Türk milletinin zor zamanlarıydı o günler…
Önceki yazılarımda faaliyetlerinden sıkça bahsettiğim ve II. Başkanı olduğum “Kurşunlu Tarih Araştırmaları Derneği” ile bu ayın başında Çankırı, Ankara ve İstanbul’da yaşayan dernek üyelerimizle birlikte anlamlı bir İstanbul gezisine çıktık. Üçüncü yılını dolduran “Kurşunlu Tarih Araştırmaları Derneği” olarak aylar önce planladığımız “Harbiye Askeri Müzesi” gezisi ile amacımız, muhteşem Türk ordusunun geçirdiği tarihsel süreçleri ve dönem dönem kullanılan silah, kıyafet ve mühimmatları yerinde görebilmekti. Bu amaçla 1 Haziran 2024 Cumartesi sabahı ilk trene atlayarak,İstanbul yolunu tutuk. Daha Eskişehir’e varmadan trende karşılaştığımız Devlet Arşivleri eski Genel Müdürü Prof. Dr. Yusuf Sarınay ile yaptığımız tarih söyleşisi geziye ayrı bir değer katmıştı.
Söğütlüçeşme İstasyonu son durağımızda, Kadıköy’den, Şişli’ye Harbiye semtine ulaştık. Harbiye Askeri Müzesi’ni gezerken gördüğüm iki kılıcın hikâyesi, bizi Millî Mücadele yıllarına Çankırı’ya, Ilgaz’a İstiklal Yolu’na doğru alıp götürdü. Anladım ki, Müze’ye sadece bu kılıçları görmek için bile gelinirmiş. İşte bu kılıçların ilginç öyküsünü sizin için araştırdım.
***
Türk milletinin zor zamanlarıydı o günler…
O zor ve yokluk günlerinde, ordumuzun geri hizmetleri deve kolları, katır kolları ve kağnı kolları ile sağlanmaktaydı. Çünkü o zamanlar ordumuzun elinde hiç bir motorize kuvvet yoktu. Batı Cephesi’ne silâh ve yiyecek, bu nakil kollarıyla temin edilmekteydi. Kağnılar iki tekerlekli basit şekilde yapılmış birer yük arabasıydı. Her seferde kırk kağnı görev alırdı. Kağnıcıların çoğu kadınlardan oluşurdu. Çünkü delikanlılar cephedeydiler. İnebolu’nun İkiçay mevkisinden akşam üzeri yola çıkan kağnılar, Ecevit'e doğru yol alırdı. Kastamonu'dan sonra Ilgaz Dağı’nı aşan kağnı kolları, Çankırı üzerinden Ankara'ya onbir günde ulaşırdı.
İnebolu, Kastamonu, Çankırı hattı, günümüzdeki adıyla “İstiklal Yolu” Karadeniz’in Anadolu'ya açılan tek kapısı olmuştu. Çünkü ülke işgal altında, diğer limanlar düşman elindeydi. İnebolu'ya deniz yoluyla gelen silah, mühimmat ve cephane Anadolu'ya İnebolu üzerinden kağnılarla ulaştırılmaktaydı. Mustafa Kemal Paşa’nın “Gözüm Sakarya'da, Dumlupınar'da kulağım İnebolu'da.” sözü bu hattın önemini göstermekteydi.
Eylül 1921… Millî Mücadele tüm zor şartlara rağmen sürüyordu. Türk milletinin 1683 yılında Viyana kapılarında başlayan ve 238 yıl süren gerileyişi Sakarya Zaferi ile sona ermişti. Bu zafer, Anadolu dışında ezilen baskı altında olan Türk ve Müslüman coğrafyalarda da büyük sevinçle karşılanmıştı. Bunlardan biri de Türk şehri Buhara idi. Bir zamanların Buhara Hanlığı Rusların istilasıyla yıkılmış ancak 1917’deki Bolşevik Devrimi üzerine; Buharalılar bir cumhuriyet kurmuşlar, özerk bir Türk devleti olarak varlıklarını sürdürmeye çalışıyorlardı.
