Kuantum fiziğine göre uzay bir boşluk alanı değil, bütün varlıkların ilk maddesini içinde barındıran parçacıklardan/fotonlardan ve bu parçacık dalgalarından meydana gelen bir alandır. Bedüzzaman da kuantum teorisine denk düşen ifadeler kullanmakta; uzayın boş bir alan olmadığını, varlıkların ilk mayası olan “esir maddesi” ile dolu olduğunu söylemektedir.
Albert Einstein de İzafiyet Teorisinde zaman ve mekânın izafi olduğunu, duruma göre değiştiğini; meşhur E=mc2 formülüne göre birbirine dönüşebildiğini ileri sürüyor; maddeyi de enerjinin aşırı derecede yoğunlaştığı uzay bölgelerinden oluşan bir değer olarak tarif ediyordu. Fizik kanunlarına göre madde moleküllerden, moleküller atomlardan ve atomlar da elektron, proton ve nötron gibi atom altı parçacıklardan oluşmaktadır. Yeni fizik anlayışına göre, hem madde hem maddenin bulunduğu alan aynı şeydi.Kuantuma göre, uzay okyanus gibi içindeki varlık denen kara parçaları, altta karalar vasıtasıyla birbirine bağlantılıdır. Kuantum alanı kavramına göre uzay kararlı bir dalga bütünü ve birliği olup, bu bağlantı ve etkileşimler "dalgalar" şeklinde gerçekleşmektedir.
Bağlantının oluşabilmesi için uzayın boşluk olmaması, iletişimi sağlayan bir ortam olması gerekmektedir. Örnek verecek olursak, sesimizin bir yerden bir yere ulaşması için havaya yani atmosfere ihtiyaç vardır. Hava sadece sesin değil, bulutların, radyo ve radar dalgalarının da hareket etmesini sağlamaktadır. Atmosfer tabakası içinde ışık, ısı, hava, ses, radyo ve radar dalgaları gibi enerjiden oluşan nurani varlıklar aynı anda aynı mekânı paylaşır ama birbirlerine engel olmazlar, hatta birbirlerine yardımcı olurlar. İradesiz, şuursuz, akılsız bu varlıklar birbirini nereden tanırlar ki yardımlaşırlar. Demek ki onları yaratan akıl, irade ve güç sahibi Biri var ki onları sözü geçiyor, onları çalıştırıyor. O da her şeyin sahibi Allah’tan başkası değildir.
Fizik kanunlarına göre iki elektron arasındaki itme ve çekme faaliyeti foton alışverişi şeklinde gerçekleşmektedir. Fotonlar, aynı zamanda birer elektromanyetik dalga oldukları ve bu dalgalar da titreşen alanlarından meydana geldikleri için, fotonlar, aynı zamanda birer elektromanyetik alanın bileşenleri halindedir. İşte uzayda kuantum alanı diye ortaya çıkan yeni kavram foton denen, biçim alabilen parçacıklardan ve parçacık alanlarından/dalgalarından meydana gelmektedir.
Uzayın içinde hiçbir şey olmayan bir boşluk olmadığını söyleyen kuantum fiziği, içinde yaşadığımız evrenin bir başlangıcı olduğunu, içinde hiçbir şeyin olmadığı boşluktan evren ya da kâinat adını verdiğimiz bir varlığın ortaya çıkmayacağını söylemektedir. Öyle ise içinde yaşadığımız bu evrenin bir başlangıcının olması ve sonradan yaratılmış olması gerekmektedir.
Bediüzzaman ve Esir Maddesi
Bediüzzaman, ilk yaratılış adımının esir maddesi ile başladığın daha sonra esirden atomaltı taneciklerin (cevahir-i fert) yaratıldığını, Kur'an'ın ilgili ayetinin yorumu olarak ele alır ve şöyle der: "Arşı su üzerindeyken..." (Hud, 11/7) ayeti şu madde-i esiriyeye işarettir ki, Cenabı Hakk'ın arşı, su hükmünde olan şu esir maddesi üzerinde imiş. Esir maddesi yaratıldıktan sonra, Sani'in ilk icadlarının tecellisine merkez olmuştur. Yani esiri halk ettikten sonra cevahiri ferde kalb etmiştir/dönüştürmüştür..(bk. İşarat-ülİ'caz, Bakara 2/29. ayetin tefsiri). Gerçekten de esir için en güzel benzetme akıcılığı, her yere nüfuz kabiliyeti, canlılığın oluşumu ve idamesindeki hayati görevleri ile su maddesine benzetilerek anlatılması bir belagat örneğidir. Öyleyse bizler, ruh ve enerji bedenimizle hayat enerjisini oradan aldığımız esir deryası içinde yüzen, ama deryadan haberi olmayan balıklarhükmündeyiz.”
