İsmail Dedemin ticarete olan yatkınlığı o günün şartlarında Çankırı’nın ihtiyacı olan iş sahalarına yukarıda bahsettiğim şekilde yönelmesine sebep olmuştur. Ahalinin un ihtiyacını karşılamak maksadı ile Acı Çay kenarına 3 adet su ile dönen un değirmeni yaptırmış ve bu işi de senelerce devam ettirmiştir. Ama 1920’li senelerin başındaki kuraklık neticesinde bu işin su kuvvetiyle devam etmesinin sıkıntı olabileceğini düşünerek daha teknolojik bir usulün arayışına girmiştir. Malum olduğu üzere İstiklal harbinin hemen bitimine tesadüf eden bu dönemde Çankırı’da elektrik olmadığı için un öğütmeyi su kuvvetinden başka bir kuvvetle buğdayı kırmanın yolunu aramaya itmiştir.
Uzun tetkik ve mücadeleler neticesinde Almanya’da okumuş Macar asıllı Josef Lengyel isimli mühendis ile tanışmıştır. Josef Lengyel Bey Çankırı’ya gelmiş o günün teknolojisine göre bir un fabrikası projesi çizmiş ve bu projeye uygun makineler Alman Miag Fabrikasına sipariş verilip Çankırı’ya getirtilmiştir. Josef Lengyel Bey çizdiği projeye göre un fabrikası binasının yapılmasında ve gelen makinelerin montajında bulunmuştur. Yalnız bu makineleri çalıştırmak için elektrik gücüne ihtiyaç olduğu için mazot ile çalışan bir elektrik jeneratörü getirtilmiş ve imal edilen elektrik ile fabrika çalıştırılıp Çankırı’nın ilk hususi modern sanayi teşebbüsü 1925 senesinde faaliyete geçmiştir.
Böylelikle Çankırı’da ilk defa elektrik imal edilmiştir. Bu nimetten faydalanmak için Aksu Mahallesi Tatlısu Adasındaki kendi evimize elektrik hattı çekilmiş ve Çankırı’daki ilk elektrik tesisatı döşenen ev İsmail Efendinin evi olmuştur. Bu ışıltılı gecelere adım atılınca bu imkândan faydalanmak isteyenlere de fabrikadan artan ihtiyaç fazlası elektrik verilmiştir.
Ayrıca, o dönemde Çankırı’da elektrik olmadığı gibi evlerde telefonda yoktu. Ama 1940 senesine kadarki Sirkeci merkez ofis ile olsun, 1940’dan sonra ki Karaköy ve Galata semtlerindeki merkez ofisimiz olsun; Çankırı fabrika veya evle irtibat kurması mektup ile uzun zaman aldığı için Çankırı fabrika ve ev arasında ayrıca her ikisinin İstanbul ofis ile görüşebilmesi için Jandarma hattı vasıtası ile telefon bağlantısı kurulmuştu. Bunun için Çankırı ev ve fabrika arasına kendi dâhili telefon hattımız çekilmişti.
Bekçi kulübesinde duran santral vasıtası ile evden arayan fabrikadaki görüşeceği ile veya fabrikadan evi aramak isteyen fabrikanın bekçisi tarafından santral vasıtasıyla bağlanmakta idi. İstanbul Merkez, evi veya fabrikayı arayacak olur ise evvela Çankırı Jandarmayı arar. Jandarma, fabrika bekçi kulübesindeki santrali arayarak bekçi evi veya fabrikada kim aranmış ise onu bağlardı. Aynı işlemi evden veya fabrikadan İstanbul merkezi arayanlar içinde geçerli idi.
Bu hat 1947 senesinde babam Turgut Bey daha küçük bir çocuk iken fabrikanın 1946 model Ford marka kamyonu ile sökülmüş. PTT’nin yeni başlayan 25 ve 31 numaralı aboneliği alınmış ve halen daha bu numaralar ailemiz tarafından kullanılmaktadır. Fabrikadaki bekçi kulübesinde duran santral ve diğer telefon makineleri çalışır halde muhafaza edilmektedir.
Fabrika faaliyete geçince mühendis olarak planının çiziminden fabrika binasının yapılışı ve makinelerin montajına kadar her aşamada başında olan Macar Josef Lengyel Bey, imalat aşamasında da fabrikanın müdürlüğünü 1936 senesine kadar fabrikanın başında kalarak yapmıştır.
