Son Eşkıya…
Eğri Ahmet - II
“Eğri Ahmet rezilin biri, vatana gavur girmiş eşkıyalık sırası mı? Gavurun üstüne gitse ya… Bizim subayı vuracağına gavur subayı vursa ya!”
Sağırdere/Kemal Tahir
Eğri Ahmet, Türkiye’de en fazla kaçak gezen eşkıya olarak bilinir. 1897 yılında Çankırı ili Ovacık ilçesi (*) Şabanlar mahallesinde dünyaya gelmiştir. Annesi Habibe, babası ise Hidayet’tir. Mustafa, Kamil ve İsmail olmak üzere dört kardeştirler. Cihan Harbi arifesinde 1913 yılında dağa çıkarak eşkıyalığa başladığı söylenmektedir. 1918 yılında Sallar köyünden Şerife’yi kaçırır ve evlenir. Şerife’den Hasan, Yakup ve Cemile adında üç çocuğu olur. Eğri Ahmet’in büyük oğlu Hasan ve gelini Döndü’den Ahmet, Selahattin, Nermin, Ayşe ve Şayizer adlarında torunları olmuştur. Diğer oğlu Yakup ile gelini Satı’dan ise Bahriye ve Melahat dünyaya gelir.
Ülke savaş içinde iken cepheye gitme yerine dağları seçen Eğri Ahmet’le ilgili Çankırı, Kastamonu, Karabük’ün ilçe ve merkezlerinde yaşı yetmişin üzerinde olanların ekseriyetinin anlatacağı muhakkak bir şeyler vardır. Bu sebeple nüfuz ettiği topraklarda, Eğri Ahmet’in eşkıyalığa niçin başladığına dair pek çok rivayet dolaşmaktadır. Bunların çoğu askerlikte kötü muamele görmesine -dayak yeme, haksızlık gibi- bağlanmakla birlikte, babaannesi ise torununun “Sevdiği bir geyiğin başına gelen olaydan ötürü” dağa çıktığını söylediği nakledilmektedir.
Eğri Ahmet'in doğduğu ev (Ovacık ilçesi Şabanlar Mahallesi)
Osmanlı Devleti’nin, 16. yüzyıldan itibaren topraklarında otoritesini kaybetmeye başladığını, yazımızın birinci bölümünde ele almıştık. Bir kısım çetelerin türediğini, eşkıyalık hadiselerinin çok arttığını ve bir türlü önüne geçilememesinin sosyo-ekonomik sebeplerini incelemiş; özellikle savaş zamanlarında bu asayişsizlik hadiselerinin, daha da arttığını önemle vurgulamıştık.
Şaki Eğri Ahmet ve arkadaşları, Balkan Savaşları sonrası ve Cihan Harbi yıllarında, ülkenin içinde bulunduğu olumsuz şartların etkisiyle eşkıyalığa başlamıştı. Anadolu’da kargaşa, çapulculuk, yağma hadiseleri büyük ölçüde artmıştı. Eşkıyalık için bulunmaz bir nimet olan devlet otoritesinin eksikliği, Eğri Ahmet’e de cazip gelmiş ve eşkıyalığa başlamıştı.
Halkın gözünde Eğri Ahmet
Peki, Eğri Ahmet öyle veya böyle eşkıyalığa başlamıştı da etrafına bu kadar adamı nasıl toplayabilmiş, bunları nasıl bir ortak payda ile bir araya getirmiş; Çankırı, Karabük, Kastamonu, Ankara, Çorum ve Zonguldak gibi illerin pek çok ilçe ve köylerinde hüküm sürebilmişti?
Aslında bunun cevabını Yaşar Kemal’in romanı İnce Memed’in satırları arasında bulabiliyoruz:
“Eşkıyayı korkuyla, sevgi yaşatır. Yalnız sevgi tek başına zayıftır. Yalnız korkuysa kindir.”
