Bir Çocuğun Gözünden…

Kara Elmas’la Yolculuk

Kadir Çimen

Annemin aziz hatırasına…

1970 yaz mevsimi, nihayet okullar yaz tatiline girmişti. Her yaz tatili olduğu gibi yine annemle beraber köye gitmek için gün sayıyordum. O yıllarda Etlik garajından, Kurşunlu’ya minibüsler kalkardı. Karayolu yolculuğu kısa sürerdi. Ancak, keyifsiz ve can sıkıcı olurdu. Trenle yolculuğa ise adeta bayılırdım. Sadece ben istediğim için değil, konforlu ve ucuz olması da önemli bir tercih sebebiydi. Bu yönüyle rutin seyahatlerde tercih sebebi hep demiryolu olurdu. Biletlerin tükenme ihtimaline karşın, tren biletleri önceden alınırdı. Bagaj problemi olmadığı için, yükümüzde epey fazla olurdu. Babam, bizi istasyona götürür, trene bindirir, bagajlarımızı acelece yerleştirerek, yolcu ederdi. Hayatta hiç kara trenle yolculuk tecrübesi olmayanlara, vagonun ne olduğunu kısaca izah edeyim. Bir lokomotif 10 kadar vagon çekiyordu. Merdivenle çıkılan vagona ilk girdiğinizde arada tuvaleti görürsünüz. Koridora bir kapıdan girersiniz. Bir kişinin rahatlıkla yürüyebileceği koridor, yolcuyu öbür vagona kadar götürür. Koridor boyunca odalar yani kompartımanlar bulunmaktadır. Her bir kompartıman da karşılıklı iki bank vardır. Üçerden altı kişi oturacak şekilde düzenlenmiştir. Bankların üzerinde ise bagajlar için raflar bulunmaktadır. Yolcular isterlerse kompartıman kapısını içeriden kilitlerdi. Aynı kompartımanda oturanlar hemen sohbete başlar ve birkaç istasyon sonra kaynaşırlardı. Yola azık hazırlanmadan asla çıkılmazdı. Maazallah tren rötar yapsa, yolculuk süresi 3-4 saat uzayabiliyordu. Uzun yolculuk süresince, azıklar paylaşılırdı.

Bu yılki yolculuğumuz da, benzer ortamda geçiyordu. Karşımızda kasketli, kravatlı ve elinde bastonu bulunan yaşlı bir amca oturuyordu. Anneme bakarak:

- Kızım! Yolculuk nereye?

- Kurşunlu’ya amca!

Konuşmaya devam ederken, bana bakarak:

- Gel bakalım, karnen nasıl?

Böyle bir soruyu bekliyormuş gibi, hemen cevap verdim: 

- Güzel, hepsi pekiyi!

- Aferin! Gel bakayım.

Yanına gidince, başımı okşadı. Elini öperken, elini yeleğinin cebine attı. Üzerinde Atatürk’ün eli çenesinde yürürken rölyefi olan, kocaman iki buçuk lirayı uzattı. Anneme baktım. O tabi ki onaylamadı. Amca “Karışma kızım, sen sus!” diyerek, tüm ısrarlara rağmen parayı avucuma sıkıştırarak:

- Bil bakalım! Bu demiryolunu, köprüleri, tünelleri kim yaptı?

-Bilmem ki! Amca...

-Gazi Paşa yaptırdı.

Şaşırmış bir şekilde çocukça sordum.

-Amca, o kim ki?

Gülümseyerek:

-Atatürk, Atatürk. Vatanı kurtardı ya!

-Tabi amca Atatürk kurtardı!

Birden, elinde ki bastonu kompartımanın zeminine vurarak, mırıldanmaya başladı:

“Çıktık açık alınla on yılda her savaştan;

On yılda on beş milyon genç yarattık her yaştan;

Başta bütün dünyanın saydığı başkumandan,

Demir ağlarla ördük anayurdu dört baştan.

