Çankırılı Profesör Ömer Ferit Kam(1864 - 1944)
“Metinler şerhi müderrisi, yazar, şair, fikir adamı. Özellikle klasik Tük ve Fars edebiyatı inceleme ve şerhleri ile tanınmıştır.”
Ömer Ferit Kam, 11 Ocak 1864'te (1 Şaban 1280) İstanbul'da Beylerbeyi'nde doğmuştur
Ülkemizde yetişen ilk doktorlardan Gazi Ahmet Muhtar Paşa'nın oğludur.
Dedesi Çankırılı Deli Kurtoğulları'ndan Sadık Efendi'dir. Annesi, Çankırılı Molla Kuzu ailesinden Emin Efendi'nin kızı Fatma Fitnat Hanım'dır. (Âtıf Efendi Kütüphanesi’nin bânisi Defterdar Âtıf Efendi’nin torununun kızıdır.)
Ahmet Muhtar Paşa, Sultan II. Abdülhamit ile tanışmış ve samimiyet kurmuş, daha sonra saray doktorluğuna atanmıştı. Kendisi ilim ve sanat adamlarını sever, onları konağında ağırlardı.
Bu toplantılara Giriftzen Âsım Bey, HacıFaik Bey, Kemençeci Vasilâki, Neyzen Salim Bey ve Tamburî Ali Efendi gibi sanatkârlar katılırdı. Bu toplantıları yakından takip eden Ferit Kam, Tamburî Ali Efendi'den tambur dersleri almıştır. Bu musiki toplantılarının tesiri Ferit Kam'dan onun oğlu Ruşen Ferit Kam'da kendisini göstermiş ve önemli bir kemençe üstadı olmuştur. Ferit Kam ilköğrenimine Beylerbeyi Rüştiyesinde başladı. Babası tarafından Mekteb-i Tıbbiyye'ye kaydettirilen Kam, iki yıl sonra okulu bırakarak 1882'de Mekteb-i Hukuk'a girdi; ancak, babasının vefatı sebebiyle buradan da ayrıldı.
Ferit Kam bundan sonra Polonyalı Hayrettin'den Fransızca, Keşmirli İskender Efendi'den Farsça, Fehmi Efendi'den Arapça ve babasının yakın dostlarından biri olan Nüzhet Efendi'den çeşitli özel dersler alarak kendisini yetiştirdi. Mustafa Âsım Efendi'nin Fatih Camii’ndeki huzur derslerine devam ederek 1905'te icazet aldı.
Ferit Kam, Fransızcasını ilerleterek 16 Haziran 1887'de, Bâb-ı Âlî Tercüme Odası'nda stajyer olarak memuriyet hayatına başlar.
1889’da Fatma Rukiye Hanım'la evlendi.
Mehmet Âkif Ersoy'un teşvikleriyle bazı şiirlerini yayımlar. Sadrazam Sait Paşa'nın dikkatini çekerek iltifatlarını kazanır.
Ferit Kam, 1913 yılında, Abbas Halim Paşa tarafından Avrupa'nın ilim ve medeniyet yolundaki ilerleyişini yakından tanımak üzere Avrupa'ya gönderilir. Fransa, Almanya, İsviçre ve Avusturya'ya dair gözlemlerinden oluşan Avrupa mektupları yayımlanmıştır. Jan Rypka ile tanışır. Ferit Kam, tercüme kalemindeki görevine ilâve olarak 1 Ekim 1887'de Beylerbeyi Rüştiye Mektebi Fransızca muallimliğine tayin edildi. 16 Şubat 1914 tarihinde, tercüme kaleminden kendi isteğiyle emekli oldu.
5 Ocak 1914'te Darülfünun Edebiyat Medresesi Edebiyat-ı Türkiye müderrisliğine atandı. 27 Ekim 1915 tarihinden itibaren dersin adı Âsâr-ı Edebiye Tetkikatı olarak değiştirildi. Ferit Kam, Medrese-i Süleymaniye Felsefe-i Umumiye Tarihi müderrisliğine (1 Eylül 1917) ve Dârü'l-Hikmeti'l-İslâmiyye azalığına (2 Nisan 1919) tayin edildi.