Elmalılı M. Hamdi Yazır "Hak Dini Kur'an Dili" adlı tefsirinde, Hud süresindeki "Arşı da su üstündeydi..." ayetiyle ilgili olarak çeşitli izahları karşılaştırırken, "Bir de bunlar, arşın her şeyi kaplayan akıcı bir cisim olması anlamıyla ilgilidir." diyerek dolaylı yoldan esire ve esirin özelliklerine dikkat çekmektedir. (bk. Hud Suresi 7. ayetin tefsiri)
Kuantum Fiziğinde Çift Yarık ve Cern Deneyi
Fiziğin kuantum dalı, genel olarak atom altı parçacıkları incelemekte olan bir bilim dalıdır. Bunlar elektron, proton, nötron ve diğer atom altı parçacıklardır. Henüz mevcut teknolojiyle ölçülemeyen atomaltı parçacıkların en küçük enerji birimine kuant ya da foton adı verilmektedir. Kuantum Fiziğinin temel taşlarından biri olan parçacık-dalga ikilem özelliğine dayanarak parçacık olarak bildiğimiz elektron, aynı zamanda girişim desenine vesile olan dalga gibi de davranır. Bu girişim olayına sebep olan elektronun dalga özelliği, çift yarık deneyinde net olarak görülmektedir. Bu dalga-parçacık ikilemi kütlesiz olan fotonda da gözlenmiştir. Işık kaynağından bir saniyede bir milyar foton yayılır. Yani, bir foton yayınlandıktan milyarda bir saniye sonra ikinci bir foton yayınlanır. Işık şuasının yayılırken gerilmiş bir ip gibi görünmesini sağlayan ona verilen bu özelliğindendir.
Çift-yarık deneyi, Kuantum dünyasında parçacıkların acayip davranışını karakterize eden ve parçacıkların her birinin bir anda birden fazla yerde olduğunu gösteren meşhur deneylerden biridir. Birbirine paralel iki duvardan öndekine ince tek bir yarık açılsa ve duvarlar çizgi hizasına kadar su içindeyken, su yüzeyinde art-arda dalgalar oluşturulsaydı, ön duvardaki delikten geçen dalgalar arka duvara çarptıklarında beklenmedik bir şey olmayacak, tek bir bant izi görülecektir. Fakat ön duvarda iki yarık açıldığında her iki delikten geçirilen dalgalar arka duvara çarptıklarında iki bant izi değil bir girişim desenini oluşturmaktadırlar.
Deney bir elektron salan elektron tabancasıyla veya ışın fotonu yayan bir kaynakla tekrarlanırsa, tek yarık durumunda arka duvara çarptırılan elektronların veya fotonların izleri arka duvarda yarığın tam arkasına gelen kısımda tek bir bant oluştururlar. Fakat ön duvarda iki yarık açıldığında arka duvarda iki bant değil aynen su dalgalarıyla yapılan deneyde olduğu gibi, şiddeti merkezden kenara gittikçe azalan bir girişim deseninin veya bir dizi girişim bandının oluştuğu görülmektedir. Bu durum bir elektron veya fotonun dalga şeklinde aynı anda iki delikten birden geçtiğini yani aynı anda iki yerde bulunduğunu yani nuraniyet kazandığını göstermektedir.
Güneş de ışığı ve ısısıyla bir anda bütün canlı ve cansız varlıklar üzerinde kendini göstermesi aynı anda birçok yerde görünmesine bir örnektir. Elektrik santralindeki bir şalter kaldırıldığında bir şehrin yüzlerce evleri ve sokakları bir anda ışığa kavuşması da nuraniyete/aynı anda birçok yerde görünmeye örnek teşkil etmektedir. Meleklerde olduğu gibi nurani varlıkların bir özelliği zaman ve mekândan bağımsız olmalarıdır. Varlıklar âleminde bunca örneklerine rağmen insan nasıl Allah’ın kâinatın bütün varlıklarına aynı anda hükmettiğini, canlılar âlemini rızıksız bırakmadığını akıldan uzak görebilir?
