ASLAN DAYIM                            2.BÖLÜM 
( Önceki bölüm için tıklayınız : 
http://www.cankiripostasi.com/-aslan-dayim-makale,415.html )
 Öğretmen dedin de aklıma geldi. Stajyer doktorlara da öğretmenlik yapmıştım kısa süre. Açıkçası onlar da beni pek sevmezdi.

—Bir dakika yahu. Ağzından çıkanı kulağın duyuyor mu? Senin gibi işsiz-güçsüz, pardon güçlü olsa da beceriksiz birisi stajyer doktorlara nasıl ders verir?

—Benim o beyaz önlükle temizlik yaptığım gündü. Ben laboratuarda temizlik yaparken bunlar yanıma geldi. ‘Hocam, hocam dersimize siz mi gireceksiniz’ filan diye seslenip duruyorlar. Birisi ‘Hocam, siz niye temizliyorsunuz ki, temizlikçi yok mu?” deyince, kafam attı ve bunların gerçekten derse ihtiyaçları olduğuna karar verdim. “Arkadaşlar, bir doktor fedakâr olmalı, bir doktor gerektiğinde temizliğini de kendi yapmaktan çekinmemeli” dedim. Tam o esnada birisi içeri girdi, elindeki kabı göstererek “Tahlil laboratuarı burası mı?” diye sordu. Hemen “Evet, burası oraya bırakın” dedim. Adam çıkınca, kabı elime aldım, “Evet ne diyorduk, bir doktor fedakâr olmalı, dikkatli olmalı.” Serçe parmağımı kaba daldırıp, onlara döndüm  “Doktor olacaksanız bazı şeyleri göze alacaksınız. Şimdi benim yaptığımı aynen yapın” dedim ve işaret parmağımı emdim. İğrenerek de olsa parmaklarını kaba sokup, emdiler. Ben biraz otoriter, biraz da öfkeli bir tarzla ‘Ben ne dedim, dikkatli olmalı’ demedim mi?” dedim. ‘Ne hata yaptık!’ diye düşünerek heyecanla cevapladılar “Evet hocam, biz de aynen yaptık” “Hayır hiç biriniz dikkat etmemişsiniz. Ben serçe parmağımı kaba daldırdım ama işaret parmağımı emdim, oysa siz kaba soktuğunuz parmağınızı emdiniz” Onlar midelerini tutarken, asıl öğretmenleri Atıf bey derse girdi. Bana “Aslan Bey, siz çıkın derse başlayacağız. Bir dakika sizin önlükleriniz mavi değil miydi? ” dedi ama ben cevap veremeden öğrencilerin sesi duyulmaya başladı, “Aaa o temizlikçi miydi?” Bana öfkeyle baktıklarını görünce, Atıf beye de cevap vermeden hemen oradan sıvıştım. Utançlarından öğretmenlerine anlatamadılar ama beni her gördüklerinde gözlerini kısarak, sevgiyle bakıyorlardı.

—Ardından en çok onlar üzülmüştür.

—Üzülecekler tabi. Stajyerlerle uğraşmayı hep sevmişimdir. Hatta başka bölümdekilerle de tanışma fırsatım olmuştu. Bir gün genel cerrahi bölümünde bir arkadaşın yanına gitmiştim. Yine üzerimde mavi önlüğüm yoktu, bu kez beyaz gömlek vardı. Laf aramızda, birilerine şaka yapma fırsatı elime geçerse dayanamıyorum...

—Merak etme şaka yaptıkların da dayanamıyor.

—Dur bitireyim enişte ya... Arkadaşı beklerken, baktım yanda gençler sohbet ediyor, herkes birbirine akıl veriyor. Onlar beyaz önlüklü ya arada benim beyaz gömlek dikkat çekmeyince, beni de doktor sandılar sanırım. Üstelik en yaşlı ben göründüğümden hemen numaraya geçtim. Stajyer doktorları aldım karşıma ; “Staj dediğin nedir ki, siz artık doktor sayılısınız. Şu sözüm benden size bir tavsiye olsun; insanları dış görünüşüyle değerlendirmeyin, …röntgenlerini, tahlil raporlarını filan inceleyin” dedim. Ciddi mi yoksa şaka mı yapıyor diye yüzüme bakarlarken, ben gayet ciddi bir yüzle devam ettim. “Hastaların morali de önemlidir. Baktınız sıkılan bir hasta var, alın birkaç ameliyat yapın, içi açılmış olur.” dedim. Bir tanesi kuşkulandı, gömlek cebime doğru sarkıttığım yaka kartımı yakaladı, doktor olmadığımı anlayınca bozuldular. Tabi ben hemen oradan uzaklaştım.

