Bir bahar günü




-Bu bahar gününde parkta hava çok güzel. Temiz hava, yemyeşil bir çevre, neşeli insanlar, ama.. bunların hiçbiri yeşil kazaklı kız kadar dikkatimi çekmemişti, ne kadar güzel, gözlerimi ayıramıyordum. Bir ara dönüp baktı, bakışlarımı çevirdim, başka şeylerle ilgileniyormuş gibi yapmaya çalıştım. Yine utangaçlığım tuttu. Parka istirahata gelmiş bir kızı bakışlarımla rahatsız etmek istemiyorum... ama... ama o güzellik, o güzellik Hayır, o güzelliğe bir daha bakmadan yapamayacağım. O'nun yakının da oynayan çocuklara bakar gibi yapıp tekrar ona baktım... aman Allah’ım hala bana bakıyor! Bu kez bakışlarımı kaçırmadım, bakmaya devam ettim, oda bakmaya devam etti. Birden cesaretlendim, belki o da beni beğenmişti, gidip biraz konuşsam, sohbet etsem ne sakıncası vardı. Kalktım yanına yürüdüm;

—Merhaba!

—Merhaba!

Bir an sessizlik oldu, bir şeyler söylemeliydim;

—Hava çok güzel değil mi?

—Öylemi?

Ümit kırıcı bir cevaptı, bir an çekip gitmeyi düşündüm, sonra vazgeçtim.

—Evet, sizce de öyle değil mi?

—Bu ne kadar dikkat ettiğime bağlı, bir de zevkime.

—Zevk sahibi her insan bu güzel havayı sever.

—Yani ben zevk sahibi değilim öyle mi?

—Şey... ben öyle demek istemedim.

Bocaladığımı görünce gülümsedi, ben konuyu değiştirmek istedim;

—Yanınıza oturabilir miyim?

Oturmam için yer açarken sitem etti;

—Bu kadar hakaretten sonra mı?

Oturduktan sonra aklım sıra bir savunma yaptım, gönlünü almaya çalıştım;

—Güzelliğinize bakarken ne konuştuğuma dikkat edemiyorum ki.

Önce kızardı, sonra hafif kızgın;

—Siz erkekler, kızların sırf güzelliğine bakıyorsunuz.

—Bak bu konuda erkeklere haksızlık ediyorsun, yalnız erkekler mi?.. Kızlar da böyle davranıyor.

—Ben hariç.

—Ben de öyle sayılırım. Biraz önce güzelliğinle gurur duyacağını zannettiğim için öyle söyledim.

—Niçin?

—Şey... her kız senin gibi güzel olmak ister.

—Güzel olduğuma sevinebilirim ama bununla gurur duymam.

—Niye?

—İnsan kendi gayretiyle başardığı şeylerden gurur duyabilir. Eğer güzelsem gerçekten ben bunun için bir şey yapmadım, Allah vergisi.

Bu kadar güzel bir kızın, bu kadar olgun düşünce sahibi olması ilgimi çekmişti. Serbest bir kişiliği var, düşündüğümü aynen söylemeye karar verdim.

—Biliyor musunuz, sizden artık sırf güzelliğiniz için hoşlanmıyorum, düşünce sahibi olmanıza da hayran oldum.

—Yani beni evlenecek kadar beğendiniz mi?

—...?

Hayda, birden şaşırdım, ne kadar serbest bir kız, ciddiyeti olmasa da böyle bir soruyu nasıl kolayca sorabildi. Ben onun gözlerine bakmaya bile cesaret edemezken, o sözü nereye getirdi. Yine konuyu değiştirmeye çalıştım;

—Ne kadar serbest birisin!..

—Konumuz bu değil.

—Evlilik böyle ayaküstü yorumlanacak bir konu değil.

—Ben sadece beni evlenecek kadar beğenip—beğenmediğini sordum.

—Şey... Evleneceğim bir kızı, iyi tanımak isterim, bazı özelliklere sahip olmasını isterim.

—Pekâlâ, evleneceğin bir kızda arayacağın özellikleri say.

Bir anlık tereddütten sonra aldırmayıp konuşmaya karar verdim;

—Madem ısrarla soruyorsun peki, öncelikle senin kadar güzel olmasını isterim.

Bu sözüm üzerine, kendisini gerçekten beğendiğimi anladı, yüzünde bir mutluluk ifadesi gördüm.

—Sonra onun da beni sevmesini isterim.

Bana bir an düşünceli baktı, bu sorunun cevabını arıyor gibi geldi bana.

—Sonra... Sonra... (para durumum aklıma geldi) kanaatkâr olmalı, az ile de yetinebilmeli.