Parçacıklarda Dolanıklık/İletişim Özelliği
Nuraniyeti destekleyen diğer bir deney de parçacıkların “iletişimlik” deneyidir. Aynı olayda ve aynı anda üretilen atom altı parçacıklar, birbirlerinden ne kadar uzak ayrılırlarsa ayrılsınlar, daimi olarak birbirleriyle iletişim hâlindedirler. Örnek olarak, iletişim halindeki iki elektron birbirinden ışık yılları uzaklığında ayrılmış olsalar bile birine yapılan bir etkiyi ve tedirginliği onun ikizi anında hissedip tepki vermektedir. Yani, onlar için bu; zamanın âdeta durduğunun, mekân kavramının çöktüğünün ve onlar için mekân ve zamandan bağımsız bir iletişimin meydana geldiğinin açık bir delilidir.
Kuantum mekaniğinin temel kavramlarından biri olan dolanıklık/iletişim olayı on kilometreyi aşan uzaklıklar için denenmiş ve doğrulanmıştır. Yani, atom altı dünyada mekân kavramı ile beraber zaman kavramı da anlamını yitirmekte ve nuraniyet/fizikötesi özelliği ön plana çıkmaktadır.
Cern Deneyi
Parçacıkların oluşumunu ve özelliklerini deneysel olarak araştıran CERN laboratuvarlarında, ışık hızına yakın hızlarda çarpıştırılan parçacıklarla yapılan deneylerde detektörler vasıtasıyla birçok yeni parçacık gözlenir. Ayrıca, varlığı gözlenmeden yıllar önce, teorik olarak var olması ileri sürülen ‘Tanrı parçacığı’ olarak adlandırılan Higgs parçacığının da CERN laboratuvarlarında varlığı onaylanmış oldu. Parçacığı detektörlerle tespit etmek, parçacığı görmek anlamına gelmiyor. Çünkü “tanrı parçacığı” olarak isimlendirilen Higgs parçacığı başka bir parçacıkla iletişime geçince onunla bütünleşip kayboluyor. CERN’deki bilim insanları, onu kaybolduktan sonra ortaya çıkan etkilerinden veya detektörde geride bıraktığı izlerden tespit edebiliyorlar, “Bu izler Higgs parçacığına aittir,” diyebiliyorlar.
Parçacıkların nasıl kütle kazandığı problemine bir açıklama getirmek için Edinburgh Üniversitesinden Peter Higgs, daha sonra kendi ismiyle anılacak olan, bir bozon parçacığının veya alanının olması gerektiği fikrini ileri sürdü. Şöyle düşündü: Büyük Patlamadan (BigBang) sonra, ortaya çıkan enerjiden kütleli parçacıkların oluşturulması için, Higgsbozonu vasıtasıyla, bir elektrik alanı gibi, bir Higgs alanı devreye sokulmalıydı. Ve bu alan, bir yapışkan gibi, içinde yol aldırılan parçacıkları yavaşlatmalı ve onlara kütle kazandırmalıydı. Kurama göre, Higgs alanıyla kuvvetli etkileşen parçacıklar daha büyük, zayıf etkileşenler daha küçük kütleler kazanıyorlar.
Büyük Patlamadan hemen sonra sadece enerji vardı. Bu enerji kütleye dönüşmeden, kozmik ışın dalgası olarak kalabilir ve yayılmaya devam edebilirdi. Fakat bu enerji dalgalarına, yine, bir irade ve kudretin müdahalesiyle bir mekanizma devreye sokuldu ve bu kozmik ışın yığınları elektron, quark ve nötrino gibi parçacık şekline büründürüldü ve görünen âlem oluşturulmaya başlandı.Peter Higgs’in bu mekanizmayla ilgili teorik çalışmalarından dolayı, bilim adamları tarafından bu mekanizma Higgs alanı olarak adlandırıldı ve bu mekanizmayı karakteristik parçacığına da Higgs parçacığı adı verildi.