—Yahu desene sen atılınca bayram etmeyen doktor kalmadı.

—Enişte, atılma sözü kendimi kötü hissettiriyor. İnce ruhumda derin yaralar açıyor.

—Yaptığın bu şakalardan sonra seni öldürmediklerine dua et.

—Enişte ya, sen de hep suçu bende buluyorsun.

—Eh enişteler böyledir işte, senin harika kıymetlerini takdir etmeyi bilmez benim gibi.

—Bu laflarına pişman olursun yakında.

—Niye?

—Bir haftalığına fırında iş buldum. Her şeyi öğrenip, burada marifetimi sergileyeceğim.

—Tamam, öğren bizim de ağzımız tatlansın.

—Sana yok.

—Yahu daha öğrenmeden havasını atmaya başladın. Öğrenince ne hava atacaksın bakalım.

—Sen de, araba alınca seni bindirmeyeceğim demiştin ya.

—O kaç yıl önceki şakaydı, intikamını yeni mi alıyorsun?

—Olsun, elime yeni fırsat geçti.

—Ne iş yapacaksın fırında?

—Kamyonla getirilen un çuvallarını indireceğiz.

—Hayda, baklava filan yapmayı nerde öğreneceksin.

—Fırının bir kısmı ekmek, bir kısmı un mamulleri üretiyor ya… Un çuvallarını taşıyınca işimiz azalıyor. Anlattıklarına göre hamur hazırlama işlerine filan yardımcı olacakmışız.

—Sana öğreten filan olmayacak yani?

—Ayıp ettin enişte, baka baka öğreneceğim.

—Aslan’ım… yanlış anlama buradaki  ‘Aslan’ senin ismin değil, deyimdeki aslan. Yani diyeceğim, “Baka baka öğrenilseydi, kediler kasap olurdu” diye bir deyim olduğunu duymadın mı?

—Tamam, enişte, yarın akşam görüşürüz.

—Görüşürüz bakalım. Bak Can çağırıyor.

—Can mı? Ha… Ne var Can?

Can kapıdan kafayı uzatmıştı.

—Dayı, üniversite yıllarını anlatacaktın?

Aslan Can’ın peşi sıra odadan çıkıp, çocukların odasına geçti.

—Neyini anlatayım. Kıymetimi bilmediler 2 yılda attılar, mecburen askere gittim. Gerçi aftan yararlanıp sınavlara girdim, zar zor bir diploma aldım ama…

—Olsun sende mutlaka bir komik hatıra vardır.

—Sen de beni soytarıya çevirdin ha. Benim gibi ciddi bir insan gülmek için değil, ders almak için dinlenir.

—Tamam, dayı, sen anlat ben gereken dersi alırım. –fısıltıyla– ders vermeye de bayılırsın.

—Neee... Bir şey mi dedin?

—Canım dayıcığım demiştim.

—Tamam… Tamam, yağ çekme, anlatacağım. Üniversite yıllarımda başka şehirde olduğumdan önce bir süre yurtta kaldım, sonra bir kaç öğrenci toplanıp ev tuttuk. Arkadaşlar benim kadar ciddi değil tabi. Biriyle okula gitmek için dolmuşa bindik. 1—2 durak sonra dolmuş tıka—basa doldu. Biz arkada sıkıştık kaldık. Hem kalabalık, hem şoför müziğin sesini açmış. İneceğiz şoföre sesimizi duyurmaya çalışıyor. Baktım arkadaş cepten bir yeri arıyor, sonra telefona doğru “Müsait bir yerde inebilir miyiz?” dedi. Dolmuş aniden fren yaptı. Şoförün şaşkın bakışları arasında indik. Meğer arkadaş şoför kısmının hemen üstüne kocaman yazılmış cep telefonunu aramış.

