Kurşunlulu bir Evlâd-ı Fâtihân…
Mustafa Abdülhalik Renda
Kadir Çimen
Rendazade Mahmut Arslan Efendi, en büyük oğlu Mustafa Abdülhalik’i İstanbul’a Mülkiye Mektebi giriş sınavına gönderirken,“Mektebe girecek ve iyi okuyacaksın. Bundan hiç şüphem yok. Her şeyinden eminim, çok iyi hareket edeceksin. Bu hususlarda sana tavsiye edecek, hiçbir şeyim yok. Yalnız dinine dikkat et ve onu muhafaza et (1).” Diyerek uğurlamasının ardından fırtınalı 24 yıl geçmişti.
Mülkiye Mektebi öğrencisiyken.
Cumhuriyet’in ilanından sonra, 31 Aralık 1923 Pazartesi günü Başbakan İsmet İnönü acilen odasına çağırmıştı. Cumhuriyetin ilk Maliye Bakanı Hasan Fehmi Ataç sadece sadece iki ay sürdürebildiği görevinden istifa etmişti. Başbakan, Maliye Bakanlığı'nı ona teklif etti. Üç saat süren ısrara rağmen kabul etmeyince, nihayetinde Gazi Paşa’nın müdahalesiyle “Ömrümdeki en büyük imtihan budur.” diyerek görevi mecburen kabul etmişti(2). Renda o önemli günü günlüğüne şu şekilde kaydeder; "İsmet Paşa sabah erkenden çağırdı. Maliye Bakanının istifasından bahisle bana Maliye Bakanlığı'nı teklif etti. Maliyenin mesleğimin dahilinde olmadığından bahisle kabulde mazur olduğumu, muvaffak olma itimalimin olmadığını defalarca söyledim. Üç saat münakaşa ettik. Gazi Paşa müdahale etti. Bir an önce kabul etmem gerektiğini söyledi. Çok muzdaribim. Âdeta hasta oldum. Bütçe müzakeresi başladığı bir zamanda Maliye Bakanlığı'na geçmek ve muvaffak olmak çok çetin bir iştir. Ömrümdeki en büyük imtihan budur. İş içinden nasıl kurtulmalı bilmiyorum. Allah utandırmasın, âmin". Devletin tamtakır olan hazinesi, 2 Ocak 1924 günü kırk üç yaşındaki Mustafa Abdülhalik (Renda) Bey’e teslim edilmişti. Öncelikli görevi yapılacak pek çok yatırıma kaynak yaratmak, denk bütçe oluşturmak ve ödemeler dengesini sağlamaktı. Bakanlığının ilk aylarında işleri biraz düzene koyduktan sonra, Temmuz 1923’ten bu yana milletvekili olduğu, seçim bölgesi Ilgaz (Koçhisar) tarafına kısa bir ziyarette bulunacaktı. Yeni devletin 71 ilinden biri olan Çankırı’nın milletvekiliydi. Çok merak ettiği ata yurduna da ilk kez adım atacaktı…
16 Haziran 1924 Pazartesi günü akşamüzeri eşi Saadet Hanım’la Çankırı’ya vardı. Hükümete ve belediye dairesine ziyarete giden Renda, hoş geldin için gelenlerle sohbet esnasında, “Türk Ocakları şehrimize hayırlı olsun. Vakit çok geç oldu, öbür gelişime Ocağa konferansa geleceğim.” demesi üzerine Türk Ocağı Başkanı Veteriner Tahsin Nahid Bey, “Sayın Bakanım mutlaka bekleriz. Yılsonuna kadar tamamen bitecektir. Sarı bina konferans ve tiyatro salonu ile çok güzel olacak.” dedi. Sohbet sonrasında geceyi geçirmek üzere, milletvekili Mehmet Rıfat (Ünür) Bey’in evine geçtiler. Kahveler içilirken Mehmet Rıfat Bey:
- Sayın Bakanım yarın ki programınız nedir?
- İki gün sürecek ilçe gezilerim olacaktır. Bu sürede Saadet Hanım’ı eşinize emanet ediyorum. Araç da burada kalır, hep beraber atlarla gideriz.
- Aman Efendim! At sırtında o kadar yol, çok yorucu olur.