Sonuç olarak, maddenin yapı taşları olan atom altı parçacıklar enerjiden oluşturulmuştur ve dolayısı ile madde enerjinin yoğunlaştırılmış bir şeklidir, diyebiliriz.Hazırlanmış teknede bekleyen hamuru belirli işlemlerden geçirip ekmeğe, simide veya çöreklere çevirmek bir fırıncının düşünce ve el emeğinin sonucu değil midir? Hamur hâlinden ürünlere geçişin arkasındaki mekanizmanın maharet sahibi fırıncıya değil de hamura vermek, hamur kendiliğinden, tabi olarak ekmeğe, simide ve çöreğe dönüştü demek mümkün mü? Burada hamurdan kinaye enerji, madde de ekmektir.
Gözle görünmeyen ancak aklen ve ilmen var olması gereken bu enerjinin adı "Higgs alanı", bu alanın ortaya çıktığı temel yapıtaşı da "Higgsparçacığı"dır. Yani, görünmeyen bir el tarafından, enerji belli şartlarda bu alana sokulunca etkileşim sonucu bir işlemden geçirilmekte ve kütleye bürünüp madde şekline dönüştürülmektedir. Bu araştırmaları yapan bilim insanlarına göre bunun tesadüfen olması imkânsızdır. Enerjiye ve maddeye hükmeden ilim ve kudret sahibi, madde üstü bir Yaratıcının varlığı kaçınılmazdır.
Sonuç olarak, Kuantum Fiziği araştırmaları varlığın yaratılış fikrine karşı olmadığı ve onunla çelişmediği, onunla uyum içerisinde olduğu anlaşılmaktadır. Bir kimse materyalist bakış açısıyla “Evreni ve olayları bilimsel metotlarla anlıyoruz, bunu Allah’ın varlığına delil gösterilmesi zorlama bir görüş değil mi?” diye itiraz edebilir ve inanmamakta direnebilir. Bu onun seçimidir. Bir fiziksel olayın veya evrenin ortaya çıkışındaYaratıcıya ihtiyaç duyulmayacağı düşüncesi felsefi ve mantıki açıdan bozuk ve tutarsızbir düşüncedir.
Deizmin “Allah Evreni Yarattı Ondan Sonra Kendi Haline Bıraktı” İddiası
Son yıllarda terör devleti İsrail’in Filistin’de yüzbinlerce silahsız sivilleri, kadınları, yaşlıları, çocukları ve anne kucağındaki bebekleri son model silahlarla ve füzelerle katletmektedir. Kendilerini medeni, insan haklarının koruyucusu ve hümanist olarak ifade eden Amerika’nın ve Avrupa devletlerinin bu katliamı izlemesi ve yetmezmiş gibi İsrail’e silah yardımında bulunması karşısında her milletten vicdan sahibi insanlar sokaklara dökülüp isyan etmektedir. İnançlı bir Müslüman bile “Allah’ın adaleti bunca zulme nasıl izin veriyor?” diye içten içe sitem etmektedir. Son yıllarda, dış görünüşüyle Allah’ın “el-Âdil” ismine yakışmayan zulümlerin, hilekârlıkların, hak ihlallerinin artması, zalimlerin refah ve lüks içinde yaşaması, çoğu kez yaptıklarının yanlarına kâr kalması Deizm inancının yaygınlaşmasına yol açmaktadır.
Fizik alanında son yıllarda gerçekleştirilen yaratılış teorileri karşısında Allah’ı inkâr edemeyen ateizm, deizm şeklinde kendini göstermeye başladı. Yaratılış teorilerinin iddialarından biri ve en önemlisi bu evrenin sonradan yaratıldığı ve sonsuza kadar devam edemeyerek ömrünü tamamlayıp yıkılacağıdır. Deizmin çıkmazlarında biri de ahiret inancına ve hesap gününe şüphe ile bakmasıdır. Eğer yeniden diriliş ve bir hesap günü olmazsa Allah’ın yarattığı bunca mevcudatın bir anlamı ve değeri kalmayacaktır. O zaman Allah’a inanmamızın bize bir faydası olmayacak, yaptığımız iyilikler boşa gidecek bir ateistle birlikte toprağa girip eşitleneceğiz demektir.