Önce kolumdaki saate ve ayakkabılarıma baktı, bunlar ucuz şeylerdi, sonra parkın kenarındaki lüks arabaya baktı. Bu karşılaştırma beni utandırmıştı.

Başını tekrar bana çevirdi;

—Devam etsene.

—Dinliyor musun?

Sesinin ifadesi ne kadar değişmiş, yüzü ciddileşmişti. Birden bir şey hatırlamış gibi sordu;

—Sen daha çok parası olanın daha zengin olacağına inanmıyor musun?

—Hayır. Unutma ki kanaatkâr olmayan bir insan kendini hiçbir zaman zengin olarak görmez. Malı veya parası 1'se “2 olsaydı da zengin olsaydım" der. 2 ise 3, 3'se 4 ister. Yani maddi açıdan tatmin olamaz.

—Kanaatkâr olsa ne fark eder?

—Kanaatkâr olsa, elinde olmayanı istemekten çok öncelikle elinde olana şükretmeyi bilir, sonra daha fazlasını ister. Yanlış anlama "Daha fazlasını istemez, kazanmak için uğraşmaz" demiyorum, sadece öncelikle elindekinin kıymetini bilir, haline şükreder mutlu olur, diyorum.

—"Şükretmek" dedin de, Allaha inanır mısın ve eşin olacak kızda bu konuda neler ararsın?

—Allaha tabiî ki inanıyorum, bakmasını bilen için doğanın her zerresi Allahın varlığını haykırıyor.

—Ama bilim Allahın varlığını inkâr ediyor.

—Konular amma hızlı akıyor, seni ilk gördüğümde böyle konulardan konuşacağımız aklımın ucundan bile geçmezdi. Neyse, hangi bilim Allahın varlığını inkar ediyor bakalım?

—Örneğin...

—Örneğin dediğine göre, birçok örneğin var!

—Aslında pek fazla değil, ama... Neyse Darvin insanların maymundan geldiğini savunuyor, bu da kutsal kitaplara aykırı.

—Öncelikle şu hatanı düzelt, kutsal kitaplar diye hepsini bir araya koyamazsın. Kur’an-ı Kerim hem en son kutsal kitaptır, hem de aslını koruyabilenidir.

—Peki, öyle olsun.

—Gelelim Darvin’e. Darvin yıllarca inceleme yaptı ama incelemesini ne şekilde yaptı önemli olan o. İncelediği canlıların dış görünüşlerini, hareketlerini gözlemledi, aralarında bağlar kurmaya çalıştı. Böyle bir gözlemle bitkiler haricinde hemen hemen her canlıyı birbirine benzetebiliriz. Çünkü canlıların çoğunda kafa, göz, kulak, burun, kol, ayak gibi organların bir veya birkaçı vardır, ama bu hepsinin aynı soydan geldiğini ispatlamaz. Ayrıca Darvin’in savundukları bir teoridir, yani bir fikir olarak söylenmiş ama doğruluğu ispatlanmamış veya ispatlanamamıştır. Hem düşünsene eğer maymunlar insana dönüşmüşse, aradan geçen yüzyıllara rağmen diğer maymunların hiç olmazsa bir kısmı niye insanlaşmadı veya zamanında maymunların tamamı niye insanlaşmadı. Bu fikri Darvin’den çok fırsatçı ateistler savunuyor. Hatta insanla maymun arasında geçiş dönemini oluşturan canlıyı, yıllarca arkeolojik kazılarda bulamayınca, bir maymun kafatasına insan dişi takıp, üzerini demir pasıyla sarartıp sonra yeni bulunmuş gibi toprak altından çıkarttılar. 20 yıldan fazla bir süre sonra ancak anlaşılabildi gerçek. Tabi bu arada nice kafaları karıştırdılar.

Artık karşımda hayran olduğum bir kızın olduğunu unutmuştum. Karşımda cahil bırakılmış birisi vardı ve yardıma ihtiyacı vardı;

—Bilimin neyi savunduğu ise gerçekten inceleyenler için gayet açık ki;

Avrupalı komünistlerin lideri kabul edilen Roger Gradu bile Allahın varlığını kabul edip ateistlikten kurtulmuştur. Bir örnek vereyim, Fransız araştırmacı Jack Couste Akdeniz ile Atlas okyanusunu birbirinden ayıran çok ince bir hattı keşfederek çok önemli bir keşifte bulunmuş. Bu keşfini arkadaşı olan Müslüman bir bilim adamına açıkladığında ise bu mucizevî olaydan, yüzyıllarca öncesinden Kur’an-ı Kerimde bahsedildiğini öğrenip çok şaşırmış. Kesin olmamakla birlikte Müslümanlığı kabul ettiği de söylenmekte.

