Halil Hâlid Bey, Horasan’dan gelerek Çankırı’ya yerleşmiş bir ulema ailesine mensuptur. Çerkeş şeyhi Piri Sani Çerkeşî Mustafa Efendi’nin torunlarındandır. Piri Sani Çerkeşî Mustafa Efendi, Halvetiyye tarikatının Şabaniyye'ye bağlı Çerkeşiyye kolunu kuran zâttır.  Büyük ve küçük oğlu yoluyla kendisinden sonra silsile devam etmiştir. Diğer oğlu Osman Vehbi yoluyla da İstanbul'da Çerkeşizadeler adıyla bir ulema ailesi meydana gelmiştir.


Şeyh Mustafa Efendi, oğlu Osman Vehbi Efendinin daha çocuk sayılabilecek yaşta mutasavvıflıktan çok ilmî bir kişiliğinin olduğunu anlamış ve dönemin ilim merkezlerinden biri olan Ankara’ya göndermiştir. Oraya yerleşmesini Halil Hâlid Bey Bir Türk’ün Hatıra Defteri (The Diary of a Turk) adlı eserinde şu şekilde anlatmıştır:


"Dedem şehirde kimseyi tanımıyor ve ne yapacağını bilmiyordu. Bu türbeye (Hacı Bayram Veli Hazretlerinin türbesine) gitti. Veli'nin mezarı başında dua ettikten sonra derin bir tefekküre daldı ve uyuya kaldı. Rüyasında Veli'yi gördü. Veli ona ismini ve okuma-yazma bilip bilmediğini sordu. İkinci soruya tatminkâr bir cevap alamayınca, orada dedeme ders verdi. Uyandıktan sonra dedem dışarı çıktı ve hemen bitişikte bulunan medreseye girdi." 


Osman Vehbi Efendi müderris oluncaya kadar bu medresede kaldı. Sonra da medresede ve çeşitli camilerde tefsir dersleri vermeye başladı. Osman Vehbi'nin ünü camilerde verdiği bu derslerle yayıldı…


Sarayın ileri gelenlerinden bir zat, II. Mahmut'un sarayda verdiği bir düğün yemeğine Osman Vehbi'nin de davet edilmesini ister. Yemekte II. Mahmut, Osman Vehbi'nin dirayet ve ferasetini anlayarak ona şeyhülislâmlık ve şehzadelere Arapça dersi vermesini teklif eder. Fakat Osman Vehbi devlet işleriyle fazla içli dışlı olmak istemediğini padişaha uygun bir dille anlatarak, geri kalan günlerinde sadece uzun yıllar boyunca çalıştığı medreselerin Dersiamlığının kendisine verilmesini ister. II. Mahmut bu isteğe ek olarak, medresenin bulunduğu araziyi de gelecek nesillerine miras kalacak şekilde Osman Vehbi Efendiye bağışlar ve İstanbul Rüusluğu da(akademik bir kariyer) verir.  Osman Vehbi Efendinin seksen iki yaşında vefatından (1860) sonra bu araziler Halil Hâlid Beyin babası Ahmet Refi'e miras kalır.


Ahmet Refi' Efendi çok tutumlu bir insan olmadığı için tüm mallarını dağıtır; yalnız miras mallar kalır. Genç yaşta vefatından sonra (1878) bu mallar da Halil Hâlid Beye intikal eder.


Osman Vehbi Efendi’nin diğer oğlu ve Halil Hâlid Beyin amcası Mehmet Tevfik ise dönemin büyük kazaskerlerindendir. Ankara'da doğmuş ve tahsilini İstanbul'da yapmıştır. Tahsilini bitirdikten sonra nâib olarak seyahatlerde bulunan Mehmet Tevfik Efendi 1880’de Meclis-i Tetkikat-ı Şer'iyye azalığı ile beraber Meclis-i Meşayih nazırlığına tayin olunmuştur.  Halil Hâlid Bey, babasının vefatından sonra Mehmet Tevfik Efendi tarafından eğitime başlatılmıştır.


