Metin bey,
Ailemize ve aile tarihçemize göstermiş olduğunuz alakadan dolayı memnuniyetimizi ifade etmek isterim.
Bana yöneltmiş olduğunuz suallerin okurlarınız tarafından daha kolay anlaşılabilmesi için hikâyemizi en baştan kaleme almak istiyorum.
(Orhun Zincircioğlu)
…
Zincircioğlu Ailesi Osmanlı İmparatorluğunun en uzun asrında bu topraklara gelmiş ve kök salmıştır. Yeni Türkiye Cumhuriyeti’yle de, bugünlere Çankırı ile büyümüş ve ailenin son ferdi benim ile yaşamaya devam etmektedir.
Büyüklerden intikal eden bilgilere göre 1780’li senelerde doğmuş olduğunu tahmin ettiğimiz Abdullah Efendi Orta Asya’daki Türk Hanlıklarının Rus İmparatorluğu tarafından işgale başlanması neticesinde; ailesi ile Türkmenistan’ı terk edip en yakın Sünni Müslüman Devletin Babür İmparatorluğu olması sebebiyle şu an Pakistan’a ait olan Lahor’a göç etmiştir.
Ne hazindir ki; kaderin bir cilvesi olarak Babür İmparatorluğunun tarihe intikaline sebep olan İngiliz İmparatorluğunun 1850 senesinde Lahor’u ve Babür İmparatorluğunu ele geçirmesi ile gene aile Abdullah Efendinin oğlu Halil Efendi tarafından tekrar yollara düşülerek Osmanlı İmparatorluğuna hicret edilmiştir.
Bu hicret ile İran üzerinden Anadolu’ya hareket eden Halil Efendi Erzurum ve Erzincan üzerinden kendilerine ait deve kervanı ile Bursa’ya kadar gelmiştir. Bursa Kadılığına tayin edilen kardeşi Hanefi Molla’nın çocuklarından bir kol sonraları İzmir’e gitmiş ve ailenin bu koluyla tüm irtibat ne yazık ki kopmuştur.
Kendi ismini taşıyan oğlu Halil Efendi ise Çankırı’ya gene birbirine bağlı develer ile büyük bir kafileyle hicret etmiştir.
Lahor’dan Anadolu’ya gelirken ve Çankırı’ya hicret esnasında develeri urgan ile değil de zincir ile birbirlerine bağladıkları için Zincirci ( Zencirci ) lakabı ailemize takılmıştır. Soyadı kanunu çıkınca “Zincirci Zade” soyadını almışlarsa da, sonradan Türkçe’nin öz Türkçeleştirilmesi furyasında “Zadelerin” kaldırılıp “Oğlu” konulması üzerine Zincircioğlu olarak değiştirmek mecburiyetinde kalınmıştır.
Biz; hayatta olan Zincircioğulları Çankırı’ya hicret eden Halil Efendi’nin torunlarıyız. Halil Efendinin ilk hanımından 5 tanesi kız, bir tanesi erkek olmak 6 çocuğu olmuştur.
Çankırı Taş Mektebin bir kitapta tarihçesini anlatır iken, Halil Efendi’nin ilk hanımından erkek çocuğu Mustafa Efendi’nin Çankırı Taş Mektep’in açılışındaki çekilmiş olan resimde de vardır. Ayrıca, Mustafa Efendinin çocukları sonraları Ankara’ya taşınmışlar ve Çankırı’daki ailenin kolundan kopmuşlardır.
Halil Efendi ileri yaşında Çankırı eşrafından 2. hanımıyla evlenmiştir. Bu hanımından tek çocuğu büyük dedemiz İsmail Efendi Dünya’ya gelmiştir. İsmail Efendi aile kütüğümüzde halen yazılı olan Çankırı’da Çan Saatinin altındaki Yoğurtçu Mahallesinde dünyaya gelmiştir.
Ailemizin İsmail Efendi’den evvelki tüm mensupları Çankırı dışındaki Osmanlı topraklarında veya hicret esnasında yolda veyahut ta Lahor’da doğmuştur. Çankırı’da 1875’de doğan ilk ferdimiz Halil Efendi’nin en küçük oğlu, babamın dedesi İsmail Efendi'dir. Ölümü ise Nisan 1955 İstanbul olup Topkapı Şehitliğinde yatmaktadır.
İsmail Efendi küçük yaşta babasını kaybettiği için kendisini Mustafa Efendi büyütmüş ve okutmuştur. Babasız büyümesi ve abisi Mustafa Efendinin desteği ile 1890’da çok küçük yaşta ticarete atılmıştır.
Şu an ailemiz Aksu Mahallesi, Tatlısu Adasında oturmaktadır. Oturuyor olduğumuz her iki evin arazisi aslında Tatlı Çayın kıyısından başlardı. Bu arazi İsmail Efendi’ye annesinden verasetten intikal ederek bizlere gelmiştir.