—İlginç.

—Bu olayı yalnızca ilginç olarak niteleyip, üzerinde hiç düşünmeyeceksen boşuna anlatmışım demektir.

Gözlerime baktı, bir şeyler arar gibi. Umutla bekledim, gözlerini yere çevirdi. Düşünüyordu. Ben de onun sessizliğini bozmayıp sustum. Şimdiye kadar bu konularda pek konuşmadığı ve bir tür susamışlık içinde olduğu belliydi. Ona Dünyanın bu ahenkli konumuna kendiliğinden gelebilmesi ve bunu koruyabilmesinin imkânsızlığından söz edecektim; dünya güneşe daha yakın olsa, daha uzak olsa, etrafında 23 kusur derece ile dönmese, ay daha yakın olsa, atmosfer güneş ışınlarını daha az tutsa, daha çok tutsa vb. durumlarda neler olabileceğinden bahsedecektim. Fakat düşünceleri yeterince doluydu, dalmış düşünüyordu. Sessizliğimiz bir süre devam etti. Sonra o konuştu;

—Evleneceğin kızda bu konuda ne arayacağını sormuştum...

—İnanan bir kişi olmasını kesinlikle isterim. İslamiyet bilgisi ise az olsa da bunu artırmaya istekli olmalı.

Son sözlerimi onun etkisinde söylediğimi hissettim. Oysa bu konuda daha önce pek düşünmemiştim.

Gökyüzüne baktı gülümsedi;

—Hava gerçekten güzelmiş.

—Fark etmene sevindim.

—Şey... Allahın varlığına inanmadığımı zannetmedin ya?

İçinde yeterince öğrenmemiş olmanın verdiği bir şüphe olduğuna inanıyordum. Bunu şimdi ona söylemek onu üzmekten başka işe yaramaz.

—Hayır, "Allah vergisi güzelliğimle övünmem" demiştin ya...

Yüzünde rahatlamış bir ifade belirdi.

—Hava kararıyor.

Artık konuyu değiştirmek ister gibiydi. Onunla geçen vaktin beni mutlu ettiğini söylemek için bana fırsat bekliyordum, fırsatı vermişti;

—Hay Allah!. Ne çabuk.

Tebessüm ederek bana baktı. Tebessümünden onun da mutlu olduğu anlaşılıyordu, sevindim. Ayağa kalktı;

—Seni evine bırakayım, fazla otobüs bileti de var.

—Hayır, sağ ol ben giderim...

—Hava karardı, benim de hiç acelem yok...

—Lütfen ısrar etme.

—Şey.. seni bir daha görebilecek miyim? Bu parka sık sık gelir misin?

—Hayır, ilk defa geldim...

Bir an sustu,

—Belki de son defa...

İçimin yandığını hissettim, bana döndü bir süre bakıştık. Gözlerinde bir şeyler aradım. Onun da beni görmek istediğini zannediyordum ama...

—Ama...

Sustu yine gözlerime baktı,

—Perşembe günü zannederim gelebilirim...

Yine sustu, umutla gözlerine baktım.

—Geleceğim.

Çok sevinmiştim.

—Sende gelecek misin, yoksa o gün çalışıyor filan olur musun?

—Geleceğim.

Çalışıp çalışmadığımı öğrenmek istemişti ama ben söylemedim. Benim hakkımda herhangi bir fikre sahip olacaksa, çalışıyor olmam bunu etkilememeliydi.

Gitmek için dışarı yöneldi, ben de onu uğurlamak istedim ama engel oldu.

—Sen otur lütfen, ben giderim.

—Hiç olmazsa parkın dışına kadar geleyim..

—Sağ ol ama hayır.

Niçin böyle davrandığını anlamamıştım ama ısrar edince bir şey diyemedim.Elimi sıktı;

—İyi akşamlar.

—İyi akşamlar.

Oturdum ve arkasından hüzünle baktım. Uzun süredir bir kıza böyle duygusallıkla bağlanmamıştım. Parkın bana uzak olan kapısından çıkıp gitti. Birden adını bile sormadığımı hatırladım. Perşembe günü gelmezse, gelemezse onu arayamayacaktım bile. Boğazımda bir şeylerin düğümlendiğini hissettim, arkasından koşsam da kalabalık caddelerde bulamayacağımı biliyordum.

İçim yanarak kalktım, en yakındaki kapıdan parktan çıktım. Ben çıkarken parkın önündeki, onun dalgın dalgın baktığı, o mavi lüks araba hareket etti. Arabaya dönüp baktığımda arabayı süren kız beni isimlendiremediğim, garip duygulara sürükledi. Orda şaşkın kalakalmıştım, arabadaki o idi...