Halil Hâlid Beyin Hayatı
(Çocukluğu ve Eğitimi)


Halil Hâlid Bey 1869 yılında Ankara'da doğmuştur. Babası Ahmet Refi' Efendi, annesi Hacı Refika Sıdıka Hanımdır. Halil Hâlid Bey, mahalle mektebinden bir yıl sonra rüştiyeye başlar, buradaki eğitimine on dört yaşına kadar devam eder.   Rüştiyeyi bitirdikten sonra, annesi onu Meclis’in Sultan tarafından feshedilmesinden dolayı bir süredir Ankara’da bulunan amcası Mehmet Tevfik Efendi ile birlikte İstanbul’a gönderir.  Kendisi askerî bir okula gitmek istese de amcası Mehmet Tevfik Efendinin isteği üzerine Küçük Ayasofya Medresesi’ne başlar. İki yılı amcasının yanında, üç yılı da yatılı olmak üzere, medresede toplam beş sene eğitim görmüştür. 


Medreseye başladıktan üç sene sonra memleketine annesini görmeye giden Halil Hâlid Bey, kendi kasabalarına çok yakın bir yerde oturan İngiliz konsolosu ile tanışmış ve İngiltere ve İngilizler hakkındaki ilk bilgilerini o zaman elde etmiştir.  Tatil sonunda tekrar İstanbul’a dönerek iki yıl boyunca fıkıh dersleri almış ve bu alanda ilerleme kaydetmişir.  Bu iki yıldan sonra tatil için Beyrut’taki bir akrabasının yanına gittiğinde, burada mekteplerde eğitim görenlerin çeşitli görevlere atandığını görür. Bu seyahatinden döndükten sonra Mekteb-i Hukuk imtihanlarına girer ve sınavı kazanarak Mekteb-i Hukuk’ta öğrenime başlar. 


Fakültenin son imtihanı zamanında askere çağrılır.  Bu durumu hiç beklemeyen Halil Hâlid Bey, (çünkü medreseyi başarıyla bitirenler askerlikten muaf tutuluyordu) yönetimle ilk sürtüşmesini yaşar.  Mekteb-i Hukuk’tan mezun olduktan sonra, Yıldız Köşkü’nde devlet memurluğuna başlar.  Ebuzziya Mehmet Tevfik'in matbaasında basılan eserler dikkatini çeker ve matbaada çalışmaya başlar.  Abdülhak Hamid ve İstanbul'a gelip giden birçok yabancı yazarla burada tanışma fırsatı bulur.  Halil Hâlid Beyin Mekteb-i Hukuk’ta okuduğu yıllar, İttihat ve Terakkî Cemiyeti’nin okullarda faaliyetlerini artırdığı dönemlerdir.  Halil Hâlid Bey de bu dönemlerini Avrupa’ya karşı olan önyargılarının değiştiği ve Avrupa’ya ait her şeyi yüceltmeye başladığı dönemler olarak dile getirmektedir.  Bu yıllarda hem yukarıda bahsi geçen dedesinden miras kalan topraklara II. Abdülhamid yönetimi tarafından el konulması, hem de medrese eğitimi almış olmasına rağmen askere çağırılması nedeniyle yönetimle arası açılan Halil Hâlid Bey, Köşk’teki görevi sırasında Halife’ye muhalif davranışlarda bulunduğu için görevinden ayrılır.  Arkadaşları ile istişareden sonra İstanbul’dan uzaklaşmanın kendisi için daha güvenli olduğuna karar vererek Ankara’dan başlayan bir Anadolu seyahatine çıkar.  Seyahat dönüşünde istihbaratçıların kendisini ihbar edip tutuklanması endişesiyle İngiltere'ye gitme kararı verir.  Bunun üzerine yine Ebuzziya Mehmet Tevfik’in matbaasında tanıştığı The Times gazetesi muhabiri bir İngiliz’in yardımı ile 1894 yılı Mayıs ayı başında gemiyle İngiltere’ye gider.