Her insan gibi Eğri Ahmet’i de seveni var, sevmeyeni de! Bunu hüküm sürdüğü yörelerde, anlatılanlardan anlıyoruz. Kendisinden iyilik gören onu sevmekte, kötülük görende ondan nefretle bahsetmektedir. Fakat, yine de şaki Eğri Ahmet diğer eşkıyalardan farklıdır. Anlatılanlardan istihbarat ağının kuvvetli ve her tarafta adamlarının olduğu anlaşılmaktadır. Hal böyle olunca Eğri Ahmet hüküm sürdüğü yörelerde halk arasında korku yayarak bölgeye nüfuz etmiştir. Onu tanıyan veya duyduklarını aktaranlardan bazıları; günümüze kadar Eğri Ahmet’le ilgili yazılmış en kapsamlı ve tek eserin yazarı Eyüp Akman’ın, “Meşhur Şaki Ovacıklı Eğri Ahmet ve Safranbolu’da Dayıoğlu İsyanı” kitabında şöyle yer almaktadır:
Eğri Ahmet. Yörük köyünden Mustafa Coşkun'dan temin edilen fotograf olup,
Eğri Ahmet olduğunu söyleyenler vardır.
“Çarşıda bir laf konuşulsa muhakkak kulağına varırdı. Telsizi varmış gibi duyuyordu.”
“Eğri Ahmet bir hocaya tılsım, muska yazdırmış, kendisine kurşun geçmesin diye. Hocanın birine sormuş bu tılsımı bozabilir misin diye. Hoca da bozarım deyince hocayı vurmuş”
“Kapısında 50-60 köpek beslerdi. Müfrezeler köpekten evine yaklaşamazdı. Nerede iyi bir köpek varsa onu alırdı. Köpeklerin yalını koca koca kazanlarda yaparlar, 60 adım uzunluğunda ahırlarda yedirirlerdi.”
“Biz dağda geziyoruz, hayvan değiliz yaprak yiyelim, yılan değiliz toprak yiyelim, soymadan nasıl yaşayalım”
“Dedem Tilki Recep evlenecek, gelinin çeyizi Eğri Ahmet’in arkadaşları tarafından soyuluyor. Dedem bir sini börek yaptırıp Eğri Ahmet’e şikâyete gidiyor. Eğri Ahmet olaydan haberdar olmadığını söylüyor.”
“Birisinin karısı ölsün, o kişi evlenemesin onu muhakkak evlendirirdi. Eğer evlenmek isteyen kişinin istediği birisi varsa onu, ona alıverir, eğer yoksa kendisi ona bir eş buluverirdi. Öküzü olmayanlara çok öküz alıvermiştir.”
“Eğri Ahmet Kuvayı Milliye’ye karşıydı. Hilafet tarafındaydı. Çünkü o zamanlar Atatürk’ü bilmiyor, kim bu Atatürk. O’na da bölücü diyorlar o zaman. Son zaman pişman olmuş ‘Söyleyin hükümetimize beni affetsin, Yazıköy’ün sığırını bile gütmeye hazırım’ demiş.”
“Dayıoğlu olayında Eğri Ahmet’i Köyiçi’nde gördüm. İsyanı bastırmaya gelen Şevket Bey Kirkille’den doğru geldi. Akşam Hilafet tarafından olanlar korkusundan derelerden doğru gelip girdiler evlerine.”
“Eğri Ahmet buralarda çok saltanat sürdü. Dayısının oğlu Hacı İsmail vardı. Eğri’nin saltanatına özenip o da onların çetesine karıştı. Bu adam askerliğini etmiş, hacı olmuş birisiydi.”
“Bekârları evlendirir, Zenginden alıp fakire verirdi. Çok sefa sürdü. Zekiydi ve diğer eşkıyalara benzemezdi. Aslında eşkıyalığa yakışan bir adam değildi. Babamı da yanına alacak olmuş, dedem ‘eğer onlara karışırsan hakkımı helal etmem’ demiş.”
“Kendi aralarında çok eğlenirlerdi. Her gün karı oynatırlardı. Hepsinin bir karısı vardı. Aşağı çayırda karı oynatırlardı. Onlara yiyecek giderdi. Çok sefa sürdü buralarda. Namazını bırakmayan bir adam bu işleri nasıl yapar, anlamak mümkün değil?”
“Eğri Ahmet’i vuracakları zaman damdaki at kişnemeye başlamış ve sahibini uyarmış.”
“Aşağı Güney köyüne çingeneler gelmiş ve çadır kurmuşlar. O sırada Eğri Ahmet’te o köye uğramışmış. Eğri, çingenelerin atının boynundaki bir boncuğu merak etmiş. Boncuk çok hoşuna gitmiş. Çingenelerin reisinden boncuğu istemiş. O sırada reisin hanımı dışarıya çıkmış ve sert bir şekilde ‘kişinin değeri sarktığı şey kadardır. Şuna boncuğu alıverin’ demiş. Bu laftan sonra Eğri Ahmet oradan ayrılmış.”
