«Bir aileyi idare etmek, bir devleti veya bir orduyu idare etmekten daha kolay değildir. (Mondaign)

Kişinin olaylara, insana ve hayata verdiği anlam üç bilinç yoluyla gerçekleşir:

•      Sen bilinci

•      Ben bilinci

•      Biz bilinci

Sen bilinciyle düşünen insanlar kendi davranışlarının sorumluluğunu almaz, sorumluluğu başkalarına yüklerler.Terfi edemeyen bir memur, sen bilinciyle düşündüğü zaman müdürünün kendisini sevmediği ve başarılarını kıskandığı için terfi ettirmediği söyleyecektir. Sen bilinciyle düşünen insanların ortak özelliği hep kaderden, birilerinden ve bir şeyden yakınıyor ve şikâyet ediyor almalarıdır. «Kaderim kötü yazılmış. Hep karşıma kötüler çıkıyor. Felek vurmuş bir kere, ne yapsam nafile. Bu dünyaya acı çekmek için gelmişim» derler. Hüzün veren arabesk türü müzikten hoşlanırlar.

Ben bilinciyle düşünen insanlar olayların, insanların ve hayatın kendi kontrollerinde olmasını isterler, çünkü her şeyin doğrusunu onlar bilir. Kimse onları eleştiremez, kimse onlara akıl veremez. Kendilerinden başka kimseye güvenmezler. «Her şey benim kontrolümde olmalı. Eşim, çocuklarım, işçilerim, öğrencilerim, memurlarım, bana itaat etmeli» diye düşünürler.

Biz bilinciyle düşünen insanlar empati yapmasını bilen insanlardır. «Bu evde, bu iş yerinde, bu okulda sadece ben yokum, başkaları da var, onların da hakları var» diye düşünürler.Yorumlardan da anlaşılacağı gibi burada en ideal bilinç biz bilincidir. Ailede, okulda, komşulukta, iş yerinde biz bilincinde düşünen ve hareket eden, kendisiyle ve başkalarıyla geçimli insanlara ihtiyaç var. Huzuru, sevgiyi, adaleti, hoşgörüyü, barışı, yardımlaşmayı bu insanlara borçluyuz.

Çinli Gelinin Hikâyesi

Tek çocuklu dul bir anne, «bana itaat eder, her işimi görür,» diye düşünerek oğlunu yetim bir kızla evlendirdi. Ancak daha ilk günden itibaren onu kıskanmaya başladı.

Oğlunun eşini sevdiğini ve mutlu olduğunu gördükçe kıskançlığı daha da arttı. Kızcağızı oğlunun gözünden düşürmek için türlü bahaneler uydurmaya, yaptığı temizliği, pişirdiği yemeği eleştirmeye başladı. Oğluna, «sen evde yokken bu gelin bana neler çektiriyor bir bilsen» diye onu çekiştirdi. Bu kıskançlığa bir anlam veremeyen kızcağız, «Eyvah ben nasıl bir kaynanaya düştüm. Bu kadınla aynı evde yaşadığım sürece mutlu olamayacağım» diye düşünmeye başladı.

Ne yaptıysa kaynanaya yaranamadı. Belki bir çare bulur diye o zamanın doktoru yerine geçen şifalı otlarla tedavi yapan yaşlı bir otacıya gitti. «Üstadım, kaynanamdan görmediğim zulüm kalmadı. Canımdan bezdim, İntiharın eşiğine geldim. Yok mu bunun bir çaresi?» dedi. Otacı gülümsedi.»Anladığım kadarıyla sen bu kaynanadan kurtulmak istiyorsun,» dedi. Gelin, utancından yüzü kızararak: «Evet, üstadım,» dedi.

Otacı tezgâhın altından içi beyaz tozla dolu bir poşet çıkardı ve şöyle dedi:  «Belli etmeden her gün kaynananın çayına bu zehirli tozdan bir çay kaşığı kadar koy ve karıştır. Koku ve renk vermediği için kaynanan bir şey anlamaz. Bir sene içinde yavaş yavaş zehirlenip ölecek ve sen de ondan kurtulmuş olacaksın. Ancak burada çok önemli bir husus var. Kaynananın senden şüphelenmemesi için onunla çok iyi geçinmelisin. Ne derse desin, ne yaparsa yapsın katlanmalı; peki anneciğim, tamam anneciğim, sennasıl istersen öyle olsun, demelisin.”

Gelin buna dünden razıydı. «Üstadım, kaynanam istesin sırtımda taşırım. Bir sene ne ki, çabuk geçir. Her şeyine katlanır, belli etmem» dedi ve evinin yolunu tuttu.

Daha üç-beş gün geçmeden kaynana gelinin sabrına şaştı kaldı ve bir anlam veremedi. Baskısını ve zulmünü artırdı. Gelin her seferinde «Anneciğim,» dedi başka bir şey demedi.

Aradan bir hafta geçmişti. Kaynana gelinin bu yeni ve olumlu tutumu karşısında vicdana geldi:«Ben ne yapıyorum, bu yetim kızcağıza etmediğim zulüm kalmadı. Ama o hala bana anneciğim diyor» diye kendini sorguladı. Bir gün akşamüstü birlikte karşılıklı çay içerken gülümseyerek gelinine şöyle dedi: «Kızım, hakkını helal et. Seni oğlumdan kıskandım, etmediğim zulüm kalmadı. Sen buna rağmen bana anneciğim diyorsun. Bundan sonra benim öz kızım gibisin.»

Oğlu akşam işten eve gelince, gelinine yaptığı haksızlıkları itiraf etti. Onunla helalleştiğini söyledi.Bu sefer vicdan yapma sırası geline geldi: «Eyvah. Kaynanam değişti, bana kızı gibi davranıyor. Ben de onu zehirliyorum.»

Vakit geçirmeden soluğu otacının yanında aldı. Otacı yine gülümsedi: «Nasıl gidiyor, işler yolunda mı?» dedi. Gelin ağlayarak: «Hayır, işler yolunda değil, kaynanam değişti, bana öz kızı gibi davranıyor. Bense onu her gün zehirliyorum. Ben kaynanamın ölmesini istemiyorum, bunun bir panzehri yok mu?» dedi. Otacı gülümsedi: Panzehir sensin!» dedi.

Gelin, otacının ne demek istediğini anlamadı. Otacı açıkladı: «Kızım sana verdiğim beyaz toz zehir filan değildi. Yaşlılara iyi gelen şifalı bir otun tozuydu. Sen, istemeyerek de olsa kaynanana iyi davranıp onun her şeyine katlanınca, yani sen değişince kaynanan da değişti. Haydi, gözün aydın.»Gelin bu kez sevincinden ağladı. Otacının elini öptü. Sevinçle evinin yolunu tuttu.

Hikâyenin Yorumu: Başta kaynana “ben bilinciyle” hareket ettiği için «her şey benim kontrolümde ve benim istediğim gibi olmalı» diye düşündü.Gelin de “sen bilinciyle” hareket ederek kaynanasını suçladı, «bu kadınla aynı çatı altında yaşamam çok zor» diyerek ondan kurtulmanın yolunu aradı.

Gelin, her şeye rağmen değişip kaynanaya iyi davranmaya başlayınca kaynana “biz bilinciyle” düşünmeye başladı. Empati yapıp kendini gelinin yerine koydu.           «Gelin mutsuz olunca, oğlum da mutsuz oldu. Ben de bu durumdan pek utlu değildim,» diye düşündü. Gelinine iyi davranmaya başladı. Böylece ortaya mutlu bir aile modeli çıktı. Onlar ermiş muradına, biz çıkalım kerevetine.