Dünya Üzerinde Neden Zulüm ve Haksızlıklar Var? Allah Bunlara Neden İzin Veriyor?
İnsanoğlu akıl, şuur ve irade sahibi bir varlık olarak bu dünyaya niçin geldiğini, yaşama gayesinin ne olduğunu merak etmekte; “nereden geldim, neden buradayım ve nereye gideceğim?” sorularına cevap aramaktadır.Ruhlar âleminden geldik, dünyada gözlerimizi açtık. İnancımıza göre dünya hayatı bir imtihan vesilesi, dünya da bir imtihan salonu ve bir misafirhanedir. İmtihanı verdikten sonra asıl vatanımız olan ahirete göç edeceğiz. İmtihanımız sorumluluk yaşına yani buluğ çağına geldiğimizde başlıyor. Neden sorumluluk yaşı ile başlıyor? Çünkü Allah’ın verdiği akıl, şuur ve irade ancak zamanla olgunlaşıyor; iyiyi kötüden, faydalıyı zarlıdan o zaman ayırabiliyoruz.
Yukarıdaki yaratılış teorilerinden çıkardığımız sonuca göre, şu uçsuz bucaksız kâinat ezeli ve bedi olmayıp içindeki canlı ve cansız varlıklar birlikte kendiliğinden, tesadüfen de ortaya çıkmamış, Kuantum ve BingBeng teorilerinde dile getirildiği gibi sonradan yaratılmıştır. Yaratılmışların en sanatlısı ve en üstünü de insandır. Kur’an bunu şöyle anlatır: “Andolsun ki biz, insanoğlunu şan ve şeref sahibi kıldık.” (17.İsra-70) ve “Biz gerçekten insanı en güzel biçimde yarattık.” (95.Tin-4) Bir an için insanın yeryüzünden kaldırıldığını düşünün. Bütün mevcudat anlamını yitirecektir.
Peki, bütün bu üstün vasıflarına rağmen insan neden Allah’ın emirlerine karşı gelir, haddini aşar, şeytanları bile geride bırakacak kötülükleri ve zulümleriişleyebilir? Çünkü yine Kur’an’a göre inanın bir iyi bir de kötü olmak üzere iki yüzü vardır. Allah’ın verdiği akıl, bilinç ve iradeyi Allah’ın istek ve emirleri doğrultusunda kullanarak melekleri bile geride bırakacak şekilde en yüksek makama (ala-yıilliyyine) yükselip cenneti hak ettiği gibi; nefsine, şeytana ve şeytanlaşmış insanlara uyarak en büyük kötülükleri, zulümleri işleyerek aşağıların en aşağısına (esfel-i sâfiline) düşerek cehennemi hak etmektedir. Allah insana iyiyi kötüden ayıracak akıl ve idrak yeteneği vermiş; iyilik ve kötülüğü seçme karanını insanın kendisine bırakmıştır. Kur’an’da bu gerçek şöyle ifade edilmiştir: “İnsanın nefsine, kötülük ve iyiliği idrak kabiliyetini ilham edene yemin olsun ki, nefsini (kötülüklerden) temizleyen gerçekten kurtuluşa ermiştir. Onu kirletip (kötülüklere) gömen de hüsrana uğramıştır.” (91.Şems 8-10) “İnsan hayrı/iyiliği istediği gibi, (bazen) şerri / kötülüğü de ister. İnsan çok acelecidir!” (17. İsra-11)
“Allah neden kötülüklere, zulümlere, haksızlıklara, güçlülerin zayıfları ezmesine izin veriyor?” sorusuna gelince. Yukarıda temas ettiğimiz gibi dünyaya gelişimizin bir hikmeti de imtihandır. İmtihanın ödülü ve cezası burada değil ahirette, hesap gününde verilecektir. Bir başka ifadeyle, gerçek adalet ahirette tecelli edecektir. Eğer Allah, zulme uğrayanları, hakları çiğnenenleri korumak için zalimleri icraatları sırasında cezalandırsaydı; tabiri caizse felç edip yere serseydi, imtihan sırrı ortadan kalkar; kimse haksızlık yapmaya cesaret edemezdi.