İngiltere Hayatı


Halil Hâlid Bey çok kötü bir deniz yolculuğu sonunda İngiltere’ye varır.  İngilizcesinin yetersizliği nedeniyle çok zor günler geçiren Halil Hâlid Bey, Ebuzziya Mehmet Tevfik'in yazdığı tavsiye mektubu ile o sırada Londra'da bulunan Abdülhak Hamid’le yakınlık kurmuş ve Londra'da onun yardımları ile bir nebze rahat etmiştir.


Ailesine tahsis edilmiş olan toprakların geri verilmesi için Abdülhamid’e bir mektup yazar.  On beş gün sonra Londra’daki Osmanlı büyükelçisi Rüstem Paşa’ya mabeyinden gelen emir üzerine 1894 Ağustosunun başlarında Türkiye’ye geri döner. Abdülhamid aleyhine herhangi bir teşebbüste bulunmadığını ispat ettiği takdirde kendisine hiçbir zarar gelmeyeceği, ellerinden alınan toprakların da geri iade edileceğine Abdülhak Hamid’in de ısrarlarıyla ikna olan Halil Hâlid Beye Saray tarafından casusluk teklif edilir.  Bu dönemde kendisine verilen sözlerin tutulmayacağını düşünür ve Kasım 1894’te İngiltere'ye geri döner.


İngiltere’ye ikinci gidişinden sonra Selim Faris'in kurduğu Hürriyet gazetesinde bazı makalelerin tashihi ve gazetelerden kesilen parçaların tercümesini yapmak üzere çalışmaya başlar. Gazetede çalıştığı dönemde Osmanlı yöneticilerinden gizlice para da almaktadır.  Daha sonraki dönemlerde İngiliz gazetelerinde Osmanlı Devleti’ni yakından tanıtan yazılar yazmıştır.


1897 yılında Londra’daki Osmanlı elçiliğine konsolos yardımcısı olarak tayin edilir. Londra konsolos vekili sıfatıyla II. Abdülhamid'e Basra körfezi hakkında 23 Şubat 1313 (7 Mart 1898) tarihinde bir rapor sunar. Bu rapor Halil Hâlid Beyin siyasî meselelere olan vukufunu göstermesi ve İngiltere'nin bölge hakkındaki emellerini çok iyi tespit etmesi bakımından önemlidir.  Raporu hazırladıktan bir süre sonra Londra’daki Osmanlı sefir ve konsolosu aleyhine Türkçe bir risale neşretmesi üzerine görevinden alınır. 


Bu yıllarda Abdülhak Hamid vesilesiyle tanıştığı E. J. Wilkinson Gibb'in kaleme aldığı A History of Ottoman Poetry (Osmanlı Şiir Tarihi) eserine müellifin ölümünden sonra bir mukaddime yazmıştır. Thomas W. Arnold ile de yakın dostluk kuran Halil Hâlid Bey, onun The Preaching of Islam: A History of the Propation of the Muslim Faith isimli eserinin ikinci baskısına yardım etmiş ve sonra bu eseri İntişâr-ı İslâm Tarihi adıyla Türkçe olarak neşretmiştir.  Gibb vasıtasıyla tanıştığı E. G. Browne'ın yardımıyla Cambridge Üniversitesi Special Board of Indian Civil Service (Hindistan Memurîn Araştırmaları Dairesi)'de Türkçe hocalığına başlar (1902).


Cambridge Üniversitesi'nde ders veren ilk Türk hoca olan Halil Hâlid Bey, bu görevini daha sonra Foreign Service Students Comitte (Dış Hizmetler Okulu) ve Board of Oriental Studies (Şarkiyat Araştırmaları)'te sürdürür.
Ayrıca Cambridge’de bulunduğu dönem zarfınca (1902-1911) Royal Asiatic Society of Great Britain and İrland (İngiltere ve İrlanda Kraliyet Asya Derneği)’da üye olarak bulunmuştur. 1902 yılında Cambridge Pembroke College’de yüksek lisans (Master of Arts) unvanı almıştır. Yine bu yıllarda Halil Hâlid Bey siyasî hukuk eğitimi de almıştır. 


