Bu İlçemize neden bu isim verilmiştir?

Dil, insan kadar canlı ve değişkendir. Her kelimeyi bir insan, her cümleyi bir aile, her paragrafı bir mahalle, her sayfayı bir yerleşim birimi, her kitabı bir ülke, her dili bir dünya kabul edelim. 
Benzeyen de, benzetilen de sonsuz bir değişimin durdurulamaz akışı içinde maziden atiye koşar durur.

Çankırı'mızın küçük İlçesi Korgun’ da, adını, yüzlerce yılın macerasından sürükleyip getirse bile, günlük dilde artık kullanılmaz bir kelime olmaktan kurtulamamıştır. Benim Korgun'lu olduğumu bilen duyan pek çok insan:"Ne demek Korgun?" demekten kendini alamamıştır. 
Doğrusu, uzun yıllar kendimin bile tatmin olamadığım bir cevapla işi geçiştirdim: 
 
-Oğuz Boylarından bir oymağın adıymış galiba. Onlar gelip yerleşmiş Malazgirt'ten sonra. Adları kalmış öyle...

Bu bakıştan önce size çocukluğumda duyduğum bir menkıbeyi anlatayım isterseniz. Bizim köylü -Buğay-, Rahmetli Şaban Demir Dayı anlatıyor:

-Korgun'u kuran KORKOR adlı büyük beyle, BUĞAY adlı küçük kardeşi ve aileleri, sülalesi, kızanlarıyla uzaklardan gele gele Sınır Deresinin üst yanlarında Sefero(ğlu) Bağları dediğimiz yere konmuşlar. O zamanlar Nasrani gâvurları varmış Buğay'da ve Kayıçivi'de. Bizim Gâvur Kalesi'nde Nasranî askerleri varmış. Hem metaneti sağlar, hem Çankırı yolunun devriye görevini yaparlarmış. Korkor'la kardeşi Buğay Beğ,Sefero Bağlarında kuru çakıldan evlerde ve çadırlarda yaşamışlar. Nasranîlerle aralarında kavga olmuş, onları yenmişler. Gel zaman git zaman, orada nüfusları çoğalmış. İki kardeşin çocukları kavga eder olmuş. Korkor, almış çoluk çocuğunu bir mil doğuya; Buğay almış çoluğunu çocuğunu bir mil batıya gitmiş, yerleşmiş.

Rahmetli Şaban Demir Dayı'nın menkıbesi bu.  Yöreyi bilenler bu menkıbeyi somut olarak anlamlandırabilirler. Sefero Bağları, Korgun İlçesi ile Buğay Köyünün tam arasındaki, Sınır Deresi dedikleri kuru derenin üst havzasında, Korgun'luların Oymağaç ya da Zorali Çayırı dediklerini sandığım yerdir. Orayı bilenler bana, gerçekten eskiden oralarda ev, ağıl biçimi kuru duvar örene ve kalıntılarının olduğunu 
gördüklerini söylemişlerdir. Gâvur kalesi ise, adı geçen yere iki kilometreden az bir mesafede, Buğay Köyünün bir kilometre kuzeyindedir. Gerçekten, iki kardeşin ilk yerleştiği yer olarak anlatılan bu alan, Gavur Kalesi-Korgun-Çankırı yol güzergahının tam ortasında, o zamana göre Bizans asker ve devriyelerini rahatça gözlemleyecek, gerektiğinde onları engelleyip enterne edebilecek bir stratejik yerdedir.

Çocukluğumda duyduğum bu menkıbe, şimdi bana, en azından bir kısmıyla doğru ve olabilir gelmektedir. Gerçekten, Buğay Köyünün Gâvur Kalesi, ta İskenderun, Hatay üzerinden gelip İstanbul'a giden Bizans'ın İpek Yolunun üzerinde bir karakol görevi görmekten başka bir işe yarayamazdı. Kale, hâkim bir tepe üzerinde, üç tarafı doğal bir bedenle çevrilmiş, güneyinde tahkim edilmiş bir yığma duvarın iki yanında iki kapısı olan, duvarın önünde, benim çocukluğumda bile içlerinde hâlâ su bulunduran sıra sıra kuyuları olan, Tatlı Çayın Buğay Deresi kolunun üst vadisinde, Kanlıgöl mevkiinde bir yerdedir. Defineciler tarafından yüzlerce kez kazılmıştır. Kalenin üzerine çıkıp ayağınızı toprağa vurursanız, altından "tok tok" diye yankılanan ve boşluğu haber veren bir ses gelmektedir.

Şimdi, çocukluğumuzdan daha gerilere dönelim. 1080'li yıllara... 
Onbirinci Asır. İslamın aydınlığı yeryüzünü ruşen etmiş. Doğunun ışığını kalbine ve yüreğine dolduran EREN'ler batının karanlığına doğru akıyor. Nasıl ki, Peygamberimizle Veda Haccı’nda buluşan yüz binden fazla Sahabinin %90'ı kutsal toprakların çok uzaklarında İslâmı yaymak cehdindeyken öldülerse; bu erenler de aynı ruh ve heyecanla Belh'ten, Nişabur’dan, Taşkent’ten, Aşkabat’tan, Alma Atı'dan, Duşanbe’den, Fergana’dan kopup gelmişler. Hem asker, hem derviş, hem ailelerinden, oymaklarından sorumlu fertler... Onlarca, yüzlerce yıllık yorgunluklarını Anadolu topraklarına diktikleri fidanın yeşermesiyle zindeliğe tahvil ediyorlar.