“Eğri Ahmet’i çok gördüm. Bir gün köyün içerisine geldi. Yufka ekmeğe yumurta sarıp yedi. Sonra Konarı’ya gittiler. Kırkanat atı, atların içinde sürekli dolaşırdı. Müthiş bir attı. Koşarken yere basmazdı. Tam üç kişiyi taşırdı koşarken, o güce sahipti. Buralarda kimseye zararı dokunmadı. Bizim köyde -Safranbolu, Yazıköy- Demircioğlu’nda kalırdı.”
Türk Edebiyatı’nda Eğri Ahmet
Kemal Tahir ‘Sağırdere’ romanında Kurşunlu’nun Yamören köyü ve yöre insanın yaşantısını ele almış, Çankırı Cezaevi’nde mahkûmların anlattığı Eğri Ahmet’e, eserinde yer vermiştir. Romanda köye Sayımcı gelecektir. Bunu duyan köylüler eşeklerini saklar. Çünkü eşek başı 60 kuruş vergi alınacaktır. Yakup Ağa şöyle konuşur:
“Kendi hayvanımı hükümetten ne diye kaçırayım yahu? “Sayımcı geliyor!” diye köylü malını önüne kattı, dağa saklandı. Eşkıyalık dediğin budur, öteki yok!.. Rahmetli Eğri Ahmet’e “Eşkıya” derler. Biz Eğri Ahmet’ten davar saklamazdık.”
Yine Roman kahramanlarından, okumuş aydın birisi olan Murat ise Eğri Ahmet’i şöyle anlatır: “Eğri Ahmet rezilin biri, vatana gavur girmiş eşkıyalık sırası mı? Gavurun üstüne gitse ya… Bizim subayı vuracağına gavur subayı vursa ya”
Kemal Tahir, Eğri Ahmet konulu yazımın ilk bölümünde bahsettiğim üzere eşkıyalığa bakışını net bir şekilde ortaya koymuştur.
Kemal Tahir Körduman romanında da Eğri Ahmet’in dağlara kadın çıkarttığı ve köyleri sıklıkla bastığından bahseder. Yine Kemal Tahir ‘Kelleci Mehmet’ romanında Eğri Ahmet’i ihbar eden Hatip Ağa’dan, Cinci Nezir şöyle bahseder: “Hatip Hoca vaktiyle Eğri Ahmet’in yatak yeriydi. Gömüdeki altınları için fukarayı pusulattı.”
Rivayetler ve Eşkiyalık
Fazıl Bayraktar’ın, Eyüp Akman’ın eserinde yer verdiği “Eğri Ahmet Hikâyesi” isimli bir çalışması vardır. Orada Fazıl Bayraktar, “Neden şakiliğe özenip dağa çıktı Eğri Ahmet? Her şakinin dağa çıkmasında kendince haklı nedeni varsa da halkın, bu eli kanlı adamı sempatik göstermeye yönelik bağışlayıcı eğilimini eşkıyadan yararlanan bazı çevrelerin uyduruk rivayetlerine bağlamak doğru olur. Eşkıya milletinin hiç sempatikliği olur mu?” diyerek kısa hikâyesini yazdığı Eğri Ahmet hakkındaki düşüncelerini net bir şekilde ifade etmiştir.
Eğri Ahmet'in silah arkadaşı Yörük köyünden 1897 doğumlu Gıba Ahmet
Fazıl Bayraktar yine yazısında Eğri Ahmet hakkında şu tespitlerde bulunmuştur: “Eğri dönemini yaşayanlardan çok dinledim. Kimilerine göre Eğri Ahmet, ırza namusa dokunmayan, fukaraya yardım eden, varlıklıdan alıp yoksula dağıtan, Köroğlu benzeri bir yiğit adamdır. Kimilerine göre de köy basıp, yol kesip soygun yapan, dağa adam kaldıran, haraç alan, öldürdüğü insan ve asker sayısı belirsiz bir şakidir. Eğri Ahmet’ten zarar görmemiş, O’na yataklık yaparak şöyle veya böyle yararlanmış olanların elbette ki aleyhte bir şey söylemeleri düşünülmez. Civan gibi delikanlılar yedi cephede düşmanla savaşırken; Çanakkale’de, Galiçya’da Sarıkamış’ın Allahuekber Dağları’nda, Kanal Harekâtı’nda, Yemen çöllerinde, Sakarya’da şehitlik şerbeti içerken, dağa çıkıp şekavet yapan bir adamın iyiliğinden söz etmek uygun düşmese de ne yazık ki, O’nun için ‘iyi bir eşkıya idi’ diyenlere çok rastladım. İronik bir gerçek bu.”