Mehmet Rıfat Bey’in şaşkınlığını gidermek için Saadet Hanım araya girmişti:
- Rıfat Bey, hiç telaş etmeyiniz. Evleneli 18 yıl oldu. Abdülhalik bey, rahatı hiç sevmez. Eline fırsat geçti ya, özlediği at sırtında sizi de yoracak. Siz onu Rodos, Tepedelen, Miçuva, Dilvine, Çamlık gibi şimdilerde elimizde olmayan topraklarda eşkıyanın peşinde at sürerken görseydiniz. Bazen aylarca yüzünü göremezdik. Ben alışkınım rica ediyorum. Lütfen üzülmeyin. Siz dönene kadar biz burada güzel, güzel vakit geçiririz.
Eşi Saadet Hanımla beraber.
- Saadet Hanım, duymaz olur muyum? Ben Kudüsü Şerif Maarif Müdürü iken, Sayın Bakanımın Halep’te ki ününü çok duymuştum.
Derin bir uykudan sonra, Ulu Cami’nin saba makamında okunan “essalat’ü hayr’ün minen nevm” mesajı herkesi ayağa kaldırmıştı. Ilgaz yoluna çıkmak pek uzun sürmedi. Korgun ve Kesecik köylerinde verilen molalar sonrasında öğle ezanı okunurken Ilgaz’a varmışlardı. Ilgazlılarla belediye meydanında sohbet ederken, yakınlarından üzerinde çocuk olan eşeği iple çeken yaşlı amca, Bakan Bey’in dikkatini çekti:
- Amca nereden gelirsin, bu çocuk neyin olur?
- Kayı köyünden gelirim Bey! Oğlum Sarıkamış’ta şehit düşmüştür. Aha! Bu çocukta ondan emanettir. Yetim kalmıştır, maaşını almaya geldiydik.
Bakan Bey birden kederlendi. Balkanlarda ilk kaymakamlık günleri zihninden film şeridi gibi geçti. Tepedelen’de şehit devlet görevlilerinin geride bıraktığı yetim ve dulların (eytam ve eramilin) aylıklarının zamanında ödenmesi için yaptığı mücadeleleri hatırladı. Amcaya dönerek:
- Her ay gelir misin, Kayı köyü buraya çok uzak değil mi?
- Öyle oğul! Eşekle 4-5 saat sürer. Köylerde ki dul, yetim ve emekliler ay da bir Koçhisar’a gelirler.
- Olmaz böyle şey! Meclise dönünce düzeltiriz. Sen torununa sahip çık. Hadi Allah yardımcın olsun.
Sohbet sonrası, Ilgaz Hükümet Konağı inşaatı gezildi. Tavanları yüksek, pencereleri büyüktü. Bakan Bey etrafındakilere "Kışın ısınması zor olacaktır. Ayrıca girişi nasıl düşünüyorsunuz?” deyince, Kaymakam Bey “Haklısınız efendim, bunu pek düşünemedik. Batı tarafımızda 30 km kadar mesafede yer alan Hacımuslu köyünden de köylülerin tesadüfen bulduğu iki tane aslan heykelini, kağnılarla getirtip konağın ana girişine yerleştirmeyi düşünüyoruz.” dedi. Bakan Bey “İyi düşünmüşsünüz, bu zor koşullarda hükümet binamız güzel olacak.” diyerek Kaymakamı motive etti. Milli Mücadele boyunca İstiklal Yolu'nda kağnılarla mühimmat taşıyan birkaç gazi kadını, ziyaret ettikten sonra akşam olmuştu. Gece Ilgaz’da geçirilecek, sabah erkenden Kurşunlu (Karacaviran) yoluna çıkılacaktı. Bu yüzden erkenden yatmaya geçildi. Lakin 1-2 saat geçmiş olmasına rağmen, Bakan Bey bir türlü uyuyamıyordu. Aklı fikri ailesinden duyduğu ve daha sonra da şahsi araştırmalarının doğruladığı gibi aile kökenlerinin Kurşunlu’ya dayanmasıydı. Balkanları Türk yurdu yapan atalarının, öz yurdu Kurşunlu 35 km kadar ötedeydi. Bu sebepten bir türlü uyuyamıyordu. Bunları düşünürken birden yataktan fırladı. Koridora çıkarak nöbetçiye, “Ekibe haber ver, yarım saat sonra yola çıkıyoruz.” dedi. Gece yarısına doğru, ekip atlara atlayarak, batıya doğru yol almışlardı ki, daha Ömerli’ye varmadan, yağmur başlamıştı.