         —Hadi ya… Eee başka anlat.

         —Başka mı anlatayım. Dur bakayım. Eee… Arkadaşlarla ilk ev tuttuğumuzda kira filan pahalı geliyordu. Kâğıda ilan yazıp asacaktık. Biri takıldı, “Bayan arkadaş arıyoruz mu yazacaksınız?” İlanı yazan arkadaş ters ters baktı. Sen soğuk esprilerinle yeterince bayıyorsun. O yüzden baymayan arkadaş arıyoruz yazacağım” dedi, Öbürü de “Erkeksen yaz “ dedi. Ben şakalaşıyorlar diye aldırmamış, çıkıp dersime gitmiştim. Oluk çıkış evin yakınındaki otobüs durağında bir baktım, bizimkilerin yazdığı ilan ve “Baymayan arkadaş aranıyor” yazıyordu. İddialaşınca öyle yazmışlar.

         —Bu komikmiş dayı, başka başka

         —Bana bak yeğenim, 2 dakika gülme molası ver ya… Hemen başka diyorsun. Neyse bu kez otobüse bindik. Bir yerde yaşlı bir teyze bindi, bileti yok. Şoföre rica ediyor “Biletim yok, sonraki durakta bilet alsam olur mu” Şoför teyzeye “Tamam ama önce içeriye sorun” teyze anlamadı, otobüstekilere doğru seslendi; “Biletim yok, sonraki durakta bilet alsam olur mu” deyince şoför de, biz de gülme krizine girdik.

         —Başka başka…

         — Başka başka… Bak bende de repertuar geniş değil ona göre. Neyse hadi son bir tane anlatayım. Babam para gönderdiğini söylemişti. Bankamatikten baktım hesapta bir şey görünmüyor. Hemen müşteri hizmetlerini aradım. “Şu an Off’tayız dedi” ben de dalgınlıkla “Nee… Trabzon Of ‘da mısınız” demişim. Müşteri temsilcisi gülünce anladım, meğer sistem off’muş, yani çalışmıyormuş.

         —Dayı bunu uydurdun gibi geldi.

         —Ne yapayım ya, sürekli başka başka deyince arada uydurmam gerekiyor. Hah eniştem de geldi. Gel enişte kurtar beni bu canavardan.

         —Ne yapıyor ki?

         —Sürekli bir şeyler anlattırıyor.

         —İyi ya, “Sahneye çıksam çok komik şeyler anlatırım. Adamlarda espri filan yok, kendi kendilerine gülerek meşhur oluyorlar” diye hava atıyordun. Unutmadım bu sözünü. Ben de oturuyorum, sahnedeymiş gibi başla.

         —Ya enişte, ben senden imdat istiyorum, senin yaptığına bak.

—Hadi hadi.

—Beceremezsem gülmeyin bana.

—Ya zaten komedi yapmayacak mısın? Komik olmayı becerirsen esprine, beceremezsen haline güleriz.

—Peki, enişte, sen istedin bunu. Kızlarla maceramı anlatacağım.

—Hoop… Hop.

Can atıldı;

—Baba anlatsın ya… Anlattırmazsan nasıl olsa sonra anlattırırım ben.

—İyi anlatsın bakalım. Hanııım… Tabancamı yanıma getirsene, belki gerekir.

Aslan;

—Yok, enişte yahu, tabancaya gerek yok, merak etme sen.  ‘Ne diyorduk’ diye başlayım. Bir gün üniversitedeki kantinde oturuyorum. Diğer bölümden güzel bir kız geldi yanımdaki masaya oturdu. Epeydir dikkatimi çeken bir kız olduğu için, hemen konuşmaya çalıştım. “Merhaba, kaç gündür size bakıyorum, anca cesaret edebildim. Çok güzelsiniz, arkadaş olabilir miyiz?” filan dedim. Ben böyle coşmuş birkaç cümle kurarken, kız ağzında sakızı marketten patates seçiyormuş gibi öyle alık alık baktı baktı… Sonra da bana ciddi ciddi  “Sizden elektrik almadım” dedi.

Ünal;

—Heh... Heh... He... “Siz bir zahmet elektriğinizi alıp gelin, ben bekliyorum” mu dedin?