Tayip Başer, “Dünkü, Bugünkü Çankırı” adlı eserinde Eğri Ahmet’e bir sayfa yer ayırarak eşkıyalık faaliyetlerinden şöyle bahsetmiştir:
“İstiklâl Harbi sonlarına doğru aslen Ovacık nahiyesinin Ovacık köyünden tanınmış bir ağanın oğlu olan Eğri Ahmet savaş sonlarına doğru askerden kaçarak, Ovacık bölgesinde Kocadağ ve Karadağ üzerindeki köylerle Çerkeş ve Kurşunlu’nun diğer köylerinde şekavet yapmaya başlamış ve şurada burada halka zarar vermiş, üzerine gelen jandarmalarla yaptığı çarpışmalarda birçok jandarma ve köylülerin canlarına kıymış olduğundan yakalanması için Çankırı ve Kastamonu valilerine kati emirler vermiştir. İlk zamanlarda Ovacık köylerinde daha sonrada Çerkeş, Kurşunlu ve Bayramören bölgelerine akarak zarar vermeye başlayan Eğri Ahmet avenesi kendisini yakalamaya imkân bulamayan birkaç tane vilayet jandarma kumandanı ile birkaç Çankırı valisinin azline sebep olmuştur. Bir aralık yapılan takiplere dayanamayarak Kastamonu valisine teslim olmuşsa da sevk edildiği kıtasından idaresiz bölük komutanlarının yanlış hareketleri yüzünden tekrar kaçarak Ovacık bölgesine gelen Eğri Ahmet, kardeşi Maraz İsmail Ağa diğer kardeşi Mustafa ve dayısı Hacı İsmail ile yine bu bölgede dolaşmaya başlamış ve takibine geçilmiştir. Eğri Ahmet’in takibi işi bir taraftan bu eşkıyanın köylülere yaptığı tazyikler diğer taraftan onu takibe gelen müfrezelerin köylüleri rahatsız etmeleri yüzünden Çerkeş, Kurşunlu köylerini ve halkını uzun müddet bizar etmiştir. En sonra Kurşunlu’nun Köprülü köyünden Hatıp Hasan Öztürk’ün köydeki odasında kurduğu bir tuzağa düşürülmüşse de bu tuzakta kendisini bizzat yakalamak hevesine kapılan jandarma üstteğmeni Zeki Bey’in şehadetine sebep olmuş ve uzaktan yara alıp kaçan Eğri Ahmet ve kardeşi Mustafa ertesi günü Orta nahiyesinin Kanlıca köyü yaylasında, Köprülü’de aldığı yaraların tesiri ile ölmüştür. Ölüsü Çankırı’ya getirilerek teşhir edilen Eğri Ahmet, Çankırı ve Kastamonu’da üç sene halkı ve hükümeti rahatsız etmiş marazi İbrahim bulunamamıştır. Bu hadise çok köylerimizin harap olmasına ve köylülerimizin fakir düşmelerine sebebiyet vermiş, bundan sonra Cumhuriyet hükümetinin aldığı basiretli tedbirler sayesinde Çankırı’yı rahatsız eden bu gibi belli başlı eşkıyalık hadisesi olmamıştır.”
Tayip Başer, aynı eserinde başka eşkıyalardan da bahsederken, eşkıyaların hüküm sürdüğü Kocadağ bölgesi hakkında da ayrıntılı bilgiler vermiştir:
“Kocadağ’ın kuzeyindeki köyler arazi yapısı, yollarının bozukluğu, orman ve fundalıkların fazlalığı dolayısıyla maalesef eşkıyaya yataklık etmiştir. Bunlar arasında uzun müddet bölge halkını haraca kesen ve İstiklal Harbi sırasında Ankara hükümetini zor duruma sokan Eğri Ahmet ile Çakıcı ve şimdi Deli Ahmet Çiftliği diye anılan yerde dokuz oğlu ve dokuz gelini ile birlikte yine bölge halkını haraca kesen ve Abdülhamid’e kafa tutan Deli Ahmet meşhurdur. Deli Ahmet eşkıyalığına rağmen bu çiftlikte bir oda işletir ve misafirperverliği de elden bırakmazmış. Odasında oturup da yemek yemeyen ve kahve içmeyen bir köy imamına “yemek yemezsen dayak ye” dayak attığı söylenmektedir. Kendisiyle başa çıkamayan o devrin hükümeti onu zaptiye yapmak suretiyle uslandırmaya çalışmış, fakat Deli Ahmet bu defa da zaptiye olarak eşkiyalığına devam etmiş.”
