‎ Büyüyünce Acun Olacağım Baba! (?)‎

Yemekler yendikten sonra evin küçük çocuğu ödevlerinin, ailesi ise televizyonun başına kuruldu. Baba, oğlunun kaçamak bakışlarla televizyona baktığını görüp dikkatini tekrar dersine vermesi için yanına gitti ve ödevlerinde takıldığı noktalarda yardımcı oldu. Ödevini bitiren çocuk çantasını toplarken babası,

-Aferin benim oğluma. Derslerine hep böyle çalış, Çalış ki güzelce mesleğini eline al, rahat bir hayat yaşa. Görüyorsun halimizi. İyi bir masa başı iş bul, bizi de kurtar kendinide...

 Büyüyünce ne olacaksın bakayım? Diye sordu.

-Acun olacağım baba! 

Babası şaşırarak tebessüm etti.

-Ama oğlum meslek olarak ne yapmak istiyorsun?

-Tamam işte baba meslek olarak Acun olacağım ben! Dedi.

-Öğretmen, mühendis veya başka bir meslek… Diyerek açıklamaya çalıştı babası.

-Baba yoook ben o meslekleri istemiyorum. Kendimi de sizi de üzmeyeceğim! İşte rahat bir hayat yaşabilmek için Acun olacağım ben! Hem onun televizyonu bile var. Ablama baksana kaç senedir okuyor uğraşıyor. Hala Kpss diye bir sınav yüzünden öğretmen olamadı. Abim, bizimle vakit geçirmeden ders çalıştı, o kadar uğraştı Mehmet dayımlar olmasaydı belediyedeki işine bile giremezdi. Dedi.

Baba bu sözleri duyduktan sonra sessizce kumandayı aldı, oğlunun hayali olan kişinin tv programını kapattı ve düşünmeye başladı. Oğlu doğru söylüyordu ve haklıydı. Fırsatı olsa kendi bile Acun olurdu şimdi. Rahat yetişme telkinleriyle büyüyen oğlu, hayatının her noktasında paradan dem vurulan bu zamanda neden başka bir şey olmak istesindi ki? Çocukların meslek belirlemesindeki en önemli nokta o mesleğin ilgi çekici olması, toplum tarafından üstün görülme özelliği değil miydi?

Mesela kendisi öğretmenini hatırlıyordu, küçükken bu yüzden öğretmen olmak istemişti; Öğretmenini gören herkes saygıyla elbisesini düzeltmeye çalışırdı. Hediyeler verir, akıl danışırlardı. Küçük bir çocuğun gözünde babadan sonra kahramanı öğretmen olurdu. Gerçi şimdinin çocukları babasını bile kahraman olarak görmüyordu baksana. Çocuklar, babası yeni çıkan telefonu almadı diye bırak kahraman olmayı “senden nefret ediyorum!” sözüyle bile karşılaşılayabiliyordu...

Zoruna da gitmiyor değildi babanın. Ama belki de küçücük çocuğun böyle olmasını kendisi istemişti! Oğlunu hep arkadaşlarıyla kıyaslamış, aldığı notlara göre değerlenmişti. Oğlunun arkadaşına ettiği yardım ilgisini çekmezken, çözdüğü bir matematik problemiyle neşelenmişti.  Yalan söyledi diye değil de herhangi bir dersin herhangi bir sınavından zayıf aldı diye küplere binmişti. Hele bir keresinde oğlunu kitap okurken görmüştü de bunlar para etmez! Şimdiden soru çözmeyi öğren deyivermişti…

İşte çocukcağız belki de ilk orada her şeyin para olduğunu öğrenmişti…

 

Hâlbuki biz böyle miydik? Osmanlı zamanında, âlimlerin evlerinin önünde sıralar olurdu. Padişahtan halka kadar herkes, ellerini öpmeye çalışırdı. Yolda görülse ayağa kalkılır hürmet gösterilirdi. Bu tabloyu gören çocuklar, gençler örnek olarak âlimleri alırdı. İlme, heves ederlerdi. Peki ya şimdi? Sadece fiziğiyle gündemde kalan mankenleri, televizyonda yaptığı şaklabanlıklarla herkesin tanıdığı bir isim olmayı becerenleri görünce çocuklara ilmi, takvayı, güzel ahlakı nasıl anlatabiliriz? Biraz düşünelim bunu…

Çocuklarımıza ne zaman “Evladım sen insan ol, sonra elinden geldiği kadar çalış. Allah emeğini zayi etmez” diyerek hayata başlatırsak işte o zaman yaşantısı sadece para ve gösterişten ibaret olmayan ünlülerimiz olur..

Canlılar âleminde tüm yaratılanlar doğuştan kendine ait özelliklerle doğar. Misal kedi doğar doğmaz kedidir, kedi olması için onun bir eğitime ihtiyacı yoktur. Balık doğdu mu yüzmeye başlar. Lakin insanın, insan olabilmesi için ailenin yetiştirmesi ve çevresinden güzel şeyler alması lazımdır. Ki insan-ı kâmil olabilsin...