Büyük cezalar, büyük mahkemelerde görüldüğü gibi dünyadaki büyük zulümlerin cezası büyük mahkeme olan ahirette görülecektir. Eğer yeniden diriliş ve hesap günü olmazsa nice zalim diktatörler, terör örgütü yöneticileri, bebek katilleri çoğu zaman cezasını çekmeden bu dünyadan göçüp gidiyorlar. Eğer ahiret ve hesap günü olmazsa işte o zaman Allah’ın el-Âdil ismine aykırı bir durum ortaya çıkmış olacak; bir Deistin bu soruyu sormaya cesareti olacaktı.
Başımıza Gelecek Hayır ve Şer Her Şey Kaderde Yazılı mıdır?
İman esaslarında en çok tartışılan konuların başında “kader meselesi” gelmektedir. Kader konusuna geçmeden önce bazı ön bilgiler vermemiz faydalı olacaktır. Allah’ın biri mülk âlemi (görünen âlem); diğeri melekût âlemi (görünmeyen âlem) olmak üzere iki türlü yaratması vardır. Melekût âlemi izafi olup maddi ölçeklerle anlatılması çok zor, hatta imkânsızdır. Mesela zaman ve mekân melekût âlemden olup izafidir. Einstein izafiyet teorisinde bunu detaylı olarak anlatmaktadır. Işık hızından yüzlerce hızlı bir araçla uzaya gidildiğinde zamanın yavaşlayacağını söylemektedir. Bir dünya yılı 365 gün olduğu halde, Marsta bu 686 dünya günüdür.
Keza uzayda aşağı-yukarı, alt-üs sağ-sol, ön-arka gibi mekân ifadeleri de izafidir; kime göre ve neye göre? Kuzey yarımkürede oturan biri için aşağı olan şey, güney yarımkürede oturan için yukarıdır. Kaldı ki uzay zaten yönsüzdür. Allah bize göre geçmiş, şimdi ve gelecek olmak üzere üç zamana aynı anda hükmetmektedir. Allah aynı anda her yerde hazır ve nazırdır. “Allah zamandan ve mekândan münezzehtir.” Çünkü zaman ve mekân yaratılmışlardandır. Yaratan yaratılmışlar cinsiden olamaz.
Şimdi gelelim kader meselesine. Kader, kısaca olmuş ve olacak her şeyi Allah’ın bilmesi demektir. “Allah her şeyi hakkıyla bilendir.” (26.Şuara-227) Burada dikkatten kaçan çok önemli bir husus var; o da şudur: Allah ne yapacağımızı elbette biliyor; ama O bildiği için yapmıyoruz. Zamanı yaratan Allah elbette ne yapıp edeceğimizi de bilecektir. Zaten bilmezse Yaratıcı olamaz. Bir başka husus da şudur: Allah bir şeyi yapıp yapmama seçeneğini/iradesini bize bırakmıştır. Biz isteriz Allah da yaratır. Bizim seçme hakkımıza “cüzi irade” Allah’ın yaratmasına da “külli irade” diyoruz. Yapıp ettiklerimizden sorumlu olmamız ve bunun hesabını verecek olmamız bu cüzi irade sebebiyledir.
Bazı kaderci mezhepler ve felsefeleri insan “rüzgârın önünde sürüklenen bir yaprak” olarak tarif etmektedir. Eğer insanın seçme şansı yoksa yapıp ettiklerinden neden sorumlu olsun? Bir insan haksızlığa uğradığında, mesela çocuğu öldürüldüğünde; “öldürenin kaderinde bu varmış, ne yapsın” diyerek hak aramaktan vaz geçer mi?
Bir kısım baskıcı ve yasakçı Cumhuriyet elitleri sırf icraatlarını destelemediği ve zulümlerine göz yummadığı için Bediüzzaman’ı haksız yere yıllarca sürgünlere gönderdikleri, hapislerde tuttukları, işkence ettikleri ve zehirlettikleri için şöyle seslenip teselli bulmuştu: “Yaşasın zalimler için cehennem!” Biz de terör devleti İsrail ordusunun Filistin’de, yüzbinlerce silahsız sivilleri, kadınları, yaşlıları, çocukları ve anne kucağındaki bebekleri son model silahlarla ve füzelerle katleden askerleri, komutanlarını ve onları destekleyenAmerikalı ve Avrupalı devlet adamlarını lanetliyor, “Yaşasın Zalimler İçin Cehennem!” diyoruz.