Ferit Kam, 20 Mayıs 1924'te Darülfünun İran EdebiyatıTarihi müderrisliğine atandı. Dârülfünun'un üniversiteye dönüştürülmesiyle 31 Temmuz 1933'te açıkta kalması üzerine tepkisini şu kıtayla dile getirdi:
Eğer maksûd ise tekmîl-i zillet
Hemântahsîl-i ilme eyle gayret
Koğulduk âkıbet Dârülfünûn'dan
Budur bizde mükâfât-ı fazîlet
“1928 yılında, dinde reform ve modernleşmeyi görüşüp üniversite kanalıyla Milli Eğitim Bakanlığına teklifte bulunmak üzere, Prof. Mehmet Fuat Köprülü başkanlığında, birçok ilahiyatçı, psikolog ve mantık profesörünün aralarında bulunduğu bir komisyon kuruluştu. Komisyon Haziran 1928’de hazırladığı raporu yayınlamıştı. Buna göre; oturacak sıraları, gardıropları olan camilerden, temiz ayakkabılarla camilere girilmekten, ibadet dilinin tamamen Türkçe olmasından söz edilmekte ve bu yönde tavsiyelerde bulunulmaktaydı. Ayrıca, camilere yerleştirilecek müzisyen ve müzik aletlerine duyulan ihtiyaçtan dolayı, “Modern ve kutsal enstrümantal müzik ihtiyacı acildir” (Bernard Lewis, Modern Türkiye’nin Doğuşu, Türk Tarih Kurumu, 8. Baskı, Ankara 2000, s. 409-410) denilmekteydi. İşte bu heyet üyeleri arasında bulunan Ömer Ferit Kam, camilerimizi adeta birer kilise haline getirmeyi amaçlayan projeye imza koymamıştı. Dinde reform projesine imza koymayan Ömer Ferit Kam da üniversitelerin yeniden yapılanmasından sonra dışarıda bırakıldı ve kendisine görev verilmedi. “
Ferit Kam, 10 yıl kadar aradan sonra Millî Eğitim Bakanlığı'nın bir yazısıyla 23 Mart 1943'ten vefatına kadar, Ankara Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi'nde edebiyat dersleri verdi. Çok kuvvetli bir hafızası olmasına rağmen, hafızasına güvenmez, her meseleyi ilgili kaynaklardan bulup bilgisini kontrol ederdi. Bu titizliği ve şüpheciliği sebebiyle vehimli biri olarak tanınmış ve yakın dostları"Deli Ferit" lakabını takmışlardı.
Ferit Kam 22 Mayıs 1944 günü Ankara'da vefat etti. Kabri Ankara Cebeci Asri mezarlığındadır.
Tahir Olgun'un yazdığı vefat tarihi şudur:
"Heft çarha çıkdı bang-ı mâtem-i gaybûbeti
Âlem-i ferdiyyete gitdi yegâne üstâd"
Arapça ve Farsça yanında Fransızca ’ya da hâkimdi. Türkçe, Arapça, Farsça şiirleri yazmıştır. Eski Türk Edebiyatı, Arap ve Fars Edebiyatları sahasında uzman olan Ferit Kam, genel felsefe, İslam felsefesi, özellikle kelâm ve tasavvuf ile âlimane meşgul olmuştur. Yazı ve şiirlerini Sırat-ı Müstakim, Sebilürreşad, Peyam-ı Sabah, Ceride-i İlmiye ve Mahfil mahfil gibi gazete ve mecmualarda yayımlamıştır.
Eserleri
Ferit Kam kendisini felsefe, din ve edebiyat alanlarında yetiştirmiştir. Eserler başlıca bu üç alanla ilgilidir. Ayrıca manzumeleri de vardır. Eserlerinin bir kısmınıs ağlığında eski harflerle, bazılarıda bugün yeni harflerle de yayımlanmıştır. Arap harfleriyle ve kendi el yazısıyla henüz yayımlanmamış müsvedde veya yayıma hazır eserleri de bulunmaktadır. Ferit Kam'ın aşırıderecedeki vehminden dolayı çok az eser yazdığı söylenmekteyse de pek isabetli bir hüküm değildir. Kemâl Edip Kürkçüoğlu bu hususu "Eseri yoktu denilemezdi; bizzat o, zengin bir millî kütüphane idi... Bence o, Süleymaniye, Selimiye camileri ölçüsünde büyük bir âbide idi." diyerek belirtmiştir.