Londra’da bir cami yapılması için teşebbüse geçen Halil Hâlid İstanbul gazetelerinde kampanya başlatarak para toplamaya çalışır.
  1904’te on üç ay kadar devam eden Mısır ve Sudan seyahatine çıkar. Buralarda Londra’da yapılacak cami için yardım çalışmalarını sürdürür. 1905’te Cambridge Üniversitesi adına XIV. Şarkiyatçılar Kongresi’ne katılmak üzere Cezayir’e gider. 30 Eylül 1911 yılında Türkiye'ye dönmek için Cambridge Üniversitesi’ndeki görevinden ayrılır. 


Yurda Dönüş


İngiltere’den nihai dönüşünü yapan Halil Hâlid Bey, Nisan 1912'de İttihat ve Terakkî Fırkası Ankara mebusu olarak Meclis-i Meb’ûsan’a girer. Halil Hâlid bu mecliste Encümen-i Maarif reisliği yapmış ve Tedrîsât-ı İbtidâiyye Kânunu'nun çıkarılmasında önemli rol oynamıştır. Meclisin 4 Ağustos 1912'de feshi üzerine siyasî hayattan ayrılmıştır.


Haziran 1913'te teklif edilen Bombay başkonsolosluğu görevini kabul eden Halil Hâlid Bey, Hindistan’a gider.  Burada, İngiltere’de iken Hindistan Müslümanlarıyla temaslarda bulunmasının ve eserlerinin birçoğunun Urduca’ya tercüme edilmesinin avantajıyla verimli çalışmalar yapmıştır.  Mayıs 1914’te istifa edip İstanbul’a döndüğünde Hint Müslümanları yüzlerce mektup göndererek Halil Hâlid Beyin vazifesinde kalmasını istemişlerdir.


1922'de İstanbul Dârü'l-fünûnu Edebiyat Fakültesi’ne tayin edilen Halil Hâlid Bey, daha sonra İlâhiyat Fakültesi’nde Akvâm-ı İslâmiyye Etnografyası muallimi olarak görevine devam eder. Burada Müslüman milletlerin etnografyası, İslâm felsefesi, antropolojiye giriş gibi dersler okutur.  Ayrıca Mekteb-i Harbiye’de İngilizce dersleri verir. Ömrünün son dönemlerinde tekaüt yaşı geldiği söylenilerek Harbiye'deki derslerine son verilmiştir. Darü'l-fünûn’da da birtakım müşkülâta maruz kalmıştır. Müderrislik maaşı bir aileyi geçindiremiyor, hayatını terfih edecek başka bir şey de bulamıyor, yoksulluk çekiyordu. 


Halil Hâlid Bey, rahatsızlığı sebebiyle ölümünden birkaç ay önce doktorların sıcak iklim tavsiyesi üzerine Said Halim Paşa’nın oğlu ve kendisinin talebesi olan Halim Beyin yardımıyla Kahire'ye gitmiş fakat hastalığının artması üzerine İstanbul’a dönmüştür.  Son nefeslerini bir ömür boyunca yabancıların haksızlıklarından ve vataniyle İslâmiyet’in hariçte maruz kaldıkları haksız hücumlara karşı müdafaayı bir borç bildiği topraklara saklamış gibi, İstanbul'a gelişinin ertesi günü 29 Mart 1931'de vefat etmiştir.


Merkez Efendi Kabristanı’na defnedildiği 30 Mart 1931 günü, bütün Darü'l-fünûn şubeleri tatil edilmiştir. 


ESERLERİ


Halil Hâlid Bey, Avrupa’da Türkiye’yi en çok yanlış anlayan ve Osmanlı İmparatorluğu’nun meseleleriyle de yakın irtibatı bulunan ülkenin İngiltere olduğunu düşündüğü için eserlerini genelde İngiltere-Osmanlı ilişkileri doğrultusunda kaleme almıştır.