Eşkıyalar, merkezi devlet otoritesinin, zayıf düşmesi ile birlikte ortaya çıktığından; kurulu düzen ile çatışmayı hiçbir zaman istemezlerdi. Devlete karşı halkın menfaatlerini savunma gibi bir eğilim içerisine girseler de genellikle yerel yöneticilerle karşılıklı menfaat ilişkisi ile iyi geçinir olmuşlardı. Aynı durum varlıklı aileler içinde geçerli olup “Zenginden alır fakire verir” edebiyatı her zaman geçerli olmamıştır. Mesela, Eğri Ahmet ve çetesi kendinden güçlü gördüğü ağalardan haraç almadığı gibi onlardan çekinmiştir de. Bu sülalelerden birisi Araç’ın Kadarta köyünün Konak mahallesine mensup Kütükoğlu sülalesidir.
Posta Arabası Soygunu
Eğri Ahmet Anadolu’nun her yerinde vatansever kişiler tarafından halka Millî Mücadele ruhu kazandırma çalışmalarından “etkilenmiş” ve yirmi kişilik arkadaşlarıyla 1920 yılı sonlarında teslim olup cepheye gitmeye karar vermiştir. Cepheye giderken, 1 Kasım Pazartesi günü Safranbolu’dan Kastamonu’ya giden para yüklü posta arabası, Kürt Mehmet ve arkadaşları tarafından soyulmuş ve suç Eğri Ahmet çetesine mal edilmiştir. Hâlbuki soygunun Eğri Ahmet çetesi ile bir ilgisi olmadığı sonradan ortaya çıkmıştır.
15 Kasım 1920 tarihli TBMM Gizli Celse Zabıtları Eğri Ahmet’in af dilemesi doğrulanmaktadır: “Çankırı sınırlarında Eğri Ahmet denilen bir çete vardı, sekiz ila on beş atlıdır. Son zamanlarda Safranbolu tarafına geçti. Memurlar yazıp anlatıyorlar ki af diliyormuş, fakat inanamıyoruz. Bu af dilemesini dikkate almayarak, sıcak takibe başlanmasını emri verilmiştir.”
Eğri Ahmet ve arkadaşları milli kuvvetler tarafından yeniden yakalanmak istenince, Eğri Ahmet’te bu olanlara kızarak yeniden firar etmiştir.
İstiklal Harbindeki İç İsyanda Eğri Ahmet
İşgal kuvvetleri, İstanbul hükümetini de yanlarına alarak Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşlarını asi ve kâfir ilan ettirtip, idamlarına ferman çıkarttırmışlar, Millî Mücadeleyi bir isyan hareketi olarak tanımlatmışlardı. Bunları sağladıktan sonra Bozkır, Delibaş, Anzavur, Adapazarı-Düzce-Bolu, Çapanoğlu, Konya, Zile, Çerkez Ethem isyanlarını organize edip, desteklemişlerdi. Hatta bu dönemde, Ankara’ya doğru ilerlemekte olan Yunan Ordusu’nu bile “Hilafet Ordusu” olarak ilan etmişlerdi. Yine bu dönemde, İstanbul ve diğer birçok ilde hilafetçi, mandacı, ayrılıkçı ve ümmetçi birçok dernek ve kuruluşa destek olmuşlar, yıkıcı ve bölücü cemiyet ve kuruluşların faaliyetlerine izin vermişlerdir. Saltanatı ve Hilafeti "koruma" ve "kurtarma" uğruna oluşan bu şer cephesi, özellikle “dini duyguları” kullanarak halkı Millî Mücadele’ye karşı kışkırtma çabasına girmişti. Bunda da kısmen başarılı olmuşlar, İstiklal Savaşı’nı en az bir yıl uzatarak, düşmanın yurttan temizlenmesini geciktirdiği, bu sebeple ‘Misakı Milli’ sınırlarında tutunamamamıza sebep olmaları sebebiyle, aslında düşmanın amacına yardım ettikleri tespit edilen hususlar arasındadır. Zira, Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşlarını dış düşmandan daha çok iç ayaklanmalar uğraştırmış olup, bu isyanların arkasında başta İngiltere olmak üzere, düşman devletler bulunmuştu. Türkler iç isyanlarla meşgul edilirken, İngiltere gibi emperyalist devletler enerji kaynaklarına çökme operasyonunu başarıya ulaştırmıştı.
