şair tanınanlara düzelttiriyor, amcama eksik ve yanlışlarımı çıkarttırarak eser sahibi oluyordum. Artık gittikçe şair olduğuma inanıyor, arkadaşlarım arasında başımı bir karış yukarıda tutuyordum.
Bu gurur bana aruzla da yazma cesareti verdi. 1321/1905 yılının güz ayında Çankırı idadisini ikmal ederek Kastamonu İdadisi 6. Sınıfına girmiştim. Mektebin yeni talebesinden olduğum, arkadaşlarımla muallimlerimin huylarını bilmediğim için yazılarımı kimseye gösteremiyordum. Bir de talebelerin şiirle uğraşmaları şiddetle yasaktı.
Sınıfımızdaki 18 arkadaşın yarısı manzum yazabiliyordu. Bir gün edebiyat muallimimiz Hoca Sıddık Efendi merhum sınıfta tahrir vazifesi verirken: “Taşköprü’de Alişan Ağa ismindeki hayır sahibinin yaptırdığı çeşme için bir tarih yazınız!” Emrini verdi. O gece, nöbetçilere uyuyor görünerek
Lüleden Tal’at akan tarihi cevher katrası (1)
Ma-i evserdir olun siyrah ey dilteşnegân
1322
Makta’lı tarihi sabahleyin hocam takdim ettim. Hocam benim şiirle uğraştığımı bilmiyordu. Bir gecede bu tarihi yazmaklığım takdirini, mamafih istiğrabını mucip oldu. Yazabilenlerin esreleri içinde benimkini düzelterek taşçıya gönderdi.
Birkaç ay sonra Rüştiye Muallimliğinden mütekait Behçet Efendi vefat etmişti. Sınıfımız bir vefat tarihi yazmak teklifi karşısında kaldı. Hocamın beğendiği:
Cevheri eşkim döküp Tal’at dedim tarihini
Hâce Behçet kıldı yahu Canib-i adne sefer
1323
Makta’lı tarihi yazdım. Bir hafta sonra taşçılar içinden geçiyordum. Tarihi, nefis bir rık’a ile yuvarlak bir taşta yazılı görünce göğsüm kabardı. Dikkatle okudum, ikinci beytin:
Kastamonu şehrini etmiş idi pür zib-ü fer
Mısraındaki “pür” kelimesi yazılı değildi. Hemen taşçıya noksan olduğunu söyledim. Adamcağız gülümseyerek yüzüme baktı; aramızda şu sözler geçti:
-Ona, senin aklın ermez!
-Niçin ermesin, meydanda.
-Onu, Hafız Mustafa Efendi yazdı.
-Fakat asıl tarihi ben yazdım.
-Güleyim kendinin çamaşır yıkamasına.
Birkaç gün sonra taşçı dükkânının önünden geçiyordum. Yan gözle tekrar baktım. Bizim mısraın tashih edildiğini gördüm. Fakat bu son tarizden nasıl düşüp te yıkılmadığıma hâlâ mütehayyirim.
Hocamın böyle teşvikleri devam ediyordu. Artık mektepte irticalen şiir söyleyen; arkadaşlarla şiir, edebiyat mücadelelerinde galip gelen bir şairdim! Bütün dersleri ihmal ederek kendimi şiire vermiş, fenafişşiir olmuş, bu yüzden imtihanda kimya dersinden ikmale kalarak –arkadaşlarımın mahfuzu olan- şu kı’tayı mektep şadırvanının tavanına yazmıştım.
Ben çalışmam derslere kalsam sınıfta gam değil
Müstehaktır her felaket ben gibi gayretsize
Zevk ile vaktim geçirdim, oldu encamın fena
Arkadaşlar! Say edin, halim büyük ibret size!
Bir gün aruzla yazdığım şiire:
Tal’atâ bu şi’-ri ferah - zâdıma
Nazire yazacak gelmez yâdıma
Arzetsem üstadı hoş nihâdıma
Tanzire tenezzül eder mi bilmem?
Bendini havi bir koşmayı leffederek takdim ettim. Ertesi gün hocam sınıfta “Türkçede 2 türlü vezin olduğunu, bunlara -aruz, parmak hesabı- denildiğini; elfaz-ı cezele ve rakikanın aruza müsait; fesahat ve belagatin aruzla mütecelli olduğunu; parmak hesabının kahve âşıklarının lisanında dolaştığını; benim koşma vadisinde de muvaffak olduğumu” söyledi. Bu derste kendisinden “parmak hisabı” na dair malumat talebine kadar vardık. Tariz ve istihzadan çok hoşlanan Hocamız:
-“Parmak hesabı denilen vezin, âşıkların sazında, avamın sözünde; çobanın kavalında, köylünün mavalında vardır” cevabını verdi. Bu cevap herkesin handesini, benim kızarmaklığımı intaç ve fakat “parmak hesabı” na karşı kalbimde sönmez bir muhabbet iykat etti.