Türk'üz: Cumhuriyet'in göğsümüz tunç siperi;

Türk'e durmak yaraşmaz, Türk önde, Türk ileri!”

Melodiyi mırıldanan amcanın yüz ifadesi neşe ve gurur doluydu. Annem, amcanın bu çocukça haline tebessüm ederken, bende olayı şaşkın bir şekilde seyrediyordum. Kondüktörün kapıya elinde ki biletleri deldiği aletle, sert bir şekilde vurması ve “Bilet kontrol” diye bağırmasıyla marş sona erdi. Amcanın yolculuğunun “Çatalağzı”, adının Mehmet ve Karabük Demir Çelik Fabrikasından tekaüt olduğunu, çenebaz kondüktör ile gerçekleşen kısa sohbeti esnasında bir çırpıda öğrenmiştik. Sefere çıkan bir trenin vagonlarının seyir öncesi ve seyir esnasındaki sorumlu amirliğini yapan görevliye kondüktör denilirdi. Kondüktör aynı zamanda yolcuların biletini de kontrol ediyordu. Kompartımanda kim oturur, kim hangi istasyonda inecek, kim yeni yolcu ve kim kötü niyetli yolcu, adeta hepsini bilirdi. Saatlerce süren yolculukta, trendekiler onun sayesinde rahatça uyuyorlardı. Biz çocuklarda, camdan sarkma dışında her türlü yaramazlığımıza bile, göz yuman kondüktör amcalara kendimizi güvenle teslim ediyorduk.

Tren, bir buçuk metre kadar aralıklarla dizilmiş iki adet rayın, kısaca demiryolu denilen sistemin üzerinde yol alan, başta bir lokomotif ile vagonlardan oluşan ve benim içinde kocaman bir oyuncak olan kolektif bir ulaşım aracıydı. Küçükken hiç tren oyuncağım olmamıştı. Arkadaşlarımın tren oyuncakları da hiç ilgimi çekmemişti. Sebebini şimdilerde daha iyi anlıyorum, aslı dururken, oyuncağı hiç cazip gelmemişti. Benim gerçek bir trenim vardı. Yılda en az iki kere, içinde istediğim gibi özgürce hareket ediyordum. Kompartımandan çıkıp, koridorda vagonlar arasında gezmek, kondüktör amca görmeden pencereden sarkarak kıvrım kıvrım yol alan treni izlemek, yolculuğumuzun en keyifli anlarıydı. Diğer kompartımanlara merakla göz atmak, öteki vagonlara asma köprüden geçer gibi kaçamak yapmanın tadına doyulmuyordu. İhtiyaç halinde hiç molaya gerek duymadan tuvaletine gitmek, tünele girince heyecanla bitişini beklemek, trenin durduğu istasyonlar da inen yolcuların hasretle kucaklaşmalarını izlemek, insanı farklı düşüncelere sevk ediyordu.