Büyük bir ihtimalle, Çankırı'nın fethinde Emir Karatekin'le birlikte oldular. Şıhlar köyündeki, İmanlı Baba gibi hem dinlerini öğretmek, hem de, Buğay'daki Gavur Kalesinde ve çevresinde konuşlanmış Bizans güçlerinden, fethedilen yerleri ve Türk yerleşimcileri korumak için buraya yerleştiler. Buğay Köyü, o zaman bile binlerce yıllık önemli bir yerleşim yeriydi. Muhtemelen askeri birlikler vardı. Korgun ve çevresine yerleşen akıncı Türklerin amacı Bizans’ın bu güçlerini bloke etmek, göz hapsinde tutmak, gerektiğinde onlara karşı derhal harekete geçmekti. Yani, bu Türkler, rahmetli Şaban Dayı'nın çocukluğumuzda bize anlattığı gibi bir KORUMA ve KOLLAMA görevi yapıyorlardı. Öyle anlaşılıyor ki; kısa zamanda bu yöreyi, KORUMALARI altında güvenli ve yaşanır bir Türk hegomanik alanı haline dönüştürdüler. Nitekim bunu da iyi becerdiler ki, bugün bu topraklarda hükümran olarak yaşamaktayız. Burada sizlerden bu “koruma” vurgusuna dikkat etmenizi diliyorum.

Şimdi, Türk dilinin morfolojik yapısına dönelim mi? Bildiğiniz gibi, Türkçemiz eklemli dillerden sondan eklemeliler grubuna girer. Bu ekler, çekim ve yapım eki olarak iki bölümde ele alınır. Yapım eki, kelimenin köküne bir ek getirerek kök anlamından başka anlamda bir kelime yapmaya yarayan ektir. (Örneğin, "göz" kelimesine "-lük" eki getirerek, "gözlük" kelimesi yapılır. "Gözlük" farklı bir aparey, "göz" ise vücutta bir organdır. İkisi farklı bir anlamdadır.) Dilimizde fiil cinsinden olan kelimelerin köklerine "-gın, -gin, -gun, -gün" takısı getirilerek yeni kelimeler yapıldığını biliriz. Şöyle:

Kırmak, kırılmaktan kır, kır'dan, KIR+GIN; bilinmekten, bilmekten bil, bil'den BİL+GİN; sürmek, sürülmekten sür, sür'den SÜR+GÜN; yormak ve yorulmaktan yor, yor'dan YOR+GUN gibi... Sormaktan SORGUN, karmaktan KARGIN, almaktan ALGIN, sürmekten SÜRGÜN, vurmaktan VURGUN, durmaktan DURGUN, ölmekten ÖLGÜN, ezmekten EZGİN gibi... Bezmek fiilinin kökünden BEZ+GİN, düzmek fiilinin kökünden DÜZ+GÜN, bunmak fiilinin kökünden BUN+GUN, dinelmek fiilinin kökünden DİN+GİN gibi... Geldik can alıcı yere! Öyle de: 
 
KORumak, ya da KORunmaktan KOR+GUN'u neden görmezceden geliyoruz? "Korgun" İlçemizin adının morfolojik çıkarımı işte budur. "Korunmuş, müstahkem, muhkem, kol-kanat altına alınmış, elde-avuçta olan korunaklı yer" demektir ki, günümüzde, "-gun" yapım ekiyle türetilen Türkçe kelimelerin günlük dilden düşmüş bir kaç tanesinden biridir. Halen, güzel Türkçemizin yarı işlek eklerinden 'ses uyumuna ve sessiz benzeşmesine' uyumlu bir fiilden isim türetme eki olan -gin ekiyle türetilmiş bir kelimedir Korgun. Bir daha vurgularsak anlamı:

KORGUN: “Korunmuş, kol kanat altına alınmış, korunaklı, barınmaya uygun, zaptedilmiş, elde edilmiş, muhafaza altında olan, muhkem, müstahkem, sağlam, korkmadan yaşanılacak yer anlamında öz be öz Türkçe, türemiş bir isimdir.”

Peki, günümüzde günlük dilde neden kullanılmıyor? Cevabını yazının başında verdik. Dil de, toplum gibi canlı bir unsurdur. Korgun kelimesinin yerine, Osmanlı'da "muhkem, müstahkem" denilmiş de ondan. 

Eyüp Tandoğan


SONSÖZ: Her türlü kültürel, ekonomik, siyasi ve askeri saldırılara karşı Türkiye'miz "korgun" olsun. 

NOT: Bu yazı uzadı diye üzerinde durmadım, ama sanıyorum, "korgun" sözcüğü ilk zamanlarda "korugun" anlamında, "korumak" fiilinden türetilmiş şekilde telaffuz ediliyordu, olabilir.