Buhara Cumhuriyeti, Sakarya Zaferi’ne sevinmekle kalmamış, aynı zamanda Ankara Hükümeti ile temasa geçmek için Buhara’dan bir heyeti beraberindeki hediyelerle birlikte, Ankara’ya göndermişti. İnebolu’ya ulaşan heyet, Ankara’ya en güvenilir güzergâh olan İstiklal Yolu üzerinden ulaşacaktı. Bu önemli konukları, Kağnı Kolu Komutanı Enver Behnan (Şapolyo) Ankara'ya götürecektir. Enver Bey, Millî Mücadele’nin ilk günlerinden itibaren görev yaptığı bu yolların gediklisi olmuştu.
Enver Behnan Şapolyo o günleri şöyle anlatmaktadır:
“İnebolu Kaymakamı İsmail Hakkı Bey beni çağırarak. Buhara Heyetini Ankara'ya götürmemi emretti. Kaymakamın makamında oturan Buharalı Türklere Kaymakam beni takdim etti. Her ikisi de sivildi. Benim başımda sivri bir kalpak, üzerimde avcı ceketi, ayaklarımda sarı botlar vardı. Gömleğim siyah, belimde gümüşlü bir kemer vardı. Tam bir Kuvâ-yi Milliyeci kıyafetindeydim. Bu büyük davaya idealist olarak atıldığım için neşeli ve hareketliydim. Buhara elçileri çok güzel Türkçe konuşuyorlardı. Hele Recep Bey öğretmen okulunda okumuş olduğundan İstanbul şivesiyle konuşuyordu. Nazirîbey Türkistanlı gibi konuşuyordu. Heyet bir yaylı araba ile yola çıkacak, ben de kendilerini atla takip edecektim. Sakarya Savaşı henüz bitmişti. Ertesi gün Sefaret Heyetini Şeref Oteli’nden aldım. Şükran Lokantasında kahvaltı ettik. İnebolu Camisi önündeki meydanda duran bir yaylı arabaya bindiler ve denklerini de yerleştirdiler. Ben de ata atladım. İslâm ve Gâvur Doruk Dağları arasındaki İkiçay'dan hareket ederek, yüksek ve çamlarla bezenmiş dağlara doğru dolana dolana yollandık.”
İstiklal Yolu kefene bürünmüş gibi bembeyaz, sokaklar buz tutmuş evlerin saçaklarından buzlar sarkıyordu. Ilgaz dağını aşıp Çankırı’ya doğru ilerlediler. Akşam üzeri Çankırı’da,“Türk” adlı otele ulaştılar.
Enver Behnan Şapolyo Çankırı’dan ayrılışlarını da şöyle aktarmıştır:
“Ertesi gün sabah saat beşte yola çıkmak üzere hazırlandık. Elçiler yaylıda Mustafa Necati ve ben attaydık. Necati Bey’in maiyetinde on iki kişi çete kıyafetinde, omuzlarında mavzerler, göğüslerinde çapraz bağlanmış fişekler ve atlarının eyerlerine takılmış ucu kırmızı ve bayraklı mızraklar olduğu halde Olukbaşı'ndan harekete geçtik. Birçok yerlerde konakladıktan sonra Buhara Heyetiyle uzun uzadıya konuşmamız Tüney denilen bir Türkmen köyünde oldu. Elçi Recep Bey bize Rusya'da çıkan Bolşevik ihtilâlinin safhalarını ve Türkistan'da komünizmin yayılışını uzun uzadıya anlattı. Asya Rusya'sını dolduran birçok milletlerin birer hükümet kurarak, Sovyet Şûralarına dâhil olduklarını söyledi. Bunlar arasında Buhara'da da bir Türk devletinin kurulduğunu ve kendilerinin bu devletin elçileri bulunduğunu söyledi. Bu elçilerin denklerinde baha biçilmez derecede değerli astragan parçaları bulunuyordu. Bunların hepsi kalpaklıktı. Atatürk'e hediye edilecek astragan boz renkteydi. İsmet Paşa'ya verilecek astragan ise siyahtı. Ayrıca Fevzi Paşa ve diğer Komutanlar için de parçalar vardı. Bu hediyeler arasında çok kıymetli Buhara halıları olduğunu da söyledi. Bütün bu hediyelerin içinde dikkate değer dört armağan vardı. Bunlardan bir tanesi Timur'un Kur'an-ı Kerim’i, üç tane de Buhara kılıç ustalarının yapmış oldukları pala şeklindeki kılıçlardı. İşte bunların hepsi Atatürk'e hediye olarak Türkistanlı kardeşlerimiz tarafından gönderilmişti. Ertesi gün Tüney'den hareket ederek konaklıya konaklıya Ankara'ya geldik.”