Edebiyat-ı cedide’nin afiv bilmez bir düşmanı, Muallim Naci ve taraftarlarının abidâne hürmetkârı olan hocamıza o hafta günü kitapçı Küçük Hamdi Efendi’den tedarik ettiğimiz Mehmet Emin Bey’in Türkçe şiirlerini ve Raşit Bey’den aldığımız Nuri Beyin:
Bak şu güzel köylüye, işte bu kızdır peri
Şarkısını ve Akif Paşa ile Nedim’in koşmalarını ertesi gün gösterdim. Maksadım hocamı ilzamdı! Bunları birer tecribe-i kalem ve vakit öldürmek için yazılmış şeyler nev’inden sayan hocam, nihayet: “Parmak hesabı denilen heca vezni, aruz vezinleri gibi müdevven değildir. Çok emek ve himmet ister. Çalışınız, toplayınız; böyle birer eser vücuda getirerek milletin şükranını kazanınız. Benim şimdi vereceğim malumat noksandır. Hazine-i fünunun birinci yılında Veled Çelebi’nin bu hususa dair makalelerini görmüştüm, oraya bakınız!” Cevabını verdi. Hazine-i fünunu 9 sene sonra gördüm. Fakat bu müddet zarfında milli vezne dair oldukça bir fikir hâsıl ettim. İşte bu vezin hakkındaki mektep malumatım!
Bundan sonra mahafil ve matbuatta bu vezin hakkında bir şey görmedim, duymadım. Temmuz inkılabından sonra her gün batıp çıkan gazete ve mecmualardan bir ikisine bu vadide şiirler, bu bahse dair makaleler yazılmasını teklif ettimse de aldıran olmadı. Birkaç sene sonra Türk Yurdu mecmuasında Ahmet Hikmet Beyin iki makalesi; bilahare Necip Asım ve İzzet Ulvi beylerin birer Türkçe vezin risaleleri görüldü.
1326/1910 senesinde Kastamonu Lisesinde edebiyat muallimi iken talebeme aruz’u müteakip – fakat resmi program haricinde hece vezni hakkında da malumata vermeye başladım. Birkaç sene sonra milli vezin hakkında malumat itası resmi programı da girdi. Mektepler için yazılan kitaplarda bu bahisler ya meskût geçiliyor yahut kusurlu ve eksik yazılıyor; misallerde hep birbirinin aynı gibi idi.
Kastamonu ve İzmir Liselerindeki on senelik tedrisatım neticesinde “Türk şiirlerinin vezni, şekli, nev’i,” hakkında oldukça ehemmiyetli malumat ve malzeme sahibi oldum. İşgalde İzmir’den çıkarken bir şey alamadım. Dört sene ordumuzun İzmir’i düşmandan tathirini müteakip anladım ki; Yunan askerlerinin yağma edemediğini eş, dost paylaşmışlar, “oğlan aldı oyuna, çoban aldı koyuna gitti” kabilinden talan etmişler.
Ehibba şirve-i yağmada mephut eyler âdayı
Huda göstermesin âsarı izmihlâl bir yerde
Yeniden topladıklarımla Halk şiirlerinin şekil ve nev’i namındaki eserimi yazdım. Şimdi de istediğim kadar bol malzeme tedarik edemediğim halde Türk vezinlerine dair bir eser yazmak hususundaki arzularıma galebe edemedim. Hocamın “Böyle bir eser vücuda getirerek milletin şükranını kazanınız” tavsiyesini icra etmek istedim.
Çankırılı Ahmet Talat (Onay) , Türk Şiirlerinin Vezni, İstanbul Ahmet İhsan Matbaası 1933, sf. 5-9
(1)“Lüleden” kelimesi hocamındır. Ben Çankırı’da su musluklarına “filke” dendiği için “filkeden” demiştim.
(2)Ahmet Talat Onay’ın DERGÂH Edebiyat Dergisinin Şubat 1995 yılında yayınlanan 5. Cilt, 60. sayısında yer alan "Bir şiir heveskârının sergüzeşti" başlıklı yazısı.