Batı’ya İslâm’ı anlatmak ve Batı’nın İslâm’a yaptığı saldırılara karşı koymak için çeşitli eserler kaleme alan Halil Hâlid Beyin eserleri:


Telif Eserleri:

1. The Diary of a Turk (Adam and Charles Black, London 1903):  Halil Hâlid, gençlik dönemiyle ilgili hatıralarını anlattığı bu kitabını E. J. Gibb’e ithaf etmiştir. Eserde, çeşitli Osmanlı adet ve geleneklerinin yanında devrin siyasî havası ve II.  Abdülhamid yönetiminin kısıtlamalarıyla ilgili anekdotlar da yer almaktadır. Halil Hâlid bu eserini “İngilizcede Osmanlılık âlemine dair tamamıyla Osmanlı nokta-i nazarından yazılmış ilk eser” şeklinde nitelendirmektedir.   Türkönki Mu’aşeret  ve Ek Türk kâ Raznamçe (Lahor 1906) adlarıyla Urducaya tercüme edilmiştir.


2. Study in English Turcophoia (London 1904) : Bu eserde İngiltere’de Türklük ve İslâmiyet aleyhinde propaganda yapan çeşitli gruplar incelenmiştir. Halil Hâlid’e göre Osmanlı Devleti’ndeki Hıristiyan tebaayı kendi gayeleri için kullanan Avrupalı güçlerin bu devleti hedef seçmelerinin nedeni, Türklerin İslâm’ın en sadık savunucuları olduğunu bilmeleri ve onları emperyalist emellerinin yayılmasında en büyük engel olarak görmeleridir. Osmanlılar en iyi idarecilere sahip olsalar bile Avrupa’da Türk düşmanlığının sona ermeyeceğini, yabancıların önyargılarının değişmeyeceğini, ancak asırlardır Avrupa’nın birleşik güçlerine karşı savaşan Türk milletinin mücadeleye devam etmesinin gereğini anlatır. Halil Hâlid bu eserini şu şekilde tanıtır:


“Mufassal bir eserdir. 1904 senesinde İngilizce hasımây-ı Siyasiyye-i Osmaniye’ye karşı yazılmıştır. Siyasiyyûn  mûmâ ileyhimin insaniyet ve medeniyet perdesi altındaki meslek-i sahtekerânelerini istihza ile tenkîd eder. İsim verilmeden İngiltere’de bir cemiyet tarafından (Londra’ daki Cemiyet-i İslâmiye)  ihda edilmiştir.”


Heybet-i Türkî (Kalküta 1905) adıyla Urducaya, La Turcopia des Impérialites Anglais (Bern 1919) adıyla Fransızcaya tercüme edilmiştir. Muhtemelen Türkçe olarak da basılan eserin Türkçe nüshalarına ulaşamamaktayız.


3. Cezayir Hâtıratından (Matbaa-i İctihad, Kahire 1906): Bu eserinde Halil Hâlid Bey 1905’te Cambridge Üniversitesi adına katıldığı Cezayir’deki XIV. Şarkiyatçılar Kongresi’ndeki intibalarını, Cezayir’in ve genel olarak Osmanlı Devleti’nin durumunu, hilâfet meselesi ve Türk-Arap ilişkileri konusundaki düşüncelerini ortaya koymaktadır. Kahire’de çıkan Türk Gazetesinde yayımlandıktan sonra Abdullah Cevdet’in teşvikiyle kitap haline getirilmiştir.


4. The Crescent Versus the Cross (London 1907) : Halil Hâlid’in Batı emperyalizmi konusundaki görüşlerini anlattığı en önemli eseridir. Eser Batılılara karşı İslâm dünyasını savunmak, Müslümanların Batı medeniyeti hakkındaki düşüncelerini ifade etmek ve bu medeniyeti eleştirmek amacıyla kaleme alınmıştır. Avrupa ve İslâm dünyasında büyük yankı uyandıran kitap hakkında altmıştan fazla gazete ve dergide yayım yapılmıştır.


5. Hilâl ve Salib Münâzaası (Matbaa-i Hindiye, Mısır 1325/1907): The Crescent Versus the Cross’un bazı değişikliklerle yayımlanmış Türkçe tercümesidir. Halil Hâlid eserin önsözünde, bu tercümenin yayınlanmasında İslâmi hamiyeti pek yüksek bir zâttan bahseder, fakat bu zâtın kim olduğunu açıklamaz. Eser Urduca, el- Hilâl ve’s-Salib adıyla Arapça, Hilâl ve Salib Kavgası (Bedir Yay., İstanbul, 1975) ve Hilâl ve Haç Çekişmesi (TDV., Ankara, 1997) adlarıyla sadeleştirilerek yayımlanmıştır.