Buhara Türklerinin Atatürk ve İsmet İnönü'ye Büyük Taarruz öncesi hediye ettikleri kılıçlar
Buhara Heyeti Ankara’da
O zamanlar Ankara'da yeni Türkiye'yi tanıyan üç devletin elçisi bulunmaktaydı. Birisi Rusya, ikincisi Azerbaycan, üçüncüsü de Afganistan'dı. Rus Sefiri Semyonİvanoviç Aralov (1880-1969), Azerbaycan Sefiri İbrahim Abilov (1881-1923), Afganistan Sefiri Ahmet Han'dı. Şimdi de dördüncü devlet sefiri Ankara’ya gelmiş bulunuyordu.
Elçiler Ankara’ya ayak basar basmaz Hürriyet Oteli’nde misafir edildiler. Ertesi gün 17 Ocak 1922 tarihinde, Mustafa Kemal Paşa kendilerini Çankaya Köşkü'ne davet etti. Elçiler, renkli Buhara hırkalarını giyip başlarına da Buhara takkesini geçirerek bir fayton arabası ile Çankaya Köşkü'ne ulaştılar.
Buhara Cumhuriyeti heyetinin, Ankara hükümetine getirdiği hediyeler arasında bulunan ve yazımıza konu olan üç adet kılıç; o yıllarda Buhara’da bulunan Enver Paşa tarafından Buhara Cumhuriyeti hazinesinden seçilmişti.
Bu durumu Kemal Arı, “Üçüncü Kılıç”adlı eserinde şöyle açıklamıştır: “Buhara Hükümeti, Kur'an-ı Kerim’in Türk Milleti’ne armağan edilmesini, üç kılıçtan birini Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın, ikincisini Garp Cephesi Komutanı İsmet Paşa’nın kabul etmesini rica etmişti. Üçüncü kılıcın ise, İzmir’e ilk giren kahramana verilmesini Mustafa Kemal Paşa’dan istemişti.”
Heyeti İnebolu’dan Ankara’ya getiren Enver Behnan bey ise, heyetin Çankaya Köşk’üne girişlerini ve sonrasını şöyle anlatmaktadır: “Çankaya'da uzun müddet kalarak Atatürk'le görüştüler. Bu tarihî mülakat hakkında bilgi edinilmemiştir… Buhara Heyeti bütün hediyelerini Atatürk'e takdim etmişti. O da bu hediyeleri arkadaşlarına vermişti. Mustafa Necati bey’e de siyah bir astragan verilmişti. Onu bize iftiharla gösterdi. Bunlar arasında üç kılıç ile Kur'an-ı Kerim Atatürk'e verilmişti.”