KİTAPLARI
1- Âsâr-ıEdebiye TetkikatıDersleri
2- Dinî Felsefî Sohbetler
3- Felsefe Tarihi Notları
4- Mebâdi-i Felsefeden İlm-i Ahlâk
5- İlm-i Mâba'de't-Tabia
6- Hall-i Mesele-i Tabiat
7- İran EdebiyatıTarihi
8- Vahdet-i Vücud
9- Felsefe Lûgati
10- Afgan Şairleri
11- Divan Şiiri Sözlüğü
12- Şeyh Gâlib Divan ve Hüsn ü Aşk'ından Müntehab Parçalar
13- Eski İran'da Felsefe
14- Not Defteri 1
15- Not Defteri 2
16- Türrehât Ferit
17- Şiir Defteri
18- Tercüme-i Manzume-i Sulh
19- Avrupa Mektupları
Ömer Ferit Kam’ın Oğlu Mehmet Ruşen Ferit KAM (1902-1981)
Kemençe virtüözü, musiki hocası ve araştırmacı.
26 Mart 1902 yılında dünyaya geldi. Türk kemençe virtüözü, koro şefi ve müzik yazarıdır. Tamburi Cemil Bey’in plaklarını dinleyerek kemençe çalmasını öğrendi. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nin Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nü bitirdikten sonra öğretmenlik yaptı. 1927’de kurulan İstanbul Radyosu’na kemençeci olarak girdi. Daha sonra Ankara Radyosu’na geçti. Orada solistlere eşlik etti, stajyerlere çeşitli dersler verdi, koro şefliği ve radyo müdürlüğü (1951-53) yaptı; bir ya da birkaç çalgı eşliğinde “özellikle Vecihe Daryal’la birlikte” saz eserleri seslendirdi.
“Açıklamalı Klasik Türk Müziği” programlarında yönettiği korosuyla birçok klasik yapıtı radyodan ilk kez dinletti. Koro şefi olarak plak doldurdu. Bir süre Kahire Konservatuarı’nda ders verdi. Ankara Devlet Konservatuvarı’nda da Türk müziği tarihi ve divan edebiyatı dersleri okuttu. Radyo dergisinde yayımlanmış besteci yaşam öyküleri dışında, Nazîm üzerine bir araştırması (Bestekâr-Şair Nazîm, Hayatı, Eserleri Hakkında Tetkikat, 1933) vardır. Ayrıca müzikle ilgili birçok makale de yazmıştır. 29 Temmuz 1981’de vefat etmiştir.
Ruşen Ferit Kam Tamburi Cemil Bey’den sonraki en büyük kemençe virtüözü sayılır. Cemil Bey’in sanatına derin bir hayranlık duymakla birlikte, taksimlerinde onu taklit etmemiştir. Kam’ın bilinen tek bestesi “Bir nevci- vandır, âşub-i candır” dizesiyle başlayan hicazkâr şarkıdır.
MEHMET AKİF; ÖMER FERİT KAM DOSTLUĞU
Âkif’in kendisine “yâr-ı cânım”,“üstâd-ı hakîmim” dediği Ömer Ferid Kam ve Ferid Kam’ın ona “enîs-i rûhum” diye hitap ettiği bu iki mümtaz insanın yakın dostlukları, Fatih’te oturan Âkif’in Beylerbeyi’ne taşınması ile başlar. Beş yıl kadar Ferid Kam’a komşuluk yapan Âkif, Dârulfünûn’dakiTedkîkât-ı Lisâniye Encümeni’nde de onunla birlikte görev yapar. Akif’in onunla olan dostluğu o derece ilerlemiştir ki Ferid Kam, Kasım 1922’de Tedkikat ve Telifat-ı İslâmiye Encümen’inde görev yapmak üzere Ankara’ya dâvet edildiğinde, bu görevi sırf Akif’in o tarihlerde Ankara’da bulunması dolayısıyla kabul eder. Ömer Ferid Kam, Ankara’ya geldiğinde, bugünkü Hacettepe Üniversitesi Kampüsü’nde yer alan Taceddin Dergâhı müştemilâtından kendisine ayrılan bir evde kalır ve böylece komşusu Akif’le olan dostluğunu Ankara’da sürdürür.