6. Panİslâmische Gefahr (Berlin 1918) : Neue Rundschau mecmuasında Mart 1919 tarihli nüshasında başmakale olarak yayınlandıktan sonra risâle halinde basılmıştır. Eserde İslâm Dünyasının müdafaası yapılmaktadır.


7. Türk ve Arap (Matbaatü’l-Hitaye, el-Arap ve’t-Türk, Kahire, 1912): Türkçesi ve Arapçası birlikte yayımlanan eser, Halil Hâlid’in XX. yüzyılın başlarında Türk-Arap ilişkilerinde tartışılan Arapların Osmanlı Devleti’nden ayrılması, hilâfet ve Arap dili gibi konularla ilgili değerlendirmelerini ihtiva eder. M. Ertuğrul Düzdağ tarafından sadeleştirilen eser, müellifin hayatı ve çalışmaları hakkında bir giriş eklenerek Arapça ve Osmanlıca aslıyla birlikte Türk ve Arap (İstanbul, Selam Neşriyat, 1994) adıyla yayımlanmıştır.


8. Fusûl-i Mütenevvia I, İslâm ile Nasraniyetin Münâsebât-ı Asliyesi (Ahmed İhsan ve Şürekâsı, İstanbul 1326): II. Meşrutiyet’ten sonra Fusûl-i Mütenevvia genel başlığı altında dört risale yayımlayan müellif, bu ilk risalede Müslümanlarla Hıristiyanlar arasındaki ilişkilerin tarihi ve o günkü durumu üzerinde durmaktadır. Halil Hâlid’e göre Avrupalıların dünya hakimiyeti mücadelesinde karşılarına çıkan en önemli engel Müslümanlar ve Müslümanlık olduğundan Batı dünyası İslâm’ı ve Müslümanları hedef almıştır.


9. Fusûl-i Mütenevvia II, Türkler ile İngilizlerin İlk Teması (Ahmed İhsan ve Şürekâsı, İstanbul, 1326): Eserde bu temasın Yıldırım Bayezit devrindeki Haçlı seferleri sırasında meydana geldiği anlatılmaktadır. Kitap, İngilizlerin Osmanlılara karşı olan geleneksel düşmanlığını ortaya koyması bakımından önemlidir.


10. Fusûl-i Mütenevvia III, Rodos Fethinde Sultan Süleyman’ın Tedâbir-i Siyâsiyyesi (İstanbul 1326) : Bu risalede bir taraftan Kanûnî Sultan Süleyman’ın siyasî ve askerî dehası anlatılmakta, diğer taraftan Rodos seferinin Avrupa ve özellikle İngiliz kaynaklarındaki akisleri dolayısıyla Osmanlı-İngiliz münasebetlerinin bir başka yönüne dikkat çekilmektedir.


11. Fusul-i Mütenevvia IV, Şehzâde Cem Vak’asında Mes’ele-i Hamiyet (Matbaa-i Hayriye, İstanbul, 1327): Halil Hâlid bu küçük eserde Şehzâde Cem olayı hakkında Batı kaynaklarına dayalı bilgiler verirken Osmanlı-Avrupa münasebetleri meselesini de ele almaktadır. Müellifin, L. Thuasne’nin Cem Sultan meselesi hakkında en önemli kaynak olan Djem Sultan étude sur la qestion d’orient a la fin du XV siéle (Paris 1892) adlı eserinden ilk defa bahsetmiş olması önemlidir.


12. Bazı Berlin Makâlâtı (Berlin, 1918) : Müellifin sosyoloji ve eğitim konularına dair makalelerinden meydana gelen bir risaledir.


13. The British Labour and the Orient (St. Stamempfli, Bern, 1919): Halil Hâlid bu eserinde, I. Dünya Savaşı’ndan sonra İşçi Partisi’nin kurulması ile İngiltere’de politik durumun değişebileceğini ve işçilerin iktidara gelmesiyle İngiliz idaresi altındaki kolonilerin daha iyi şartlara ve sonunda bağımsızlığa kavuşabileceklerini söyler.


