“Yaren” ve “Çankırı” sözcükleri birbirleriyle özdeş, ayrılmaz bir ikili…
Çankırı deyince akla ilk gelen Yaren, Yaren deyince de akla ilk gelen Çankırı…
Memleketimizi, gönüllerimizi yurt edinmiş köklü geleneğimiz Yareni, son dönem mahalli sanatçılarımızdan Mehmet Bayraktar ile konuştuk…
Yâren deyince ne anlamalıyız?
Yâren ya da Yâran: İyi, doğru, güzel yani nitelikli insan yetiştirme; insanı hayata hazırlama; sosyal düzeni ve güvenliği sağlama; halk müziği, halk mutfağı, halk tiyatrosu, halk edebiyatı gibi milli kültür değerlerini yaşatma ve yeni kuşaklara aktarma görevlerini yüzyıllardır yerine getirmiş yüzde yüz yerli ve köklü bir sosyal kurumun adıdır.
Sevgi ve kardeşlik hamurunun, birlik ve dayanışma potasında yoğrularak, İslam ahlak ve fazileti ile şekillenmesinden meydana gelen yiğit Anadolu insanlarının belirli ilke ve kurallar üzerine inşa ettiği, özel mekânlarda yaşanan milli kültür mirasımızın bir müessesesidir. Atalarımız Oğuzlardan günümüze ulaşan ilim ve irfan yuvası milli ahilik müessesesinin bir şubesidir…
Yâren; insanların birbirleriyle anlaşabilmelerini düzenleyen, gülmenin ve eğlenmenin olduğu kadar, doğumun ve ölümün de gerçeğini her toplantısında insana anlatan önemli bir sosyal yardımlaşma kurumudur.
Yâren; ne kadar geçmişimizse, o kadar da geleceğimizdir... Çünkü eğer bizim kendimize özgü bir anlaşma ve yaşama biçimimiz olacaksa, onun kaynağı yine bizim sosyal psikolojimizin eseri olan Yârenimizdir.
Yâren Kültürü; sahip olduğu kurallar ve özellikleriyle Türk Kültürü’nün ta kendisidir.
Yâren; hep dışarıda aradığımız değerlerin, aslında Anadolu topraklarında bulunduğunu belgeleyen milli bir sosyal kurumdur. Yâren; zengin ve köklü Türk kültürünün yöresel bir yansıması, yani özümüzdür.
Yaren’in kelime karşılığı nedir?
Farsça kökenli: Yârlar, sevgililer, dostlar, arkadaşlar.
Türkçe kökenli: Erkekler, Yiğitler.
Yâren Meclisi’nin kuruluşunu kısaca anlatabilir misiniz?
Her yılın Eylül, Ekim aylarında ilk toplantı (Erfene = Ferfene) yapılır. Bu toplantıya, daha önce Yâren Meclislerinde bulunmuş orta yaş grubu insanlar katılır. Bu ilk toplantıda, genellikle sözü geçerli, yaşlı biri “Bu yıl ocak yakalım…”, “Bu yıl Yâren yiyelim...” diyerek söze başlar.
“Erfene” adı verilen Yâren’in ilk toplantısında; gelecek bahara kadar yapılacak çalışmalar, Yâren’de yenecek yemekler, Yâren Evi, ya da Yâren Odası’nın mefruşatı, Yâren üyelerinin adap ve erkânı ile ilgili ön konuşmalar yapılır. Yâren üyelerinin bütün sezon boyunca uyacağı kurallar tespit edilir. Ayrıca, “Başağalar”, “Yâren Reisi” ve “Yâren Üyelerinin” seçimi yapılır.
Yâren Meclisi, esas itibariyle 24 kişiden meydana gelir. Bu sayı; Oğuzların 24 boyunu sembolize eder. Yâren’in ilk toplantısında “Çavuş” ve “Sazende Heyeti” de tespit edilir.
ÇAVUŞ: Yâren Meclisinin temizliğinden, düzeninden, çay ve kahve ikramlarından, yemeklerin hazırlanmasından ve oyunlarda “tura” vurma hizmetlerinden sorumludur. Yâren’in her türlü durumunu Küçük Başağa ’ya da Yâren Reisi’ne aktarır.
BÜYÜK BAŞAĞA: Genellikle Yâren Meclisi’nin en yaşlı üyesidir. Halk ifadesi ile “Yâren yemiş”, adap ve erkân bilen, otoriter bir özelliği bulunur. Daha çok, küçük hareket ve sezilmeyen işaretlerle Yâren Meclisi’ni sevk ve idare eder. Sosyal hayat içinde de bütün yârenlerin yönlendiricisi ve baş danışmanıdır. Kurulacak mahkemede ise “Yargıç” görevini üstlenir.