—Eh işte öyle bir şey “Biz burada elektrik mi satıyoruz” deyip o sinirle kalkıp gittim.

—Dayı, hiç mi normal kız arkadaşın olmadı?

—Yok, normal kalmamış, 3 kulaklı, 4 gözlüleri de ben beğenmedim... Şuna bak ya, dayısına neler söylüyor… Neyse ne diyorduk. Canım, biraz şansızlıklar oldu ama denemelerimiz devam etti. Bir gün kızlarla tanışacağız diye planladık. Çok yakışıklı bir arkadaşı yanımıza aldık.

—Niye?

—O yem canım. Yakışıklıyı görünce, kızlar davetimizi kırmaz masamıza gelir, biz de tanışırız diye düşündük. Yakışıklıya ‘Sen hiç konuşmayacaksın, sana bir şey sorsalar bile biz cevap veririz’ dedik.

—Hayda, niye konuşmuyor ki?

—Çok yakışıklı ama berbat cırlak bir sesi var. Sesini duyan kızlar hemen kaçıyor. Neyse oturduk, yan masadaki kızları birkaç bakışma, konuşmadan sonra masamıza davet ettik. Masamıza geldiler ama sürekli yakışıklıyı konuşturmaya çalışıyorlar. Durumu bir kurtardık, iki kurtardık. Sonunda açık verdi. Çaylar geldiğinde, kızlardan biri şekerliği alıp onun çayına uzandı, bir yandan da yakışıklının gözlerine bakıyor. Ortada soru yok diye biz rahattık ama kız, bizim yakışıklının çayına şeker atmaya çalışınca, bizimki birden cırlak cırlak bağırdı “Şikeeriii aaz kaaat!”. Kızların yüzündeki gülüş gitti, şok olmuş halde bakakaldılar. Biz de mosmor olduk tabi.

—Sonra?

—Sonrası kızlar bir bahane uydurup kaçtı yanımızdan.

Ünal gülerek;

—Yahu Aslan, senin başına hep şanssızlık, hep aksilik mi gelecek? Sırf merak ettiğim için sana kız istemeye ben de geleceğim. Mutlaka orda da bir şey olur. En azından üstüne kahve dökülür.

         —Peki, enişte, bunu sen istedin!

         —Hemen kızma ya, yalan mı?

         —“Yalan mı?” dedin ya, senin ablamı istemeye gelişini anlatayım mı Can’a?

         —Neyini anlatacaksın ki?

         Can atıldı,

—Baba ne olur anlatsın?

Konuyu duyan Cemile Hanım da kapıda dikilmiş dinlemeye başlamıştı. Aslan, Can’ı yanına çekti, Ünal’ın itirazına rağmen anlatmaya başladı;

         —Babam, damat adayını tanımak için Ünal enişteyi eve çağırdı. Başladı sorguya çekmeye.

         Ünal da ilk defa duyuyormuş gibi merakla dinliyordu ama hemen itiraz etti;

         —Ne sorgusu ya?

         Aslan eliyle ‘Sus!’ işareti yaparak;

         —Enişte hiç kusura bakma, anlatacağım artık. Sus ve sonuna kadar dinle. Herkes bildiğine göre Can’ın da öğrenme hakkı olmalı.

         —İyi iyi… Bunda bir numara var ya neyse, anlat bakalım.

         —Ne diyorduk. Hah… Babam soruları sıraladıkça, baban sınava çalışmış gibi cevaplıyor. “Evladım, içkin var mı?” baban, “Yok efendim”, “Kumarın var mı?” baban,”Yok efendim”, “Geçinecek maaşın da var. Ailene bakacak kadar tutumlu, har vurup savurmayan birisindir sanırım” baban; “Evet efendim” “Maşallah evladım içkin yok, kumarın yok, serseriliklerin yok. Pekâlâ, hiç mi kötü huyun yok?” Baban bu soru karşısında boynunu büktü, “Bir tek kötü huyum var efendim”. Babam gülümsedi, “Bir tek kötü huy mu? Eh evladım da olacak o kadar. Söyle bakalım neymiş o kötü huyun?” ........



--- 2.Bölüm Sonu     ---

Yazan  : Ahmet Ünal ÇAM