"Silahhane iki kısma bölünmüştü. Karakol tarafından olan alt kısmı Levazımat-ı Umumiye dairesine tahsis olunmuş ve içerden bölünmüştü; içinde eski püskü şeyler vardı, orada daimi olarak memur bulunmazdı. En üst katta bir insan kolay geçecek kadar sabit, yani açılıp kapanmaz pencere vardı. Bu pencereyi duvara rapteden çivileri çıkarmışlar ve iç taraftan uzun kısımlarını kesmişlerdi. Pencere yerine konduğu zaman, çivi başları yerinde durduğu için tamamıyla yerinde çivili zannedilirdi. Lüzum görüldüğü zaman pencere heyeti umûmiyesiyle çekilip alınabilirdi. Bu suretle Levazım Kısmına adeta ufak bir kapı açılmış olurdu. Bu kısmın zemin katında karanlık bodrumlar ve dehlizler ve bunların harice demir parmaklıklı harici küçük pencereleri vardı. Silahhanenin kapısı yanında bir nöbetçi bulunurdu. Arka taraflarda ve bahusus alt tarafın arka kısımlarında şeytanlar bile bulunmazdı. Geceleyin oralara, Karakolun arka tarafından sessizce yanaşmak çok mümkündü.
Ambarda, ambalaj işleriyle meşgul olan marangozhanede Hasan Usta isminde bir marangoz ustası vardı. Bu usta esasen Tophane Marangozhanesi ustalarındandı. Silahhane’de çalışıyordu. Harp esnasında askerliği olduğundan, tecil edilerek fabrikada bırakılmıştı. Bu sebeple, vaktiyle üç beş lira yevmiye alan bu ustaya günde bir çift ekmekle, üç kuruş yevmiye veriyor idik. Bu usta hatırımda kaldığına göre “Çankırı köylerinden” idi.
Verilmiş karar şöyle idi: Hangi silahlar çıkarılmak iktiza ediyorsa, o silahları tertip ve ihzar etmek Faik Ustaya aitti. Bunlar İngilizlere fark ettirilmeksizin üst kata götürülerek Levazım kısmına bakan pencereye yakın fakat gizli yerlerde saklanılacak yahut oradaki silahlıklarda bulunan silahların arasına konulacak, marangoz Hasan Usta’ya bunlar güzelce gösterilecekti.
Akşamüstü olup, ambar kapanmak zamanı geldiğinde; Yüzbaşı arif Bey, Faik Usta veya ambardaki zabitlerden her hangi birisi Hasan Usta’yı üst katta nazarı dikkati celbetmeyen bir yerdeki bir ambalaj sandığı içine kapatacaktır. Hasan Usta orada yatacaktır. Bu karara göre işler güzelce hazırlanır. Ambar kapatılacağı sırada Hasan usta ambalaj sandığına girer, sandığın içerisindeki çengeli takar. Herkes gider, yalnız nöbetçi zabiti kalır. Ambar kapısının iç tarafına bir manga İngiliz askeri gelip yerleşir. Yataklarını sererler, yatarlar. Bir nöbetçileri de kapı önünde bekler. Gece yarıları olup, ses seda kesildiği ve İngiliz askerleri uyuduğu zaman Hasan Usta sandıktan çıkar. Bir küçük fare yürüyüşü ile sessiz sedasız Levazım tarafının penceresine gider, onu çıkarıp bir kenara bırakır. Sonra gündüzden kendisine gösterilen silahları birer birer oraya nakleder ve pencereden Levazım tarafına koyar.
Kendisi de pencereden içeriye geçer. Silahları bodrum katta evvelce kararlaştırılan yere nakleder. Gelir, pencereyi yerine koyar. Sandığına girer, böylece sabahı eder. Sabahleyin memurlar gelince onu çıkarırlar.
Hasan Usta, bu işleri tamamıyla karanlıkta yapar. Bodrumda lüzumu kadar silah toplanınca geceleyin hariçten pencerenin yanına gelirler. Hasan Usta, bu anda mesuttur. Keyfine diyecek yoktur. Bütün yorgunluğu, uykusuzluğu gitmiştir.
Hasan Ustanın bu tarzdaki hizmeti Anadolu’da İstiklal Harbinin ve ihtiyacın devamı müddetince devam etmiştir. (Hasan Usta İstanbul’un işgal altında olduğu yaklaşık 4 yıl boyunca, kesintisiz her gece bu görevi ifa etmiştir.)
Bu hizmetine mukabil Hasan Usta on para istememiştir. Kendisine “Allah, senden razı olsun” demekten başka bir mükâfat yapılmamıştır. O da, böyle bir mükâfat talep etmek küçüklüğünde bulunmamıştır. İngilizler, bunu hissedip yakalasalardı, mutlak ibret olmak üzere asarlardı. Hasan Usta bunu biliyordu fakat din gayreti, vatan ve millet selameti O’nun indinde de bir hayattan değil, yüz binlerce hayattan daha kıymetliydi. O; her şeyi, asılmayı, kesilmeyi göze almıştı."
Şunu iyi biliniz ki; bu haller Türk’e mahsustur.
Okuyucularım! Size soruyorum: Hasan Usta’nın yaptığı şu işler, kolay yapılabilir bir iş midir? İstiklâl Harbi’nin devam ettiği müddetçe buna benzer bir iş yapan birisine daha tesadüf ettiniz mi? Bu cahil denilebilecek bir hâlde olan şu büyük adamın yaptığı hizmetlerin harp meydanında silah kullanarak yapılan hizmetten çok büyük olduğunu, çok güç olduğunu ben takdir ediyorum. Ben şahsen birçok muharebelerde bulundum. Harbin bundan çok kolay olduğuna tecrübem neticesi tamamıyla kaniyim. Orada ölür, fakat öldürür de, gözü arkada kalmaz. Burada ise, bir fiske bile vurmadan ölür.
(General Cemal Karabekir’in Maçka Silahhanesi Hatıralarından)