Buhara Halk Cumhuriyeti heyeti, beraberinde getirdiği üç adet altın işlemeli kılıç ile Timur’a ait bir Kuran-ı Kerim’i Mustafa Kemal Paşa’ya hediye eder. Sakarya Zaferini tebrik amacıyla gönderilen bu hediyeler karşısında müteessir olan Mustafa Kemal Paşa, meclis kürsüsünden duygu dolu şu konuşmayı yapar:
“Buhara ahalisinin Türkiye’deki Türk ve Müslüman kardeşlerine hediye olarak gönderdiği Kur’an-ı Kerim ile Türkiye Halk Ordusuna nişane-i takdir ve tebrik olarak irsal eylediği kılıç, Hak din ile hayat-ı hidame-i kuvveti temsil eden fevkalade muazzam ve kıymetdar iki yadigardır. Bu emanetleri elinizden alır iken kalbim heyecan ile doldu. Halkımız ve ordumuz uzaklardaki kardeşlerimizden gelen teşebbüsat ve tebrikat nişanelerinden, şüphesiz, çok mütehassis ve mesrur olacaklardır. Dindaş ve karındaş Buhara halkının arzusunu yerine getirmek, bu Kitab-ı Mukaddes’i millete, seyf-i azizi de İzmir fatihine teslim edeceğim. Allah’ın inayeti ile İnönü ve Sakarya muzafferiyetlerini kazanan milli ordumuz, İnşallah pek yakında bu kılıcı da kazanmış olacaktır. Heyet-i muhteremenize de Türkiye ahalisi ve ordusu, Türkiye Büyük Millet Meclisi hükümeti namına teşekkür ederim.”
Kuran-ı Kerim, ilk önce Hacı Bayram Camisine verilmişti, günümüzde Türkiye Büyük Millet Meclisi Kütüphanesi’nde muhafaza edilmektedir. Kılıçlardan biri Mustafa Kemal Paşa’ya, diğeri Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşa’ya verilmiştir. Heyetin isteğinin yerine getirilmesi için, Batı Cephesi Komutanlığı bir genelge yayınlanarak,kılıcın İzmir’e ilk girecek komutana verileceği duyuruldu.
Bu anlamlı kılıçları, Mustafa Kemal Paşa ve İsmet Paşa 26 Ağustos 1922 tarihinde Büyük Taarruz’a hazırlanırlarken giydikleri kaputların üzerine takmışlardı.
26 Ağustos 1922 Büyük Taarruz öncesi, Buhara'dan gelen kılıçlarla.
Sekiz ay sonra, 9 Eylül 1922 sabahı İzmir’e ilk kez İkinci Süvari Tümeni 4. Alay Bölük Komutanı süvari Yüzbaşısı Şerafettin Bey girmiş ve Hükümet Konağına Türk bayrağını çekmiştir. Mustafa Kemal Paşa, İzmir'e ilk giren Şerafettin Bey’i huzuruna çağırarak tebrik etti ve Buharalı Türklerin hediye etmiş oldukları üçüncü kılıcı beline bizzat takmıştır. Şerafettin Bey’e verilen kılıç, ünlü Türk hükümdarı Timur'a ait olup, üzerinde değerli taşlar olan bir kılıçtı.
Mustafa Kemal Atatürk, 1935 yılında Soyadı Kanunu yürürlüğe girince, Şerafettin Bey’e “İzmir” soyadını takmıştı.
Harbiye Askeri Müze’sinde üçüncü kılıcı göremeyişimizin sebebi kılıcın kaybolmasıdır. Prof.Dr. Kemal Arı, kılıcın akıbetini şöyle anlatmaktadır: "Şerafettin Bey'in kızı Binnaz Gönül Manioğlu'nun ifadesine göre; İzmir Fatihi kılıcını maddi zorluk çekmesine karşın elinden çıkarmadı. Bir gün kendisine bir haber ulaştırıldı. İzmir'de kurulan bir müze için bu kılıcın müzeye bağışlanması rica ediliyordu. İzmir’e girerken maruz kaldığı bombalı saldırıdaki yarasının nüksetmesi sonucu Yüzbaşı Şerafettin felç olmuştu. Bunun için eşi Siret Hanım'a kılıcı verip, ailenin beyanına göre, İstanbul Valiliği'ne gönderdi. İşte kılıcın en son görüldüğü gün o gündür. Siret hanım, kılıcı kime vermiştir, karşılığında bir belge almış mıdır; bunu ne yazık ki bilinmemektedir.”