1900 senesinde bu arazinin ortasına büyük bir konak yaptırdıysa da, aşağıda anlatacağım talihsizlikler ile kala kala tren yolu kenarındaki halamın oturduğu ev kalmıştır.
Bilenler için Çankırı’da bir hikâye vardır. Yeni Cumhuriyet Anadolu’ya 1930’larda iktisadi teşebbüsler ve yeni tren yollarını yaparken, Çankırı ahalisinin Çankırı’nın ilerlemesi için Çankırı’dan tren yolu geçmesini çok istediklerinden olsa gerek; “tek tren yolu Çankırı’dan geçsin de, bağrımdan geçsin” diye rivayet olunur.
O sözü edenlerin bağrından tren geçti mi bilemem ama hakikaten bizim evin tam bağrından 1936’da tren yolu geçti ve halen daha da geçmekte. Çünkü halamın oturduğu evin 5/3’ü ile bahçenin bir kısmını tren yolu tarafından kesmiş oldu.
Tabakhane olarak isimlendirilen kısım ise, tren yolu ile Tatlıçay arasında kalmıştı. Her nedense 1980’lerin başlarında Karayolu bu Tabakhane kısmına da şimdiki Kastamonu-Ankara çiftli yolu yaparak ailemizin elden çıkmış oldu.
Şimdi ise yeni Çankırı İmar Planı’nda İrfan Dinç beye tüm ricalarımıza rağmen ısrar ile 1900 senesinde büyük dedem İsmail Efendinin annesinden verasetten intikal eden arazisinin ortasına yaptırdığı evine sözde Sosyal Tesis yapmak ve Çankırı Belediyesine kazandırmak istemesi gibi anti demokratik bir hareketi düşündürücü ve üzücüdür. Ama evvela Allah’ın adaleti ile tecelli eden yüce Türk Adaleti bu sergüzeştliğe müsaade etmedi ve Kastamonu İdare Mahkemesinde açtığımız dava lehimize neticelenerek bu adaletsizliğe bir nihayet verilmiştir.
Çankırı Belediyesinin “Çankırı’nın en eski ailelerinden birine mensup halama” bu zulmü yaparak ne kadar sosyal belediyecilik yaptığı da gayri ahlakidir.
Başta o evde doğmuş ve halen daha yaşamakta olan halam Nilüfer Zincircioğlu’nu harap ve bitap ederek, hayata ve Çankırı’ya küsmesine sebep olmuştur. Bu evde büyük halam Mesrure Hanım, kızı Ülviye hanım ve oğlu Şakir bey, büyük amcam Haşim bey, dedem Enver bey ve babam Turgut bey doğmuş ve yaşamışlardır. Halende halam Nilüfer Zincircioğlu bu evde yaşamakta ve diğer aile büyükleri gibi bu evde hayata gözlerini kapamak istemektedir.
Büyük dedem İsmail Efendi küçük yaşta Çankırı eşrafından Abide Hanım ( ölümü Çankırı’da Ağustos 1960 ) ile evlenmiştir. Daha evvelce de bahsettiğim gibi, 1890’da çok küçük yaşta abisi Mustafa Efendinin teşvikiyle ticarete atılmıştır. İsmail Efendi Çankırı’nın ihtiyacı olabilecek ama Çankırı’da o günün şartlarında imal edilemeyen iğneden ipliğe her şeyi toptan İstanbul’dan Çankırı’ya tedarikini temin etmiştir. Kimi zaman İstanbul – İnebolu üzerinden gemi ile veya İstanbul – Çankırı arası kara yolu ile bu sevkiyatı yapmıştır. Zaten bu sebepten İsmail dedem askerlik vazifesinden muaf tutulmuştur. Çünkü Osmanlı Devletinde şehrin ihtiyaç maddelerini temin eden Müslüman ahaliden 5 büyük tüccar askerden muaf tutulurdu.
Haşim Bey ise Cumhuriyet devrinde askerlik vazifesini kısa dönem olarak yapmıştır. Çünkü o dönemde şehrin posta taşımacılığını yapan kimseler askerlik vazifesini kısa dönem yapıyorlardı. Kendisi Kastamonu’da bu vazifeyi ifa etmiştir.
Enver Bey ise ailenin en şanssız askerlik vazifesini ifa eden ferdidir. Çünkü Almanya tahsili dönüşü 1936-1938’de asteğmen olarak, sonra 1939-1940 senelerinde 2. Cihan Harbinin çıkması vesilesi ile tekrar askere teğmen olarak çağırılmış ve son olarak 1943-1945 arası üsteğmen olarak 3 defa Koşulu Topçu olarak askerlik yapmıştır. Babamın halen daha devam eden atlara beslediği sevgide dedemin her sabah Şişli’deki evimizden Kâğıthane’deki askeri kışlaya gitmesi için emir eri seyis Rize’li veya Ordu’lu Mahmut tarafından getirilen 2 binek atı ile babamı ara sıra gezdirmesi ve kışlaya beraber gitmeleridir. Bu minik gezilerde babam hep atın kısa kesilmiş yelesini sevmesini halen daha unutamaz.