öyle zengin bir kızla arkadaşlık etmeye param yetmez, beni zenginliği yüzünden küçük görür, diye düşündüm. Buna katlanamazdım. Belki de böyle olmazdı... ama.. ya olursa... Perşembe günü parka gitmedim.

AHMET ÜNAL ÇAM ahmetunalcam@gmail. com

















Bir Yaprakta Seyahat

Gece yarısı, tam onikide 
Evimin balkonunda 
gönlümün yalnızlığındayım. 

Gecenin anlaşılmaz uğultusu 
ve rüzğarın fısıltısı 
kulaklarımda. 
Gözlerim ufukları kolaçan ediyor. 
Yüreğimin tik-takları 
saatleri geçiyor. 
Gece yarısı, tam onikide 
Gözlerim çekiyor beni ufuklara. 
Bir yıldız kayıyor, 
bir yaprak uçuyor rüzğarda. 
Gözlerim takılı kalıyor yaprağa, 
Gözlerim gidiyor,gidiyor yaprakla, 
ben kalıyorum yalnızlığımla.. 
* * * 
Sincan-Fatih arası, yaprak uçuşu 
kaç saat!. sormayın, bilmiyorum 
Ama Sincan garındayız. 
Biletimiz yok, kaçak biniyoruz trene 
söylemeyin biletçiye. 
İstanbul'a gidiyormuş trenimiz. 
Bir köşede titremekte yaprağım, 
gözlerim üstünde. 
Bir çocuk uzanıyor, aldı-alacak... 
Yeni bir rüzğarla kaçıyoruz, 
Biletçi arkamızdan dalgın bakıyor. 
İlk kaçak yolculuğumuzun heyacanı 
gözlerimde. 
Biletçi gidiyor... 
Biz savruluyoruz vagonda, 
oradan oraya... 
* * * 
Bir istasyonda duruyor tren, 
hala trendeyiz. 
Yaprakla gözlerim süzülerek iniyor, 
Genç bir kızın okuduğu mektup üzerine 
Bir damla ayrılıyor,kızın gözlerinden 
Düşüyor gözlerime,gözlerim nemleniyor. 
'Elveda'yı okuyorum, 
kız mektubu buruşturup atmadan önce 
Yaprağı alıyor,yüzüne yaklaştırıyor, 
Bir an gözgöze geliyoruz, 
...gözlerimi kaçıramıyorum. 
* * * 
Tren hareket ediyor, 
Ne olduğunu anlamadan atıveriyor kız 
yaprağı ve gözlerimi pencereden. 
Korkunç bir savruluş,peşpeşe takla, 
Yerdeki su birikintilerine 
düşmekten korkarak 
zor atıyoruz kendimizi kenara. 

Bir kaç sarhoş oturmuş şarkı söylüyor, 
Bir köpek havlıyor uzaktan,susuyorlar. 
Biri kalkmak isterken düşüyor, 
biri sızıyor, 
diğeri,bacası tüten bir eve bakıyor, 
...ağlamaklı. 

Bir tren geçiyor yine, 
Yine savruluyoruz, 
rüzğarın kollarında uzaklara... 

Bir pencere önüne konuyoruz, 
İçerden çocuk ağlaması duyuluyor, 
ve bir ninni... 
gözlerim ağırlaşıyor... 
Ezanlar başlıyor,dalga dalga, 
Ayaklarım yanımda değil, 
...toplayamıyorum. 
Güzel bir bahar günü başlıyor, 
Derin bir nefes çekmek istiyorum, 
...çekemiyorum. 
* * * 
Gün ışıyor yavaş yavaş, 
İşe gidenler telaşlı. 
Yoldan alımlı bir kız geçiyor, 
Gözlerim kızda kalıyor, 
Yaprak bir kuşun gagasında 
uzaklaşıyor... 
Kız bir kaç mektubu zarfa 
yerleştiriyor. 
Zarfa bakarken,içine düşüyor 
gözlerim. 
Bir posta kutusunda kalakalıyorum. 
* * * 
Kapım iki defa çalıyor,açıyorum, 
Postacı,gülerek uzatıyor mektubumu. 
Hayli kalın bir zarfı merakla 
açıyorum. 
İade edilmiş mektuplarımın arasında 
Gözlerimi buluyorum,...ağlamış. 
Anlaşılan okumuş veda satırlarını.. 
* * * 
Gözlerimi kuruluyorum, 
'Üzülme'diyorum, 
...üzülüyorum. 
Saat kaç,günlerden ne !.. 
...bilmiyorum.


Ahmet Ünal ÇAM  / Sincan-Fatih hatırası