İsyancıların destekçi unsurları da çoğunlukla yerel eşkıya liderleri olmuştu. Din faktörü kullanılarak, Hilafet taraftarı bazı kişiler tarafından gerçekleştirilen ve tarih kitaplarında I. Düzce Ayaklanması diye geçen, Nisan 1920’de ki “Safranbolu’da Dayıoğlu” olayıdır. Eğri Ahmet’te Hilafet taraftarlarıyla hareket ederek, Çerkeş ve Safranbolu’da çıkan isyanlara karışmıştır.
Eğri Ahmet için hayatının dönüm noktalarından birisi de Millî Mücadele karşıtı olan bu isyana destek vermesi olmuştu. Safranbolu olayı, Çerkez ve Abazaların, başlarında Dayıoğlu olmak üzere din kisvesi altında, Ankara hükümetine karşı yapılan bir isyan girişimi olup, Eğri Ahmet ve arkadaşlarının orada bulundukları kesindir. Geredeli Dayıoğlu İbrahim, Düzce, Bolu, Gerede, ayaklanmalarının kolu olarak Safranbolu gelmiş ve Halife yanlısı Kaymakam ve diğer yöneticilerin desteği ile Safranbolu’yu ele geçirmişlerdi. Dayıoğlu grubuna Ovacıklı Eğri Ahmet grubu da katılmıştır. Eğri Ahmet ve isyancılar Kastamonu’yu ele geçirmek üzere hareket ederler. Mustafa Kemal Paşa bu gelişmeler üzerine, Kastamonu Valiliği’ne telgraf çekerek, İvedilikle “Hıyanet-i Vataniye Kanunu’nun” uygulanmasını emretmiş ve birlik göndermiştir. Askeri birliğin geleceğini haber alan isyancılar, Safranbolu’ya kaçmışlardır. 25 Nisan 1920 tarihinde Kastamonu valisi, Büyük Millet Meclisi Başkanı Mustafa Kemal Paşa’ya: “Dışarıdan gelen bazı fesatçıların kışkırtmalarıyla Safranbolu’da dükkânlar kapatılmış, telgraf haberleşmesi kesilmiş, önceden oraya Çerkeş ve Safranbolu’ya gönderilen milli kuvvetlerin dün ilçelere olaysız girdikleri ve her iki ilçede sıkıyönetim ilan edildiği…” şeklinde telgraf çeker. Bunun üzerine, Kastamonu’dan harekete geçen Kuvayı Milliye birlikleri, Safranbolu’ya geldiklerinde ise Dayıoğlu Toprakcuma mevkiine doğru gitmiştir. Kastamonu yöresinden çok güçlü bir kuvvet geldiğini zanneden Dayıoğlu tekrar Gerede’ye yönelir. Bu durumu Fırsat bilen Eğri Ahmet çetesi, Dayıoğlu grubunun silahlarını, kuvvetli atlarını alır. Eğri Ahmet’te elde ettiği ganimetler ile dağa kaçar. Gerede ve Safranbolu isyanlarından sonra Ankara hükümeti genel bir af ilan etmiştir.
2 Mayıs 1336 (1920) tarihli Açıkgöz gazetesinde isyanları şöyle anlatmıştır: “İngiliz parası, düşman propagandası ile harekete geçen bazı vicdansızlar durmadılar. İslam arasına nifak tohumu serpmek için her türlü araca başvurdular. Bolu Düzce tarafında biraz başarınca, bunu başarı zanneden şakiler meydanı boş bulduk zannettiler. Hatta Beypazarı, Safranbolu gibi halis Türk memleketlerinde olaylar çıkardılar.”
Kaçınılmaz Sona Doğru…
Bundan tam yüz yıl önce, Büyük Taarruz zaferle sonuçlanmış, ardından Lozan Antlaşması ve İstanbul’dan işgal kuvvetlerin kovulması sonrası 29 Ekim 1923 tarihinde Türkiye Cumhuriyeti devleti resmen kurulmuştu. Artık, devlet otoritesini en ücra noktalarda bile hissettirmeye başlamıştı. Devletin otoritesini hisseden vatandaş, artık eşkıya milletine eskiden olduğu gibi yardım etmiyor, çıkarı olup yataklık yapmak isteyenlerde gizli kapaklı iş çeviriyorlardı. Bir zamanlar dağlarda, yaylalarda ve köylerde hüküm süren Eğri Ahmet ve çetesinin harekât alanı gittikçe daralıyordu.