Babam ise Almanya dönüşü 1 ay NATO bünyesindeki Ankara İstihbarat Okulunda tercüman olarak zamanın Sovyet Bloğuna dâhil olan Doğu Almanya Devletinin dinlenmesinde vazife almış, sonra Ankara Kara Harp Okulu bünyesindeki Ordu Yabancı Diller Okuluna Almanca öğretmeni olarak tayin edilip askerliğini tamamlamıştır.
Ayrıca, Çankırı havalisinden topladığı tiftikleri şuan Büyük Caminin altındaki eski Belediye Halinin bulunduğu yerdeki kendisine ait olan Taş Han’da mubayaa edip depolamış ve İngiltere’ ye ihraç etmiştir. Bu ihracatı yapabilmek için İstanbul Sirkeci civarında büro açmıştır. Yapılan bu ticaretten ve kaliteli tiftik temininden dolayı İngiltere’deki fabrika İsmail Efendi’ye bir fayton hediye etmişlerdir. Bu fayton İnebolu’ya İngiltere’den gemi ile gelmiş ve İnebolu’dan Çankırı’ya getirilmiştir.
Hoş bu fayton bir zaman sonra bir ortaklığında nihayet bulmasına sebep olmuştur. Bu hikâyeyi anlatmadan evvel bu faytonun sürücü koltuğunun senelerce fabrikanın bekçi kulübesinde bekçi koltuğu olarak hizmet verdiğini belirtmeden geçmeyelim. Ben de küçükken bu koltukta oturmayı çok severdim. Neyse, İsmail Efendinin 1 kızı ve 2 oğlu vardı. Kızı yani büyük halam Mesrure hanımı Çankırı eşrafından yeğeni ile evli olan Palancı Zade Şakir Efendi’nin oğlu İhsan Bey ile evlenmeleri neticesinde bu iki tüccar ortaklıklarını ve kan bağlarını daha da pekiştirmişler ve uzun seneler beraber ticaret yapmışlardır. Ama bu İngiltere’den gelen hediye fayton her iki ortağın arasını çok derinden açmış ve sonuçta ortaklığın bitmesine sebep olmuştur.
İsmail Efendinin Haşim (Çankırı, 09.03.1910 * Ankara,16.08.1972) ve Enver (Çankırı, 1914 * Ankara, 1991) adındaki 2 oğlu bu fayton ile Çankırı turu yaparken bunu kıskanan İhsan Efendi, faytona binmelerinden dolayı bu iki çocuğu enişteleri olmalarından dolayı azarlamış ve eve geri göndermiştir. Bu 2 kardeşte anneleri büyük babaannem Abide hanıma şikâyet etmişler ve bu nahoş hadise İsmail Efendiye intikal edince 2 ortağın arası açılıp ortaklık nihayete ermiştir.
Yukarıda bahsettiğim Sirkeci civarındaki bu büronun başına da Çankırılı bir Rum olan Niko Efendiyi getirmiş ve İstanbul Kuzguncuk semtinde ikamet etmelerini sağlamıştır. Niko Efendi aslen Çankırı’nın yerlisi bir Rum ailedendir. İstanbul’a iş icabı bu erken göçleri neticesinde Çankırı’daki tüm Rumlar Yunanistan ile yapılan mübadele çerçevesinde mübadil edilirken, sadece Niko Efendinin ailesi mübadeleden kurtulmuşlardır. Her ne kadar Niko Efendi ve hanımı İstanbul’da öldü iseler de 6-7 Eylül Hadiselerinden sonra kızı Lukiye Hanım, kocası ve oğlu Andrea Atina’ya göç etmişlerdir.
Niko Efendi 1945 senesinde ölünceye kadar İstanbul Sirkeci’deki Merkez Ofisin başında kalmıştır. Niko Efendinin vefatından sonra Karaköy-Galata Bankalar Caddesindeki Union Han’da açılan yeni Merkez Ofis’de torunu Lukiye Hanım’ın oğlu Andrea kâtip olarak bu yeni büroda çalışmışsa da Yunanistan’a göç etmelerinden sonra Yunanistan’da armatörlük yapmaya başlamıştır.
Niko Efendi’nin ölümünden sonra eski Ankara kökenli İstanbul’da oturan Agop Holasoğlu Bey tarafından vazifesi devralınmış olup; Agop Holasoğlu Bey 1964 senesine kadar bu vazifeyi ifa etmiştir.