Ankara’dan çıkıp, Mamak, Kayaş, Nenek, Lalahan, Hasanoğlan derken Elmadağ’ı çıkarken buharlı kara trenin lokomotifinin yetersizliğinden olacak ki, bir lokomotif daha treni arkadan iterdi. Özellikle Elmadağ’dan sonra trenin hızlanmasından, coğrafyanın değiştiğini rahatlıkla anlardık. Camdan sarkınca, uzun saçlarım adeta dalgalanıyordu. Kurbağalı, Kılıçlar istasyonlarından sonra Irmak tabelasını gördük. Mehmet amca ayağa kalkarak “Makasa geldik” dedi. Merak içinde makasın ne olduğunu sordum. Koridora çıktık. Çocuklar dışarıyı daha rahat seyredebilmek için, pencerelerin hemen altında boydan boya uzanan kalorifer radyatörlerinin üzerine çıkardı.  Öyle yaptım. Mehmet amca, camdan dışarıyı göstererek “Haydarpaşa garından kalkan tren hiçbir yola sapmaz buraya kadar gelir. Buradan Kars, Van, Sivas, Samsun, Bitlis, Diyarbakır ve Adana’ya gidecek trenler kendi raylarına geçerek devam ederler. Bak! Ne kadar çok ray var. Burası her trenin kendi yönüne ayrıldığı nokta” derken, açık olan kompartıman kapısından anneme doğru dönerek “Maşallah senin ki ne de meraklıymış” dedi. Makasın ne olduğunu anlamıştım. Sonraki yolculuklarımda, yol arkadaşlarıma bu bilgileri keyifle anlatıyordum. Kalecik ilçesinin Milli Mücadele yıllarında, ne kadar önemli rol oynadığını ise yıllar sonra depreşen tarih merakıyla öğrenecektim. Kara tren Irmak İstasyonundan sonra yönünü kuzeye doğru çevirdikten sonra, Kızılırmak ile yarışarak uzun süre yol aldıktan sonra, kuzeybatıya doğru yol alır. Panoramik Anadolu manzarasını trenin ‘ay yıldız’ motifli camından seyretmenin tadına doyum olmuyordu. Tren yolunun geçtiği vadiler, kayalıklar, mevsimine göre yeşil, sarı ve kahverenginin tüm tonları, ve uçsuz bucaksız bozkırın görüntüsü derken; Kalecik, Alibey, Dümbelek, Tüney, Germece ve Çankırı…

Yolculuk boyunca çocukça merakım sınır tanımıyordu. Bir keresinde Kurşunlu’ya beş istasyon uzaklıkta ki, Çankırı istasyonunda uzun bir beklemedeyiz. Lokomotife su ve yakıt takviyesi yapılıyordu. Çok sıkışmıştım, tuvalete gittim.  Fakat kapısı kilitliydi. Çocukların camdan bakan yolculara, bağırarak bir şeyler satmaya çalışması, okunmuş gazete istemeleri seslerinin arasında, kondüktör amcaya birazda utanarak:

-Amca, tuvalet kapalı açar mısın?

-Olmaz. Biraz bekle, İstasyonda yapılmaz!

Merakla:

-Niye amca!

Gülümseyerek yanağımı okşadı:

-Pisliklerin, istasyonu kirletir. Dedi.

Biraz sonra tren hareket etmişti. İstasyonlar da ve meskûn mahallerde, tuvaletlere girmenin yasak olduğunu, birazda utanarak öğrenmiştim. Bu bölgelerde her ihtimale karşı, kondüktörler tuvalet kapılarını kilitliyordu.  Tren Apsarı’ya doğru ilerlerken nihayet tuvalet kapısı açılmıştı.