14. Türk Hâkimiyeti ve İngiliz Cihangirliği (Yeni Matbaa, İstanbul, 1341/1922): On makaleden oluşan eserin ilk altı makalesinde Türk-İngiliz ilişkilerine temas etmekte, bu ilişkilerin tarihi seyri ve İngilizlerin emperyalist emelleri üzerinde durulmaktadır. Diğer makalelerde Türk-Hint Müslümanları arasındaki münasebetler, Türk-Mısır ilişkileri ve Türklerle Arapların birbirinden ayılması konusu işlenmektedir.


15. Die Sklavenei Unter Der Islam voelkern und Ihre Europaeischen (Pass, Berlin, 1917).


16. A Catalogue of the Prented Muslim Boks in the Cambridge University Library: Halil Hâlid’in bu eseri yayımlanmamıştır.


TERCÜMELERİ

1. İntişâr-ı İslâm Tarihi (Yeni Matbaa, Sebilürreşad Kitaphanesi, İstanbul, 1343): Halil Hâlid bu eseri Thomas W. Arnold’dan tercüme etmiştir.



2. Her Günkü Hayatın İktisadiyâtı  (Vatan Matbaası, İstanbul, 1926): Henry Penson’dan tercüme edilmiştir.


3. Mübtedîler için Tacirliğin Mebâdîisi (İstanbul, 1926): M. Clark’tan yapılan bu tercüme İTO tarafından neşredilmiştir.


4. Maişetimizi İstihsal Hergünkü İktisadiyâta İbtidai Bir Medhal (Cumhuriyet Matbaası, İstanbul, 1341): Fynes Philkyngton’dan tercüme edilmiştir.


Meşrutiyet’ten önce yurtdışında bulunduğu dönemlerde de İttihat ve Terakkî’nin yayın organlarından olan ve Avrupa’da yayın yapan “Meşveret” ve Osmanlı ile Mısır’da yayın yapan Türk gazetelerinde yazılar yazmıştır. Bu yazılarının bazılarında “İstibdatta istimâli ferâiz-i ihtiyattan” şeklinde müstear isim kullanmıştır. 


Halil Hâlid Bey, ayrıca The Times başta olmak üzere pek çok yabancı gazete ve dergiye de İslâm’a yapılan saldırılara cevap vermek için mektuplar göndermiştir. 


 
Türkçe, İngilizce, Almanca eserler kaleme alan Halil Hâlid Bey; bunların yanında Urduca, Arapça, Farsça ve Fransızca da bilmektedir.


HALİL HÂLİD BEYİN DÜŞÜNCE SİSTEMİ

Halil Halid Bey, bir Müslüman Türk olduğunun her an ve her yerde şuurunda olan bir şahsiyettir. Abdülhak Şinasi, onun bu özelliğiyle ilgili Halil Hâlid Beyin daima yabancıların haksızlıklarından ve aşağılamalarından, vatanının ve İslâmiyet’in hariçte maruz kaldıkları haksız hücumlardan nefret ettiğini, esasen kaale alınabilecek bütün eserlerinin de bu yolda birtakım müdafaanameler olduğunu söylemektedir. 


Kendisi de “Hilâl ve Salib Münazaası” isimli eserinin İngilizce baskısının önsözünde kitabı yazma amacını şu şekilde ifade etmektedir:


“Bu sayfaları yazmaktaki amacım, ilk planda Müslüman Doğu’nun davasını savunmak, ikinci planda da Batı Medeniyeti hakkındaki bazı düşünceleri Müslüman bakış açısından ortaya koymaktır.” 