Aslında bilindiği gibi Ermenilerin ekseriyeti Gregoryan Kilisesine tabi oluyorsalar da Agop Bey ve ailesi Katolik Ermeni Kilisesine bağlı idiler. Evlerinde her ne kadar Ermenice biliyorlarsa da Fransızca konuşulur ve Fransız kültürüne uygun yaşanmaktaymış. Agop Bey’ler Şişli Bomonti’de oturmakta idiler.
Halen daha devam edile geldiği gibi azınlık ve diğer dinlerin yoğun olarak yaşadığı Hatay ve Mardin gibi bölgelerde Müslüman ve diğer dinlere mensup guruplar birbirlerine dini bayramlarda ziyaret ettikleri gibi o dinin âdeti olan yiyeceklerden de gönderilirmiş. Mesela, bizimkiler Kandiller de Helva, Aşure Ayında Aşure kendilerine gönderdikleri gibi; Agop Beyler de Paskalya Yortusu’nda usül icabı bizim aileye Paskalya Çöreği ve Kabuğu boyanmış yumurta gönderirlermiş. Elbette ailenin o zamanlar için en küçüğü olan babam bu Paskalya Çöreğinden yemeği çok sevse de büyükannesi Abide Hanım bu çörekten yememesi için uğraşırmış! Hatta babamın yememesi için “bu çöreğin hamuruna papazın banyo suyu konulduğunu” söyleyerek babamı caydırmak istermiş.
Babamın amcası Haşim Bey, dedem Enver Bey ile babam Turgut Beyin ( Çankırı, 09.06.1941 Pazartesi, 12.40 ) İstanbul Galata’daki berberleri olan fakat 6-7 Eylül Hadiselerinden sonra İstanbul’u ve Türkiye’yi terk etmek mecburiyetinde kalan Yorgo ve İstelyo Kardeşleri 1971 senesinde Atina’ya ziyarete gittiğinde Niko Efendi’nin kızı Lukiye Hanımın da görmek ve hasret gidermek istediği için Atina’da görüşmek isterler. Adresi bir kasaba sorarlar.
Annem Nazan Hanım’dan adresi Türkçe olarak isteyince o kasapta müşteri olarak bulunan yaşlı bir hanım eski Çankırı Şivesi ile kendisinin Lükiye hanımın arkadaşı ve eski Çankırılı olduğunu ve kimlerden olduğunu sorar. Babamda Zincircioğlu İsmail Efendinin torunu olduğunu söyleyince; büyük dedem İsmail Efendi’nin çocuk iken kucağında oturduğunu ve kendisini çok iyi hatırladığını gözleri dolarak anlatmıştır.
Burada 2 enteresan anekdot ilave etmek istiyorum:
İlki: İstanbul’da açılan büro ile İngiltere’deki tiftik alıcısı fabrikanın yazışmaları Latin harfleri ile yapılabilmesi için Remington Daktilo alınmıştı. Bu daktilo Harf İnkılâbından sonra Çankırı’ya fabrikaya gönderilmiştir. Bu daktilo Çankırı’ya gelen ilk daktilo olması ailemiz için ayrı bir gurur kaynağı olduğu gibi; halen daha da kullanılır halde muhafaza edilmektedir.
2. anekdot ise İstiklal Harbi sonrası Yunanistan ile yeni Türkiye arasındaki nüfus mübadelesi neticesinde Çankırı’yı terk etmek mecburiyetinde kalan Çankırılı Rumların bazıları ileride tekrar dönecekleri ümidi ile veya imkanları olunca almak için bazı eşyalarını İsmail dedeme bırakmışlardı. Bu eşyaları belki bir gün kendileri veya varisleri gelirse diye 1971’e kadar muhafaza edildi. Babam Turgut ve annem Nazan 1971’de Yunanistan’a gittiklerinde bu eşyaların sahiplerini veya varislerinden bulabildiklerinin adreslerine Türkiye’ye dönüşlerinde bu eşyaları gönderildi.
İsmail Dedemin ticarete olan yatkınlığı o günün şartlarında Çankırı’nın ihtiyacı olan iş sahalarına yukarıda bahsettiğim şekilde yönelmesine sebep olmuştur. Ahalinin un ihtiyacını karşılamak maksadı ile Acı Çay kenarına 3 adet su ile dönen un değirmeni yaptırmış ve bu işi de senelerce devam ettirmiştir. Ama 1920’li senelerin başındaki kuraklık neticesinde bu işin su kuvvetiyle devam etmesinin sıkıntı olabileceğini düşünerek daha teknolojik bir usulün arayışına girmiştir. Malum olduğu üzere İstiklal harbinin hemen bitimine tesadüf eden bu dönemde Çankırı’da elektrik olmadığı için un öğütmeyi su kuvvetinden başka bir kuvvetle buğdayı kırmanın yolunu aramaya itmiştir.
Devam edecek…