Apsarı, Ildızım istasyonlarını geçmiş, artık yolculuğumuzun sona ermesine sayılı istasyon kalmıştı. Yolculuk ilk iki saati hariç, gece geçiyordu. Buna rağmen, dolunayın cömertliği sayesinde irili ufaklı çaylar, dereler, tüneller, köprüler; gözümüzün önünden o ay-yıldızlı "Ekran” sayesinde, adeta film şeridi gibi akıyordu. Artık sarp kayalar ve tepelerin altından, Kurşunlu’ya varana kadar altı tünelden ve devasa taş köprülerden geçecektik. Film aksiyon sahnelerini aratmayan sahnelerle heyecanla bitecekti. Kondüktör amcalar koşuşarak, açık camları kapatır. Peşinden trenin siren sesi duyulunca, tünele girerdik. Tünele girince kara trenin bacasından çıkan dumanın kokusunu, içeriden hissederdik. Tünel ki ne tünel, dakikalarca sürerdi. Mehmet amcanın söylediğine göre, meğerse ülkemizin en uzun demiryolu tünelinden geçermişiz. Ayrıca kazma-kürek ve dinamitle zor şartlar da yapılan tünelde çok iş kazası olmuş. Göllüce istasyonunu geçince sağ tarafta ki Eskiahır köyüne doğru bakarken, ince uzun bir anıtın önünden süratle geçerdik. Mehmet amca, burada kaza geçiren mühendis Tiryaki’nin anıtının dikili olduğunu söylemişti. Sumucak İstasyonu derken, sabaha karşı 02.30 gibi Kurşunlu İstasyonu’na vardık. Yedi saat kadar süren yolculuğumuz buraya kadardı. Lakin tren Atkaracalar, Saçakköy, Çerkeş, Kurtçimeni İstasyonları ile şimdiki Çankırı il sınırlarını geçerek İsmetpaşa, Ortaköy, Cildikısık, Ülkü, Karabük, Bolkuş, Balıkısık, Yeşilyenice ve Kayadibi İstasyonu ile Karabük il sınırlarını terk edecekti. Buradan Gökçebey, Çaycuma, Saltukova, Filyos, Çatalağzı ve Zonguldak İstasyonu’na kadar gidecekti. Aynı tren bakımı yapıldıktan sonra, akşam 21.00’de tekrar Ankara’ya doğru tekrar yol alacak ve saat 03.30 gibi Kurşunlu İstasyonundan geçecekti. Mehmet amca bizi uğurlarken doğruldu ve “Haydi geçmiş olsun, biz daha yolu yeni yarıladık” dedi. Amcanın elini öperken, göz göze geldik. Bagajlarımızı alıp acele bir şekilde istasyona indik. Orada bekleyen cip’e binerek ilçe merkezine geçtik. Burada inenlerden sonra oradan da Hacımuslu Köyü’ne doğru yola çıktık. Hava güzel olduğunda, dedemin katırla eşekle gelip bizi aldığı günleri de hatırlarım. Köy yolundayken, aklım Mehmet amcada kalmıştı. Daha sonraki yolculuklarda, çok istememe rağmen, bir daha Mehmet amcaya hiç rastlamadım. Uykulu bir halde köye doğru giderken; kafamda hala tren raylarından çıkan seslerin ahenginde, yol boyunca yaşlı amcanın anlattıklarını düşünmüştüm. Bu tüneller, köprüler, yollar nasıl yapılmıştı? O ilk kez duyduğum marşı niye söylemiş, yolun kenarındaki o anıt niçin dikilmişti?

Aradan yarım asır geçti. Ülkemizin sanayileşme ve modernleşme sürecinde, demiryollarının ne kadar önemli bir ulaşım hattı olduğunu zamanla öğrendim. Çocukken kocaman bir oyuncak olarak gördüğüm trenin, aslında ne kadar stratejik milli bir ulaşım aracı olduğunun farkına varmıştım. Demiryolları tarihini ve Çankırı’dan geçen hattı araştırdıkça, galat-ı meşhur haline gelmiş pek çok olayla karşılaştım. 19. yüzyılın en etkili icadı lokomotifin, devletlerin kaderine etkisi ne oldu? Osmanlı Devleti bundan nasıl etkilendi. Cihan Harbi, Bağdat demiryolu yüzünden mi çıktı? Hicaz Demiryolunun amacı ne nedir? Cumhuriyet’in ilk 10 yılında, marşta söylendiği gibi Anadolu demir ağlarla örülmüş müydü? 10. Yıl marşının ilham kaynağı Irmak-Filyos hattımı olmuştur. Çankırı’nın ilçeleri ve köylerinden demiryolunu hangi stratejik akıl geçirtmişti. İçinden tren geçen Çankırı’nın kaderine etki eden, Irmak-Filyos hattının gururlu ve trajik öyküsü! Çocukluk yıllarımda yaşadığım tren yolculuğu anılarım, beni 19. Yüzyılın başlarına kadar götürmüştü. Araştırmalarımı kaleme aldığım, “Osmanlı’da Demiryolu” ve küçükken onlarca kez seyahat ettiğim, Irmak-Filyos hattı üzerinden “Cumhuriyet Döneminde Demiryolu” yazılarımda buluşmak üzere…