Medine Camii’nin çay ocağında, namaz vaktini bekliyorum. Ocaktaki insanların çoğu günlük meşgalelerden konuşmaya dalmış. Hatta burasının bir cami müştemilatı olduğunu unutmuş, Resulallah Efendimizin lanet ettiği faiz hesaplarından bahsediyorlar. İçim hüzünle doluyor ve "Sahabe Efendilerimiz bu zamanda şu Camii’de olsalardı ne yaparlardı?" diye düşüncelere dalıyorum.
Sahi, şu ağaçların altında Suffa ehli bir dilim ekmekle, hurmalarını paylaşsaydı, Ashab yeni inen ayetleri ezberleseydi, şu küçük havuzun yanın da Ebu Hureyre (radiyallahu anh) Resulallah Efendimizden duyduğu sözleri aktarsaydı. Bana sadece onları görebilme şerefi kalsaydı…
“Boyayalım mı abi?” diyen şivesi bizim gibi olmasa da bizden olduğu belli olan bu ses, beni dalıp gittiğim alemden ahir zamana getirdi tekrar. Soran, on üç- on dört yaşlarında gibi görünen, buğday benizli, kavruk tenli, güler yüzlü bir delikanlı …
- Ayakkabılarımı boyama ama gel beraber bi oralet içelim,
- Ben gazoz içsem olur mu abi?
- Olur tabi, gel. İsmin ne senin bakayım?
- “Miyyamin” abi (Bünyamin’i bu şekilde söylüyor.)
- Bünyamin isminin nerden geldiğini, kim olduğunu biliyor musun?
- Biliyorum abi. Hz Yusuf’un kardeşiymiş. Yakup (a.s) hasta olduğunda hep o ilgilenmiş.
- Benim ismimde Yusuf, abi- kardeş gibi olduk Bünyamin
- Abi Müslümanların hepsi kardeş ya!
Bu cümleyi duyduğumda oralet içip, çizgi filmlerden konuşacağımızı sandığım çocuk hayrete düşürdü beni. Biraz daha tanımak için başka sorular sordum. Bakışlarındaki durgunluk, belki hiç yaşamadığı çocukca tavırlar vs. yoktu bu çocukta. İyice meraklandırdı daha fazla konuşmak istedim.
Suriye'li Türkmenlerdenmiş. Son ağabeyi de şebbihalar tarafından şehid edilince buraya göç etmişler. Evde erkek olarak bir kendisi bir de yaşlı babası kalmış. Babası hastahanede temizlik görevlisi olarak çalışıyor ama yetiremediği için şehid olan abisinin hanımının harçlığını Bünyamin karşılıyormuş. Kendi dediğine göre abisi öyle vasiyet etmiş.
Dünya’nın çeşitli beldelerinde bizlerden yardım bekleyen tüm kardeşlerimizin veballerinden kurtulmak istermişçesine yakın olup daha fazla sorular sormak istedim tekrar.
- Nasıl harçlığını çıkarabiliyor musun? Memnun musun?
-Elhamdüliilah çok şükür abi! Allah rızka kefil, O veriyor zaten!
Kutsala, namahrem eli değdirmemek için, ağabeylerinden, yurdundan her şeyinden geçen çocuk ne güzel öğretiyordu tevekkülü bana.. Bir ara gözlerim pembe renkli spor ayakkabılarına takıldı; Ablasınınmış… Abisinin emaneti olan yengesine yardımcı olmaya çalışan küçük delikanlı, kendine ayakkabı alamamış. Onun bu fedakarlığı bir kez daha şoka sokuyor beni. Biraz daha konuştuktan sonra özlediği akrabalarından bahsediyor. Memleketine tekrar gitmek istediğini hissettiriyor.
Beraber gider miyiz abi? Sorusuyla muhattap oluyorum işte. Ne diyeceğim şimdi ben? Hangi bahanelerimin arkasına sığınacağım? Sözündeki samimiyetine verecek hiçbir cevabım yoktu. Biz daha burada beraberliği sağlayamamıştık ki! Kardeşlikten önce siyasi partilerimiz, ideolojilerimiz, tuttuğumuz takımlardan dolayı bile birbirimizin ötekisiydik. Beraberliği baba-oğul bile sağlayamıyorduk artık. Bizim garipliğimiz, kendi zalimliğimizin sonucuydu bu.
O an yine her biri gökteki yıldız gibi olup, her halleriyle bizlere örnek olan Sahabe Efendilerimizi düşündüm tekrar. Günlük sayıyla hurma yiyen Ashab-ı Suffa tüm hurmalarını ağabeylerini kaybetmiş şu mahzun kardeşlerine mi verirlerdi? Ebu Hureyre radiyallahu anh, sohbet ettiğini düşündüğüm şu havuzun başında ne derdi ona? Kalbine nasıl dokunurdu?
Tevekkülüne hayran kaldığım, umuduyla umutlandığım, sorumluluğunu görüp halimden utandığım şu sıska çocuğa ne derdi? Yaralarını nasıl sarardı?...
Ben bu düşüncelerdeyken, “Abi kalkalım mı? Namaz vakti oldu. Paran yoksa bende var.” sözüyle artık soru soracak hal de bırakmadı bende artık… Hadi kalkalım bir daha oturmamacasına, oturmaktan bezdik artık, yorulduk. Tut elimizden kaldır bizi...
Sen ne güzel gönüllüsün Bünyamin..
Omzuna yüklendiğin bu yükten biz neden kaçıyor, seni örnek almıyoruz Bünyamin…
Renkli ayakkabılarından utandığın kadar senden utanmıyoruz,
Yusuf olup kardeşimizi kucaklayamıyoruz, Bünyamin…
Dipsiz kuyuları mesken edip, çıkamıyoruz,
Mısır diyarında gömleğimizin yırtılmadık yeri kalmadı, Bünyamin…
Kenan’ın kurtları bile bizi yemez artık Bünyamin…
Tamam hadi kalkalım, dua et bize. Sen bizi, biz seni kurtaralım.
Çünkü ağabeylerin sana ayakkabılarını boyatıyor BÜNYAMİN…
(Bünyamin, tamamen gerçek bir kişidir)