Bu dönem zarfında hanımı ile kendisi Çankırı’ya yerleşmişler ve Çankırı’da “İnci” ve “Oğuz” isimli 2 çocuğu olmuştur. Macarların Hun Türklerinden gelme oldukları için hançereleri ve lisan kaideleri Macar lisanına çok yakın olduğundan kendisi, hanımı ve çocukları çok güzel Türkçe bilmekte ve konuşmaktaydılar.
Josef Lengyel Bey 1932-1936 arası Almanya’da Değirmencilik tahsili yaparak Türkiye’ye dönen dedem Enver Bey’in hem Çankırı’ya gelişinden sonra, hem de Avrupa’da 2.Dünya Harbinin çıkmasıyla ailesi ile Macaristan’ın Budapeşte şehrine dönmüştür. Ölene kadar Avrupa’da Komünist Sovyetlerin demir yumruğu altında ezilen Macaristan’da ailesi ile beraber yaşamıştır.
Bu emektarımızı Türkiye’ye babam Turgut Beyin öz amcası ve aynı zaman da manevi babası olan Haşim Bey ve kalbimde her zaman ayrı bir yeri olacak hanımı Saadet annemiz (Doğum İstanbul 1910 - Vefat Çankırı 1990) Josef Lengyel Bey ve hanımını Çankırı’ya getirip bir sene misafir etmişlerdir. Ayrıca, onlarda Macaristan’a dönüşlerinden sonra babamı 1971 senesinde 1,5 ay Budapeşte’de misafir etmişlerdir.
O günün şartlarında özel sermaye ile büyük dedem İsmail Efendi tarafından Çankırı’ya yapılan bu ilk modern sanayi tesisi 15 Ton/Gün olarak 1925’de yapılmış oldu. 1938 senesinde 25 Ton/Gün olarak kapasitesi arttırıldığı gibi mazotlu jeneratör devreden çıkarılıp yerine Almanya’dan Wolf Marka Buharlı Lokomobil getirilip faaliyete sokulmuştur. En son 1960 senesinde büyük amcam Haşim Bey ve dedem Enver Bey tarafından fabrika tamamiyle Padova İtalya’dan Sangati Marka 50 Ton/Gün olarak yenilenmiştir. Bu yeni makinelerin konulacağı fabrikanın binası 1956 senesinde yapımına başlanmışsa da, makinelerin kurulumu 1960’da İtalya’dan gelen 6 montör ve 3 tercüman ile başlanıp 4 ay devam etmiştir.
Şimdiki Valiliğin karşısına düşen eski Park Lokantasında bu 9 kişilik gurup yemeklerini yemişler ve konaklamalarını Emniyet Otelinde yapmışlardır. Lokomobilin sökümü ise Çankırı’ya Türkiye Elektrik Kurumunun yüksek voltajlı elektrik vermesi ile son bulmuştur.
Ama günün değişen şartları ve ihtiyaçlarına cevap vermek için 1975 senesinde dedem Enver Bey ve babam Turgut Bey tarafından 2.500 Tonluk 18 gözlü beton buğday silosu yapılmıştır. Hoş bu buğday silosunu 2009 senesinde babamın tüm ikazlarını dinlemeyen yıkım ekibi gene bir ilke imza atarak 3 takla attırmayı başarmışlardır. Bu vesile ile yerli ve yabancı medyanın günlerce gündeminde kaldığı gibi Japonya’dan bir medya kurumu tarafından benden istenen fabrikanın ve buğday silosunun hikâyesi, yeni ve eski resimleri Japonya’ya iletilmiştir.
1979 senesinde ise Almanya aynı Üniversite’den mezun her iki mektepli değirmenci olan babam Turgut Bey ve dedem Enver Bey Avusturya’dan Max Egger Marka tam teşkilatlı laboratuvar getirtilerek bir ilke daha imza atılmıştır. Bu laboratuvar vesilesi ile hangi cins buğdaydan hangi tip un öğütüleceği ve bu unun hangi maksatla kullanılacağı tam tespit edildiğinden kullanıcıya büyük kolaylık sağladığı gibi Zincircioğlu Un Sanayi Türkiye’nin İstanbul’dan başlayarak Diyarbakır’a kadar kadayıf fabrikalarının aradığı bir marka olmuştur.