Mısır’da bulunduğu yıllarda bile Ferid Kam’a özlem duyan Akif, ondan uzun süre mektup alamamıştır. Bu sırada Akif, annesini de kaybettiği için son derece üzüntülüdür. Ferid Kam, bu günlerde Akif’e bir taziye mektubu gönderir. Annesinin ölümüyle üzülmekte olan Akif, mektubu alınca çok sevinir ve “Feridciğim, senden ses seda çıkması için mutlaka bizim evden bir cenaze çıkmasını mı bekleyeceğiz?” diye nükteli bir cevap yazar.
Akif’in Ömer Ferid Kam’a olan muhabbet ve hürmeti bunlarla sınırlı değildir. Şöyle ki Âkif, Dârülfünûn’daki Edebiyat-ı Türkiye muallimliğini bırakıp başmuharrir olarak Sebîlürreşâd’a geçince, Ferid Kam’ın kendi yerine atanması için oldukça yoğun bir çaba göstermiş ve neticede o da, Akif’in bu ısrarlı talebini geri çevirmeyerek kabul etmiştir. Yine yazı yazmada son derece titiz davranan ve bu sebeple çalışmalarını pek yayımlamak istemeyen Ferid Kam’ı yazı yazmaya ve bunları neşretmeye güçlükle ikna edebilen kişi Akif’tir. Nitekim Ferid Kam, onun bu yoğun isteği ve teşvikleri sayesinde Dinî-Felsefî Sohbetler adlı eserini Sırât-ı Müstakîm ve Sebilürreşâd’da tefrikaya başlamıştır. Böylelikle daha geniş kitleler tarafından tanınmaya başlayan Ferid Kam, Vahdet-i Vücûd adlı eserini de yine Âkif’in ısrarları üzerine söz konusu dergilerde tefrika etmiştir.
Ömer Ferid Kam’ın, okuyucu ile buluşması büyük ölçüde Akif’in gayretleriyle olmuştur. HattâFerid Kam’ın şiir yazmasını ısrar eden de Akif’tir. Hoşsohbet bir kişiliğe sahip olan Ferid Kam’ın konuşturmak da yine Akif’e düşmüştür. Nitekim Akif onu konuşturmak için çareler aramış, ortaya bir mesele atarak onu neşelendirip konuşturmayı başarmıştır. Esasen Akif’in pek ender görülen neşeli vakitleri Ferid Kam sayesinde olmuştur. Kaynaklarda anlatıldığına göre, bir gün Fatin Gökmen, Akif’e en neşeli geçirdiği günleri sormuş. O da: “Pek nadir olan neşeli bir zamanım Ferid’le geçen musâhabât demleri” cevabını vermiştir. Bu bilgiden de anlaşılacağı üzere Ferid Kam, Âkif için son derece önemli bir şahsiyettir. Akif’in Ferid Kam’a olan muhabbet ve hürmetinin boyutunu esasen onun, Akif’in vefatını müteakip 2 Ocak 1937 tarihinde Sıdkı Akbaba’ya gönderdiği bir mektupta sarfettiği ifadeler dolayısıyla pekâlâ görmek mümkündür:
“Akif, Akif! Nihayet o da gitti. Ayaklar altında öldü, eller üstünde mezara götürüldü… Benimle konuştuğu zaman kendisi susmak, beni söyletmek isterdi. O zaman nispeten daha genç olduğumdan, ben de söylemekten usanmazdım… Görülecek bir işim olsa, bütün varlığıyla matlabımın husûlü için paçaları sıvar, benden çok yorulurdu. Bir derdim olsa devasını bulmak için dünyanın öbür ucuna gitmek isterdi. Hülasa Akif çok kâmil bir insan, çok dürüst, çok hakiki bir dosttu…”