Aslında Halil Hâlid Beyin tüm çalışmalarını bu cümle en iyi şekilde anlatmaktadır. O eserlerinin büyük çoğunluğunu bu hedef doğrultusunda kaleme almıştır. Bunun sebebini şöyle ifade eder:


“Sınıf-ı ilmiyeden kadim bir aileye mensup olduğum için terbiye-i evveliyem pek dindarâne idi. Sınıf-ı ilmiyeye merbutiyeti bırakıp da Devlet-i Osmaniye’nin mekâtib-i âliyesinden birisine girdiğim zaman ise ekser gençlerimizde olduğu gibi benim fikrimde dahi Avrupa’ya ait olan her şeyi i'zâm ile takdir etmek i'tiyadı husûl bulmuş idi. Fakat İngiltere’de on dört senelik ikâmetim ve Avrupa’nın bilâd-ı muhtelifesinde defaatle seyahatim ve Cambridge Daru’l-Fünûnu’ndaki mevkiim neticesi olarak anladım ki, Avrupay-ı Nasranî’nin ulviyet-i medeniyeti hakkındaki zehâb-ı ibtidaiyem pek yanlış imiş.”


Ailesinden aldığı dinî eğitimden sonra Mekteb-i Hukuk’ta eğitim aldığı sıralarda dönemin gençlerinde görüldüğü gibi Avrupa’yı her şeyiyle yüceltme alışkanlığında olan Halil Halid Bey, Avrupa’da bulunduğu yıllarda Müslüman Doğu ile Hıristiyan Batı arasındaki farkı en iyi şekilde gözlemleme fırsatı bulmuş ve durumun ilk zamanlarda düşündüğü gibi olmadığını anlamıştır. Bundan böyle eserlerini, önceden kendisinin de içinde bulunduğu Avrupa’ya ait her şeyi  büyük görme alışkanlığına sahip olanlara, Avrupa’nın içyüzünü Müslüman bakış açısıyla sunmak ve Batılılara karşı Müslüman Doğu’nun davasını savunmak için kaleme almaya başlamıştır.  Bu hedef doğrultusunda ele aldığı yazılarında kullandığı üslup da dikkat çekicidir.


Halil Hâlid Bey, Hilâl ve Salib Münazaası adlı eserini temelde Avrupa medeniyetinin aleyhine yazmış olmasından ve Avrupa medeniyetini yüceltmenin bizde pek çok kimsenin hissiyâtını zehirlemiş bir frengi illeti olmasından dolayı, eserin okunması sonrasında vukû bulacak tenkitlerin bazılarının sert olacağını söylemektedir. Aynı zamanda Halil Hâlid kendisine bu sert eleştirileri yöneltecek kişilerin en az kendisi kadar tecrübeye sahip olması şartını ileri sürmektedir.  Bunun yanısıra Avrupa medeniyetini tenkit ederken ortaya koyduğu metodun daima iftira ve kaba hakaretlerle karakterize olan düşmanların benimsediği metottan tamamen farklı, metotları ve kurumları tenkit eden ve hiç kimseyi karalamayan bir metot olduğunu belirtmektedir.  Bu metot çerçevesinde Batı’nın İslâm’a saldırıda bulunduğu bir konuyu şu şekilde ele almaktadır: İlk olarak konunun Batı’da ele alınış biçimi ve bu konu hakkındaki uygulamaları açıklamakta, daha sonra da İslâm’daki uygulamanın sebep ve sonuçlarını serdederek İslâm’daki uygulamanın üstünlüğünü anlatmaktadır. Burada kendi metoduyla, tenkit ettiği Batı düşünürleri arasındaki metot farklılığını açık bir şekilde gözönüne sermiştir.


Halil Hâlid Beyin özellikleri yıllarca yazılarının yayınlandığı Sırat-ı Müstakim gazetesinde şu şekilde anlatılmaktadır:


“Bizim Avrupa’ya karşı vaziyetimiz ateşe karşı vaziyetimiz gibi olmalıdır. İcap eden harareti almalıyız, lâkin içine girmemeliyiz. İşte bu hakikatin asrımızdaki en büyük müdafii Halil Hâlid Beyefendi’dir. Lisanıyla, kalemiyle, bütün mevcudiyetiyle bu gayeye hedef ittihaz eylemiştir. ” 


Batı’nın saldırısından korunmak için, Müslümanların kendilerine uygun ne kadar çare varsa bu çareleri aramayı ihmal etmemeleri gerektiğini
söyleyen Halil Hâlid Bey bu çarelerden birini “boykot” olduğunu açıklar.