KÜÇÜK BAŞAĞA: Yaş ve mevki itibariyle Büyük Başağa’dan küçüktür. Yâren organizasyonunun önemli bir bölümü ona aittir. Yâren üyeleri ile Büyük Başağa arasındaki iletişimi sağlar. İşlerin yürütülmesinde “Çavuş” ona yardım eder. Yârenlerin günlük işleriyle de ayrıca ilgilenir. Kurulacak mahkemede ise “Savcı” görevini üstlenir.
YÂREN REİSİ: Başağalar ile Yâren üyeleri arasında bir denge unsurudur. Yâren Reisi’ne köylerde, genellikle “Yiğitbaşı” denir. Kurulacak mahkemede ise, “Avukat” görevini üstlenir. Büyük Başağa, Küçük Başağa, Yâren Reisi ve Yârenlerden oluşan bu seçkin topluluk; yaşadıkları süre içinde sevgi, saygı ve yardımlaşmayı devam ettirirler. Hatta yıllar sonrasında bile birbirlerine aynı hitaplarda bulunurlar.
-Önce kendinizden, sonra da yarenle olan ilginizin nasıl başladığından bahseder misiniz?
Çankırı’nın yerli ailelerinden "Etçiler" sülalesindenim. Büyük dedelerim Çankırı kalesinde bayraktarlık yaptığı için , soyadı kanunuyla “Bayraktar” soyadını almışız.
Büyük dedemiz demirci, onu takip eden 2 kuşak bakırcı, benim de için de yer aldığım son nesil yine demirci.
Ailemizin en son “bakırcı, kalaycı, dövme işleme” olmak üzere Çankırı’da faaliyet gösteren 3 dükkânı vardı.
İlk yarenimi askere gitmeden 1979 yılında yedim ve ilk kıvılcım bir genç olarak orada düştü gönlüme…
Yeni ve farklı özellikte arkadaşlarla kaynaşmak çok hoşuma gitti…
-“O yareni, hatırlıyor musunuz?” Diye soruyorum. Sanki bir gün öncesinden bahseder gibi başlıyor saymaya: Satılmış Dereli Büyükbaşağa, Mehmet Duran Küçük Başağa idi…
Mustafa İstanbullu, Halit Harmanda, Ali Osman Akça, Şaban Yeşil, Hüseyin Kumru, Recep Duran, Nurettin Dereli, Mehmet İğdir, Eyüp Kütükçü yarene katılanlar…
-Sazı nerede ve nasıl öğrendiniz?
Sazı yarende öğrendim.
Bir taraftan babama dükkânda yardım ederken, diğer taraftan da saz merakım giderek artıyordu…
İlk sazımı yorgancı İbrahim Şenbayram’dan aldım.
Saz derken; perdesi, burgusu yok… Burguyu kendim yaptım, ellerim yara bere içinde kaldı.
Sazı kendi kendime öğrenmeye çalışırken çok kafa ağrıttım; orta telden dın… dın… dınnnn…
Komşumun yardımıyla ilk öğrendiğim türkü “Gelin Ayşe” oldu. Ardından da “Fırat kenarında yüzen kayıklar…” türküsünü çalıp, söyledim…
Teksaz Zeki ile Ankara’ya gittik, meşhur saz sanatçısı ve besteci Rıfat Balaban'ın elektro sazına talip olduk... Önce 50 lira dediler, pazarlıkla ilk elektro sazımı 30 liraya aldım.
Şu an, 5 tane sazım var.
1985, 86-87 yârenlerinden sonra 4 yıl ara verdim…
Sazımla katıldığım 2002 Yarenin de ilk kez mahalli sanatçı olarak yer aldım.
-“Mahalli havalar içinde çalıp söylemekten ayrı bir keyif aldığı parçaları?” soruyorum:
Hepsini diyor önce ama en başa “Mahim’i” koyarak şöyle yapıyor sıralamayı:
Kahve Yemen’den gelir.
Kömür gözlüm.
Fatmam
Kaleden kaleye şahin uçurdum.
Üçayak.
Fondili…
Oturak havaları
İki geyik bir derede su içer…
Yarenin iliği olan Çuhadaroğlu yani diğer adıyla Çankırı Peşrevini çalarken tüylerim diken diken olur! Yaren aşktır, heyecandır! O aşk ve heyecan olmadan asla yaren olmaz. Kalbi küt küt atmayanın yaren muhabbeti olmaz…
Arkadaşlık, dostluk, birlik, dirlik, dayanışmanın şehre ve hayata yansıması olan yaren sayesinde maddi manevi çok güzel bir çevrem oldu, sevgi ve saygı gördüm hep.