Millî Mücadele Dönemi’nde Türklük dayanışmasının sembolü olan ve Timur’un 1402 yılında İzmir’i fethi esnasında kullandığı yedi asırlık kılıcın; bir an önce bulunarak, Müze’de öksüz bırakılan iki kılıcın yanına bir an önce yerleştirilmesi dileğiyle.
Mahmut Şevket Paşa 11 Haziran 1913’de Harbiye Nezareti’nden Babıali’de ki görevine giderken suikasta uğradığı otomobil.
Harbiye Askeriye Müzesini Tanıyalım
Harbiye Askeri Müzesi, sahip olduğu koleksiyonun zenginliği ile dünyanın sayılı askeri müzeleri arasında yer almaktadır.
Günümüzdeki anlamıyla olmamakla birlikte askeri müzecilik faaliyetlerine aslında 15. yüzyılda Aya İrini ve Topkapı Sarayı Çinili Köşk’te sergilenen objelerle başlanılmıştı. Harbiye’deki müzenin açılmasıyla o güne kadar toplanılan eserler buraya taşımıştır.
1936 yılında askeri akademi Ankara’ya taşınınca, bina birçok askeri birime ev sahipliği yapmış. 1966 yılında tarihi ve mimari özellikleri korunarak bir askeri müzeye dönüştürülmesine karar verilmiştir. 1993 yılında Askeri Müze, bugünkü haliyle kapılarını ziyaretçilerine açmıştır. Müze’de, Türk tarihini konu alan savaşlarda kullanılan silah ve malzemeleri merak edenleri oldukça memnun edecek zengin bir koleksiyon bulunmaktadır. Kanuni Sultan Süleyman ve Yavuz Sultan Selim’in kullandığı kılıçlar, 1526 Mohaç Savaşı’nda yeniçerilerin çaldığı davullar, Fatih Sultan Mehmed’in 1473’de yendiği Uzun Hasan’ın giydiği ceket koleksiyonun öne çıkan parçaları arasında. Ermenilerin katlettiği Talat Paşa’nın, 1921’de Berlin’de öldürüldüğünde üzerinde olan kanlı gömleği ve Sadrazam Mahmut Şevket Paşa’nın 1913’de öldürüldüğü araba da görülebilir.
Askeri akademinin en ünlüsü, 1899’dan 1905’e kadar bu binada okuyan Mustafa Kemal Atatürk’tür. Mustafa Kemal ve Ali Fuat Paşa’nın beraber aynı sıralarda okuduğu sınıf orijinal haliyle korunmaktadır. Yazımıza konu olan kılıçlardan ikisini burada görebilirsiniz. Müze ziyareti biterken her gün öğleden sonra saat üçte meşhur mehter takımını izleyebilirsiniz.
Kaynakça:
1- Şapolyo Enver Behnan, Atatürk ve Üç Kılıç, Türk Kültürü Dergisi, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü, 1965, Sayı 37, s. 84-87.
2- Arı Kemal, İzmir’in Kurtuluşu ve Yüzbaşı Şerafettin, Üç Kılıç, Zeus Yayınları, 3.Baskı, 2007
3- Şapolyo Enver Behnan, Mustafa Kemal Paşa ve Millî Mücadelenin İç Âlemi, İnkilap ve Aka Kitabevi, 1967
Talat Paşa'nın 15 Mart 1921 tarihinde Berlin'de katledildiğinde üzerinde bulunan kanlı gömleği.
Mustafa Kemal Paşa ve Ali Fuat Paşa Harp Okulu'nda.
Dünya en eski askeri bandosu: Harbiye Askeri Mehteran Takımı