Eşkiya Eğri Ahmet'in yakalanması için amansız takibine dair TBMM tutanaklarından
6 Kasım 1924 yılı TBMM görüşmelerinde tutanaklara da geçen “Türkiye'de eskiden beri, uzun zamandan beri memleketin huzur ve istirahatini kemiren eşkıya yuvalarının çoğunluğu kökünden kazınmıştır. Yalnız iki, üç mühim ve müzmin eşkıya ocağı kalmıştır. Bu, iki, üç ocağı da kökünden söndürmek için devlet düzenli bir şekilde takibe devam etmektedir. Bunlardan birisi; Eğri Ahmet çetesidir. Bu çete zaman zaman fenalıklar yapmıştır, bu problem eski olup vekilden vekile devrolunur. Selefi muhteremim bu çeteyi yok etmek hususunda bütün mesaisini sarf etmiş ancak olmamış, eşkıya birçok memurun canını yakmıştır. Takibatta bulunmasına rağmen yine kökü silinmeyen bir belâ olarak Çankırı vilâyetinin kuzeyinde, Ovacık nahiyesinde eşkıyalık faaliyetlerini sürdürmektedir.” bu konuşmadan da anlaşılacağı üzere Eğri Ahmet çetesinin sonu yaklaşmaktadır.
Nitekim, yıllardır Eğri Ahmet’e yataklık yapan Köpürlü köyünden Hatip Ağa (Hatip Hasan Efendi), Ovacık Müfreze Komutanı Üsteğmen Zeki Bey tarafından özel olarak sıkıştırılır ve Eğri Ahmet’e kurulacak tuzakta yardımcı olmasını ister. Hatip Ağa, Eğri’yi evine çağıracak ve orada pusu kurularak yakalanacak, olmazsa öldürülecektir. Hatip Ağa, devletin otoritesini iyice hissedince tuzak kurmayı kabul eder.
Aradan biraz zaman geçmiştir ki, bir gün Maraz İsmail, Hatip Ağa’ya uğrar ve “Bu aralar sıkışık durumdayız, Ağam bizi birkaç gün misafir etmenizi ister” deyince Hatip Ağa durumu komutana bildirir. Nitekim 5 Temmuz 1925 Pazar günü hava kararınca, eşkıya Kurşunlu’nun Köpürlü köyüne girer.
6 Temmuz 1925 Mülazim Ata Efendi, müfrezesiyle Kurşunlu Köpürlü köyünde Eğri Ahmet Çatışmaya girmiştir. Eğri Ahmet yaralı bir şekilde firar etmiş, aldığı yaranın etkisiyle Orta ilçesinin Kanlıca yaylasında ölmüştür.
Yaralı olan dayısı Hacı İsmail, Maraz İsmail’e artık kaçacak hali kalmadığını, askerler tarafından tartaklanmaktansa ölmeyi tercih ettiğini söyler ve kendisini öldürmesini yeğeninden talep eder. Bunun üzerine Maraz İsmail, dayısını öldürüp oradan kaybolur. O zaman yanlarında bulunan Deli Ahmet adındaki kişi de Eğri Ahmet ve Hacı İsmail’in cesetlerine ateş ederek, onları kendisinin vurduğunu söylese de jandarmayı ikna edemez. Eğri Ahmet’in çetesinden yakalanan 8 kişi (Mehmet Ali, Ramazan, Sarı Mehmet, Zıbın Ahmet, Hoca Şükrü, Cimdallı Hakkı ve Deli Ahmet) ise Ankara İstiklal Mahkemesi’ne bağlı gezici mahkemenin, baktığı davalarda ‘Soygun ve adam öldürme’ kararı ile 19 Eylül 1925 tarihinde idam edilirler.
Ahmet Kemal Üçok, Eğri Ahmet dışında Kara Sülük ve Çerkeşli Hafız adında iki eşkıyadan daha bahsederek, Çankırı havalisinde ki eşkıyalarla ilgili şu önemli bilgileri günümüze aktarmıştır: “Çankırı havalisinde türeyen Eğri Ahmet hükümeti on iki sene kadar işgal etmişti. Çerkeşli Hafız’ın da çok hunhar olduğunu Kara Sülük’ün ise bir hayli kıtal şekavet -eşkıyalık- yaptığını Çankırılılar bilirler.”
