Hafta sonu Çankırı’daydım.
Çocukluğumuzun geçtiği Karatekin Mahallesi Damlamca caddesine (Tahtaköprü’den Acı’ya) çıkıp, yıkılan evlerin yerine yapılan TOKİ konutlarının son durumuna bir bakayım dedim.
Çocuk olmamıza rağmen sevgili Recep Hocamız ve büyüklerimizin teşvikiyle yapımında heyecanla çalıştığımızŞeyh Osman Camii şimdilik bir muhafız gibi bekliyor mahallemizi ve hatıralarımızı…
Saklambaç oynarken “önüm arkam sobe” den sonra kaçıştığımız avlulu,bahçeli o güzelim Çankırı evleri birer birer boyun eğerek sessiz sedasız veda ediyor şehre.
Kentsel dönüşüm gerekli. Hak sahipleri ile uzlaşıldıktan sonra mesele de yok ancak yıkılanın yerine yapılanın ruhu yok!
Her manada yenilenmek elbette güzel lakin hayalen zaman tüneline daldığınızda “eskinin tamamen yok olduğuna tanıklık etmek” tarifi zor bir hüzün veriyor insana.
Çocukluk hatıralarımızın üzerine kara gölge gibi çökmüş çirkin TOKİ binasına bakasım gelmiyor… Yok olan mahallemizde “Fırıncı Hasan Amca, Huriye Teyze, Trenci Sabri Dayı, Ayanlı Zela Teyze, Hâkim Zela Teyze, Haşim Zela Teyze (3 Zeliha vardı), Zübeyde Teyze, Verem Savaşcı Halim Amca, Alvalı Emine Teyze, Fatma Teyze, Güzzade Nine, Lokantacı Arif Amca, Ahmet Hoca, Recep Hoca, Pamuk Dede, Cemal Abi, Cafer Abi,mahallenin gülü Azmir”ve dahası film şeridi olup akıyor hızla gözümün önünden…
“Eskiden arkadaşlar birbirlerinin yanında huzur bulurdu, şimdi birbirlerinde kusur buluyorlar.”
Hakikaten öyleydi...Kalabalık bir ailenin evlatları gibiydi mahallenin tüm çocukları.Hep kardeşlik duygusuyla yaşadık, içine toz şeker dökülmüş kayık ekmeğimizi ucundan kopara kopara bölüşerek yerdik… Eğer birimizin annesi zorunlu hallerde (cenaze, hasta, vs.) evde yok ise, o gün komşu teyzelerden birinin sofrasına otururduk.
Oyunların biri biter, diğeri başlar; kan ter içinde dönerdik evlerimize. Gece de devam ederdik oynamaya, Çankırı’da kapıların kilitlenmediği güven ve huzur dolu yıllardı o yıllar…
Bir daha geri dönüşü olmayan çocukluğum gibi, çocukluğumu yaşadığım mahallede geri dönüşü olmayan bir girdapta yavaş yavaş gözden kayboluyor…
Gözlerimde, yüreğimde dolu. Yazacağım olsun.
…
Gelmişken, Eski İstasyon caddesini de şöyle bir dolaşmadan olmaz…
1939 doğumlu Hüseyin Akıncı. 50 yıldır Çorum Leblebicisi namıyla İstasyon Caddesinin değişmezlerinden.
Çocukluk günlerimizin uğrak mekânlarının başında geliyor Hüseyin Amcanın kuruyemiş dükkânı. O vakit kuru yemiş denince akla leblebi, çekirdek gelirdi…Bir cebimizde kırık leblebi, öbüründe çekirdek oldu mu dünyalar bizimdi.
"62-72 yılları arası burası insan kaynardı, memurların mesaisi bitince buralar insan seli olurdu. Dükkânlar da kahveler de insan çakılı olurdu. Artık bitti!. Şehir kaydı. Marul bahçelerini apartman yaptılar. “100 gram leblebi için oralardan kalkıpta buraya kimse gelmez!” diyor Hüseyin Amca.
Geçmiş doludizgin bir atlı gibi çoktan uçup gitmiş...Tadı, tuzu kalmamış diyeceğim ama haksızlık etmeyelim tuzu var.
Tuzcu Güray amcayı da görelim hazır gelmişken.
…
Güray Güneşülke 1936 doğumlu, babası rahmetli İbrahim amcadan devralmış bayrağı.55 sene bakkallık yapmış.Bugünde tabelasında Sağlık Bakkaliyesi yazıyor ama artık o sadece tuz satıyor.
Sabah namazından sonra açıyor dükkânını Güray amca. Uzun seneler baba mesleği bakkallığa devam etmiş."Bir zamanlar Korgun, Dikenli, Buğay, Maruf, Hıcıp özel günlerinde düğünde, bayramda bana gelirlerdi yetişemezdim. O kadar güzeldi yaptığımız iş ama şu kredi kartları çıkınca bakkallık bitti"diye ekliyor.
Safir Tuz’un Çankırı bayisi.“Sağ olsun Maranki’den sonra bizim işler canlandı,Çankırı Kaya Tuzuna ilgi arttı” diyor.
Oğluyla birlikte sürdürüyor ticaretini. Oğlu İbrahim haftanın 3 günü Ilgaz, Şabanözü ve Kurşunlu’ya pazarlara gidiyormuş.
Çocuklara değirmende tuzun çekilişini gösteriyor. Çankırı Kaya Tuzunun özelliklerini anlatıyor.
Sonra da şiirlerinden okuyor, yani serde şairlikte var.Dur not edeyim diyorum, "boş ver" diyor.
Tuzumuzu alıp veda ediyoruz Güray Amcaya…
Döndüm Çankırı’dan Ankara’ya.
Elde var hüzün, 10 kilo da tuz.