-Size “niye doktor” diyorlar? Var mı, bir hikâyesi?
Çocukluktan kalma bir isim. Tiyatroda oynadım, o yıllardan.
Rahmetli Hüseyin Bukan’ın benzinliğine gelen ve Çankırı’da doktor olarak görev yapan Vecdi Müderris bey, beni gerçekten doktor zannetmiş, “Çok gençsin maşallah, branşın nedir?” diye sorunca ben de “kalp doktoru” cevabını vermiştim…
-Yaren’in zorluğu var mı?
Sezon açıldıktan sonra ailesine uzak kalır, işten, uykudan özveri ister mesuliyeti ağırdır, yaren baştan sona ciddiyettir.
-Yarenimizin bugünü ve yarını adına neler söyleyeceksiniz?
Bir ara yaren için Büyük Cami’nin karşısındaki eski nikâh salonunu talep ettik ama maalesef olmadı.
Aynı anda 3 yaren ocağı yakılacak, düğün salonu çay ocağı, malzeme deposu ve diğer ihtiyaçlar için de bölümlerin yer aldığı dört başı mamur bir Çankırı Yaren Kültür Merkezimiz olmalı.
Yaren adına atılacak her adımda Çankırı Belediyesi ve Çankırı valiliği iş birliği halinde olmalıdır. Yâren Meclislerine Valilik ve Belediye bütçelerinden uygun bir ödenek ayrılmalıdır.
Yâren Kültürü’nü birinci derecede yaşatan Yâren Meclisleri; müzelik durumlarından kurtarılmalı ve yaşatılmalıdır.
Çankırı Müzesinde yarene ayrılan yer çok küçük, Çankırı’nın simgesel değeri olan yarenin daha geniş sergilenmesi için en az 4 oda olmalı.
Şu an yaren adına 5 ayrı dernek var, bu derneklerin federasyon çatısı altında toplanmaları şarttır.
Çankırı Oğuzların toplanma merkezi olmalı, bu sinerjiyle Karatekin Fetih Şenlikleri eskiden olduğu gibi coşkuyla mutlaka devam ettirilmelidir.
Nüfusumuz artıyor amma geleneklerimiz zayıflıyor. Başdonanma çok azaldı. Şimdiki düğünler ekseriyet salonlarda yapılıyor. Eskiden evlerde de yaren vardı, şimdi yok maalesef.
Eski arasta esnafının hepsi Yarendi, Sefa Tatlıbal dayı da saz çalardı…
Bu arada unutmadan, üzerimde emeği olan Teksaz Zeki hocamı rahmetle anıyorum.
Şu an yarendeki konumuz nedir?
Şu an yaren hocalığı yapıyorum ve bu durumdan da hem çok keyif alıyorum, hem de büyük mutluluk duyuyorum...
Oğlum da benim yolumdan devam ediyor; bu durumda beni gururlandırıyor...
-Bir besteniz var mı?
Yok, çünkü bestenin bir hikâyesi olmalı.
Bizim meşhur İmaret türküsü mesela… Bir ecnebi kadına yakılmıştır, pek bilinmez hikayesi. Hani diyor ya “Gizli sırlarını illere vermem…” illaki bir hikaye lazım.
Son olarak, baba mesleğiyle ilgili de bir şeyler söylemek ister misiniz?
Bakır Çorum’dan hazır gelirdi. İşlemesini biz yapardık…
Eskiden bakırdan mamül ev gereçleri bir hayli çok idi… Kazandan tutun da, sahana kadar… Yine eskiden sobaüstü ev gereçleri de epey çoktu: Bakraç, ibrik, depni vb.
Alüminyum, çinko çıkınca bakıra ilgi azaldı; zamanla da bakır eşyalara ilgi an alt seviyeye indi… Bu durumda bakırcı esnafını doğrudan ve çok olumsuz bir şekilde etkiledi.
Esnaflığı bıraktıktan sonra ne yaptınız?
Allah rahmet eylesin dönemin Çankırı Belediye Başkanı Namık Kemal Eryılmaz İstanbul’da Çankırılar olarak düzenlenen etkinliğe katılmak üzere bir ekip kurulmasını rica eder…
Benim de 15 gün içinde büyük bir gayretle hazırlanan ekibe büyük katkım oldu.
İstanbul’da Çankırı’yı başarıyla temsil eden bu ekip büyük ilgi ve takdir gördü. Çok güzel bir gece ye imza attık...
O geceden sonra, gelen teklif üzerine Çankırı belediyesinde memur olarak işe alındım.
9 yıldır da Halk Eğitim de görev yapıyorum.