Rivayet odur ki, “Eğri Ahmet”, yaralandığı son çatışmada, çok sevdiği “Kırkanat”ını yanlışlıkla kendi vurmuştur. Diğer bir söylentiye göre ise; Eğri Ahmet’ten sonra “Kırkanat”ın “sütçü beygiri” olduğudur. Bu hikâye daha sonra, Çankırı ve çevresinde adeta darbımesel haline dönüşmüş ve o günden bu güne “Sonu Eğri Ahmet’in atı gibi geldi” diye, yedi vilayet, yetmiş iki köyde söylene gelmiştir.
Kısa ömründe iki devlet gören Eğri Ahmet'in hayatını incelerken, Osmanlı Devleti ve Türkiye Cumhuriyeti'nin eşkiyalık sorununa bakışını ele alan yazıma yine Eğri Ahmet'e yakılan türkülerle son veriyorum...
Dağlarında bile huzurun ve adaletin eksik olmadığı bir memleket dileğiyle hoşçakalın, huzurla kalın!
Türkülerde Eğri Ahmet
Eğri Ahmet hakkında pek çok türkü yakılmıştır. Eğri Ahmet’in ve annesinin karşılıklı birbirine söylediğine inanılan bazı türküler de vardır. Tespit edilen türkülerden bazıları şöyledir:
Ovacık üzerinde bir kara bulut
Ana ben gidiyorum sen beni unut
Benim yerime Yakup’umu büyüt
***
Annesi de şöyle cevap verir:
Melen Çayı harlıyor
Kavak Sümbül bağlıyor
Düştün eşkıya eline
Anan kan ağlıyor
***
Eğri Ahmet'in karısı altın sarısı
Eğri Ahmet’i vurdular gece yarısı
Eğri Ahmet’in kuşağı Tosya kuşağı
Eğri Ahmet’i vuranlar Hacı uşağı
***
Atımı bağladım ulu meşeye
Evraklarım gitti Kemal Paşa’ya
Hatıp sıkıştırdı beni köşeye
***
Hatıbın damında Garan eşeği
Hatıp uykum geldi yay kaba döşeği
Altımdan attılar mavzer fişeği
***
Eremedim şu Hatıbın fendine
Siper etti arılığı kendine
Kırkanadımı vurdum kendi kendime.
Prof. Dr. Eyüp Akman'ın kaleme aldığı Eğri Ahmet hakkında yazılmış tek eser.
Önemli Not: Bu yazının hazırlanmasında Eyüp Akman’ın “Meşhur Şaki Ovacık’lı Eğri Ahmet ve Safranbolu’da Dayıoğlu İsyanı” isimli eserinden yararlanılmıştır. Şimdilerde Kastamonu Üniversitesi’nde görev yapan Prof. Dr. Eyüp Akman Hoca'mıza kaybolmaya yüz tutmuş bir şahsiyeti, derin saha araştırmaları ile Türk milletinin hizmetine sunduğu için teşekkür ederiz.
(*) Eskipazar ve Ovacık ilçeleri 03.06.1995 tarih ve 550 Sayılı Kanunla, Çankırı ilinden ayrılarak Karabük iline bağlanmıştır.
Fotograflar: Üç adet fotograf "Meşhur Şaki Ovacık’lı Eğri Ahmet ve Safranbolu’da Dayıoğlu İsyanı" adlı eserden alınmıştır.
Kaynakça
1- Türkmen Töreli, İstiklal Harbinde İç İsyanlar, Kripto Yayınevi, 2012
2- Mete Tunçay, Türkiye Cumhuriyet’inde Tek-Parti Yönetimi’nin Kurulması (1923-1931), Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 1999
3- Ahmet Kemal Üçok, Görüp İşittiklerim, Okuyan Adam Yayınları, 2002
4- TBMM Gizli Celse Zabıtları. 15 Teşrinisani 1336 (1920) Pazartesi, Dahiliye Vekili Dr. Adnan İ:98 15-11 . 1336 C:3, İş Bankası Yayınları, 2. Baskı, 1. Cilt, 1985
5- 6 Kasım 1924 TBMM Tutanakları (t:3 6.11.1340 c:2)
6- Kemal Tahir, Sağırdere, İthaki, 2016
7- Tayip Başer, Dünkü ve Bugünkü Çankırı, İstiklal Matbaası, 1956