17 Haziran 1924 yağmurlu ve soğuk bir gecede sol taraflarında kalan Devrez Çayı’nın coşkulu sesi eşliğinde ilerliyorlardı. Sağ tarafları dümdüz arazi, sol taraf ise dimdik kayalıklar olmak üzere, bazen çakan şimşeklerin yansıdığı Devrez Çayı’nın kıyısından akıntının geldiği yöne doğru ilerliyorlardı. Devrez Çayı kıyısında sıkça rastladıkları su değirmenlerinde verilen bir kaç moladan sonra, mihmandar sağ tarafa giden yolu göstererek:
- Sayın Bakanım, bu yol Sivricek köyü’ne gider, Kurşunlu’ya çok az kaldı.
- Evet, hakkınızı helal edin. Sizi de bu havada yola çıkardım ya! Ne yapayım, ata yurt özlemi, bir türlü uyutmadı.
Gruptakiler Ilgaz’dan bu yana sık sık ata yurdu denilmesine bir türlü anlam verememişti. Merak ediyorlar, lakin bir türlü de soramıyorlardı.
İleride ki sırtı geçince, Kurşunlu'nun evleri çakan şimşeklerin ışığında gözükmeye başlamıştı.
Saat üç sularıydı. Belediye reisi Halil Bey’in evinin önünde durdular. Mihmandar seslendi:
- Reis bey, Halil Efendi… Aç kapıyı!
İdare lambalı genç avlu kapısını aralayarak:
- Buyurun Ağalar hayırdır?
- Tanrı misafiridir. Ankara’dan bakanımız, mebusumuz, hükümet büyüklerimiz geldi.
Kapılar ardına kadar açılıvermişti. Misafirler acelece konağa alındı. Kapıyı açan genç, atları ahıra çekmiş bakımlarına başlamıştı bile...
Kurşunlu Belediye reisi Halil Efendi (Kadızâde), kurt bir devlet adamıydı. Bu zamana kadar, bu saatte hiçbir devlet adamı, habersiz kapısını çalmamıştı. Şaşkınlıktan misafirlerine doğru düzgün hoş geldiniz bile diyememişti. Bunu fark eden Bakan Bey, Reis'in omuzuna dokunarak:
- Hemşerim nasılsın! Ata topraklarında işler nasıl gidiyor?
Bakanın bu davranışı, Halil Reisi biraz rahatlatmıştı. Lakin ata toprağı sözüne anlam verememiş tedirgin bir şekilde cevap verdi:
- Çok şükür Bakanım, seçim bölgeniz seçmenleriniz iyidir.
Mustafa Abdülhalik Bey, Belediye reisinin ve ekibinin merakını gidermek için, artık Kurşunlu’ya niye ata yurdu dediğini anlatmanın vaktinin geldiğini sezmişti.
- Reis Bey, ata yurduna olan hasretim yüzünden Ilgaz’da gözüme uyku girmedi. Bu saatte evinize misafir olmamız da bu sebeptendir. Yol boyunca da ata yurdu deyip durdum. Arkadaşları da iyice meraklandırdım. Şimdi seni de şaşkın görürüm.
Mehmet Rıfat Bey:
- Sayın Bakanım, vallahi beni de bir merak saldı. Anlatında merakımız geçsin. Yoksa bizi burada da uyutmayacaksınız. (Gülüştüler)
Yer sofrası kurulmuş, ocağın külünde ısıtılan bazlama, bıldırdan kalan çiçek balı, tereyağ, kaymak ve sıcacık süt çoktan sofrada yerlerini almıştı. Hane halkı, Çankırı misafirperverliğini özenle gösteriyordu. Bakan Bey’in tahta kaşığa hamlesiyle yemek başlamıştı.
- Arkadaşlar, Benim Çankırı milletvekili olmam elbette tesadüf değildir. Kökenim Karacaviranlı (Kurşunlu), Rendecioğullarından sipahi kurt İsmail Beşe’ye dayanıyor. İsmail Beşe atam, askerliğini Budin’de yapmış. Askerde önemli görevler üstlenmiş. Yanya’nın fethi ile aile tımar olarak Yanya’da iskân edilmiş. Aile zamanla askeri sınıfından ulema sınıfına tabi olmuştur. Ailede okur, yazar çoktur. Aslında askerlik mesleğini çok istememe rağmen, amcamın oğlu Ömer Abdülkadir’in “Her birimiz ayrı mesleklere girersek aile için daha faydalı olur.” diyerek beni ikna etmesiyle, birazda istemeden de olsa İstanbul’da Mülkiye'de okudum. Öğretmenlik, memurluk, kaymakamlık, valilik gibi görevler ve sürgün hayatı derken, takdiri ilahi Çankırı Milletvekili olmak nasip oldu. Şimdi de karşınızda Maliye Bakanı olarak duruyorum.