Unutmadan Mayıs 1958’de meydana gelen sel felaketi Çankırı’yı ve çevresini çok feci şekilde tahrip ettiği gibi Zincircioğlu Un Fabrikasını da maddi ve manevi büyük sıkıntılara sokmuştur. Çünkü 2.20 cm. yüksekliğinde su fabrikayı basmış; buğday, un, kepek ve makineler çamurlu sular altında kalmıştır. Fabrikanın 1946 model Ford marka kamyonu garajından çıkarak ön bahçeye gemi gibi yüzmüştür. Zamanın Cumhurbaşkanı Celal Bayar sel baskını münasebeti ile Çankırı’ya geldiğinde fabrikayı da gezmiş ve “fabrikanın uğradığı zarar tazmin edilecek” dediyse de böyle bir para ne gelmiş, ne de bir daha devlet ricalinden arayan soran olmuştur.
Bu arada babamın çocukluğundan ilk aklına gelen hatırası; Türkiye ve en mühimi Çankırı’nın ve civarıyla son 60 senede maruz kaldığı tekâmülün ve değişimin çok minik bir manzumesini dile getirmek istiyorum. Selde kayık gibi yüzen Ford kamyon 1946 senesinde Ankara’daki Ford Acentesinden alınıp Çankırı’ya getirilirken Çankırı - Ankara arasındaki yol şose adı altında bir izden başka bir şey değilmiş. O yolculukta daha 5 yaşındaki babamın anlattığına göre Baykuş Boğazında bir çiftçi yolun üzerine buğday başaklarını dökerek üzerinde düven sürüyormuş. Düvenin oraya gelince mecburen kamyon durmuş ve düven ancak kenara çekilince buğday başaklarına basarak yola devam edebilmişlerdir…
Birçok evde şimdiler de olmaz ise olmaz şeylerin bu senelerde olmadığını ya da çok lüks olduğundan bahsetmeden de geçemeyeceğim. 1950’ler de buzdolabı ve çamaşır makinesi bilinmiyor olduğu gibi, Anadolu’da kaç kişinin muz gördüğü de meçhuldü. Hele bazı çocukların ayaklarında ayakkabı olmadan dolaştıkları ve vaziyeti daha iyi olanların ise soğuk kuyu lastik ayakkabı giydiklerini ve fabrikaya buğday getiren köylülerin çarık giydiklerini daha dün gibi hatırlıyor. Bugün her köşedeki market ve dükkânlarda bisikletlerin sudan ucuza satıldığı şu günlerde 1940’lı ve 1950’li senelerde bisiklet bugünkü otomobil gibi büyüklerin bir yerden bir yere gittikleri vasıtasıydı ki; çocuklar için ise tam lüks bir ayrıcalıktı.
Her yaz tüm aile İstanbul’dan Çankırı’ya yaz aylarında otomobille geldiklerinde mümkün olduğunca dedem Doğdu Karakolu civarında havanın kararmasını bekler ve öyle Çankırı’ya girermiş. Çünkü 1940’lı senelerde motorlu vasıtalar az olduğu için çocuklar arabanın arkasında koşturmamalarını ancak bu şekilde sağlayabiliyormuş.
Babam trenleri ve seyahatini çocukluğundan beri çok sever. Her tren seyahatimizde bir şekilde 1950’li senelerde Hıdırlık tarafından gelen köylü ahaliden yaşlı bir kadın Aksu Mahallesindeki tren geçidinin tren geçmesi için kapandığında “geçen tren katarlarına bakarak evler yürüyor” dediğini kulakları ile duyduğunu anlatarak Türkiye’nin son 50 ila 60 sene de ne kadar geliştiğini ve değiştiğini dile getirmektedir. 1940’lı ve 1950’li senelerde Çankırı - Ankara arasında seyahat ekseriyetle tren yolu ile yapılırmış ve akşam saat 19.00’da Ankara’dan hareket eden Posta Treni gece saat 24.00’de Çankırı’ya gelir ve 15 ila 20 dakika bekleyişten sonra Zonguldak üzerine hareket edermiş. Bu trenin Zonguldak’tan dönüşünde ise sabah saat 05.00 civarında olurmuş. Bu trende PTT’nin de 1 adet vagonu bulunur ve güzergâhtaki bütün istasyonların mektuplarını toplar ve dağıtırmış.
Ankara - Çankırı - Zonguldak treni çok kaliteli olduğu gibi I, II ve III. sınıf vagondan başka ayrıca Fransız Vagon-Li (Wagons-Lits) şirketinin yataklı vagonu ve restorandı bulunurmuş. Bu trenin III. Mevki vagonları tahta kanepeden ve 8 kişilik kompartımanlardan, II. Mevki vagonları deri koltuktan ve 6 kişilik kompartımanlardan ve de I. Mevki vagonları ise 4 kişilik Kompartımanlarda kumaş kaplı koltuklardanmış. Yataklı vagonlar ise bugün İstanbul - Ankara arasında işleyen Ankara Ekspresinden çok ama çok daha kaliteli imiş. Bu tren 1950’li senelerde Motorlu Tren adı altında sabahları eş zamanlı olarak Ankara ve Zonguldak’tan hareketle öğlenleri Çankırı’ya gelen Motorlu Trenin devreye sokulması ile ne yazık ki ömrünü tamamlamıştır.
Büyük dedem İsmail Efendi erken yaşta ticarete atılması sebebiyle orta ve lise tahsili yapmamıştır. Ama hanımı Abide hanımda ilkokulu bitirmiş; Osmanlı ve Latin harfleri ile gayet iyi yazar ve okurdu. İsmail Efendi büyüklerimden duyduğum kadarı ile zamanının ilerisinde düşünen ve hareket eden bir insandı. Çünkü bizdeki tüm resimlerinde beyaz gömleği, papyon ve ceketini üzerinden çıkarmamış ve 1900’lü senelerin başından beri ailemiz hep masada çatal bıçak eşliğinde porselen tabakta yemek yemiştir.
Bu sebeple İstanbul’da merkez ofis açmış, başına Çankırılı bir Rum olan Niko Efendiyi koymuş, İstanbul’dan Çankırı’ya ilk Latin harfleriyle daktilo getirtmiş ve fabrikayı Almanya Miag’a sipariş edip başına Macar mühendis Lengyer beyi getirmiş ve irtibatın kolay olması için telefon santralı ve hattını fabrika ve ev arasına çektirmiştir. Çankırı’ya 1920’li senelerin başında Fiat marka üstü açık ilk otomobili şahsi işlerinde kullanmak üzere getirmiştir. Bu fiyat marka otomobilin broşürü, halen daha aile arşivimizdedir.
Zincircizade İsmail Efendi, gene aynı dönemde Çankırı’da ilk şoför okulunu açmış ve İstanbul’dan öğretmen getirterek şoför yetiştirtmiştir. İsmail dedem evlatlarının okuması için teşvik etmiş ve okumalarını sağlamıştır. Büyük oğlu Haşim Bey, o dönemde Çankırı’da Taş Mektebi bitirmiş ve kendisine ticarette yardımcı olmuştur.
Küçük oğlu Enver dedem ise Taş Mektepten İstanbul Robert Kolejine ve Hayriye Lisesine yatılı olarak devam etmiştir. Sonra 1932-1936 seneleri arasında Almanya Dresden şehrine bağlı Dippoldiswalde kazasında Değirmencilik tahsilini tamamlamıştır.
2. nesil yurt dışında okuyan babam ise 1944’den 1960’a kadar kışları İstanbul Şişli’de yazları ise Çankırı’da büyümüştür. Osmanlı Meclisi Mebusanında mebusu olan ve İstiklal Harbinin ilk meclisinde de Çankırı mebusu olarak vazife yapan annesi Muzaffere hanımın dedesi Behçet Beyin ölümü münasebeti ile 1948 Sonbaharında babam 1 hafta Çerkeş’te, 2 hafta Çankırı Kurtuluş İlkokulu’nda geçici olarak ilkokula başlamıştır. Ama esas ilkokulu Şişli 19 Mayıs İlkokuludur. Bu dönem babamın hayatında çok derin izler bırakmıştır. Çünkü 1948 sonbaharına kadar babamın dedesi İsmail Efendi ve bütün çocukları büyük aile olarak birlikte Çankırı’da ve İstanbul’da beraber oturuyorlardı. O sene 3 kardeş İstanbul’daki evlerini ayırdıkları için babam kendini bir boşlukta hisseder ve her yaz tekrar büyük ailenin toplanması için yaz tatillerinde Çankırı’ya gitmeyi heyecan ve sabırsızlıkla içinde beklermiş. Hele bir de Behçet Bey’in vefatı ile okula geç başlaması ve derslerden de geri kalması sebebiyle tüm hayatı boyunca okula karşı soğuk ve tedirgin bakmıştır.
Babam Turgut Bey Şişli 19 Mayıs İlkokulunu bitirdikten sonra Saint George Avusturya Lisesinde Avusturyalı öğretmenler olduğu ve Almanca tedrisat verildiği için 1 sene Almanca hazırlık okuduktan sonra orta ve lise tahsilini bu disiplini ve sertliği ile nam salan lisede tamamlamıştır.
Devam edecek…