TBMM III. Dönem altta sağdan 3. sırada oturmaktadır.
Ev sahibi Halil Bey ve diğerleri şaşırmıştı. Herkes, Çankırı’dan milletvekili olması demek ki boşuna değilmiş diye düşünürken, Bakan Bey anlatmaya devam ediyordu:
- Yanya’da 1881 yılında doğmuşum. Mahalle mektebi, iptidai mektep, rüştiye ve idadiyenin bir kısmını Yanya’da okudum. İstanbul’da Mülkiye İdadisi, Yüksek tahsili Mülkiye’de 1903 yılında bitirdim. Rodos’ta öğretmenlik, pek çok yerde kaymakamlık derken, 1912’de Ergiri mutasarrıfı iken görevden alındıktan sonra oraları kaybettik. Ailem ve yüzbinlerce Evlâd-ı Fâtihân Anadolu’ya dönüş yaptı. Siirt Kaymakamlığı, Bitlis ve Halep Valilikleri, mütareke günleri derken koca devlet elimizden sabun gibi kaydı gitti. Malta’ya sürgünlükten sonra 1921’da yurda, akabinde memurluk günlerine döndüm. Müsteşarlıklar, Konya Valiliği, düşman denize dökülürken İzmir Valiliği, İstiklal Harbi derken Çankırı Milletvekilliği ve Maliye Bakanlığı. İşte böyle Halil Reis! Şimdi de sen konuş bakalım nahiyenin nüfusu kaçtır?
- Sayın Bakanım, iki bin sekiz yüz kadar olup savaştan dönenlerin bir kısmı sakattır. Geriye kalanlar ise pek çoğu dul ve yetim olmak üzere, çocuk ve kadındır.
Söylenen sayı Bakan Beye, Malta günlerini hatırlatmıştı. Malta’da sürgünken, daima takdir ettiği Talat Paşa’nın Almanya’da ensesinden bir Ermeni kurşunuyla kalleşçe vurulduğunu ve milli mücadelenin başlangıç yıllarında ki olayları ancak uzaktan takip etmek zorunda kalarak, adeta kahrolduğu "kırım suçundan” yargılandığı zor günler adeta gözünde canladı. Şöyle bir daldı ama çabuk toparlanmıştı:
- Memleketin genel durumu hep bu haldedir. Lakin elbirliği ile her şeyin üstesinden geleceğiz. Bak, Sevr’i yırtıp attık. Devleti de kurduk. Artık kalkınma, eğitim, ekonomiyi düzeltme zamanı. Bugün pazardı diye duydum ahali, esnaf nasıldı?
- Yokluk ve cehalet Sayın Bakanım. Bir de başımızda Eğri Ahmet eşkıyası var. Devleti meşgul eder durur.
- Savaştan yeni çıktık. Memleketin umumi manzarası buradan farklı değil. Ömrüm Balkanlarda, güneydoğuda eşkıya peşinde geçti. Devlet otoritesini hissettirmezse, düzeni sağlamazsa böyle başıbozuklar hep peydah olur. Ya gelip devlete itaat edecek, ya da cezasını çekecektir. Güvenlik güçleri peşindedir, zaten sıkışmıştır, yakında haberi gelir. Sen Karacaviran için ne istersin, onları düşün. İşe eğitimden başlayalım. Okumak isteyen çocukları tespit et. Gerekirse Ankara’ya yanıma gönder. Eğitim düzelirse, gerisi düzelir. Haydi arkadaşlar! Hane halkını da uykusuz bıraktık. Artık yatalım, yarın yapacak çok işimiz var…
Kurşunlu Hükümet binası: 1926 yılında Mustafa Abdülhalik Bey'in talimatlarıyla yapılmıştır. Çizim: Mimar, Fikret Ünsal (3).
Ertesi sabah Karacaviran’da halkla görüşüldü. Vatandaşın ekseriyeti hükümet binası yapılmasını istiyordu. Heyet, Pazar Camisine doğru ilerliyordu. Bakan Bey, "Yerini belirlediniz mi?" diye sorunca, Halil Bey sağ tarafı göstererek:
- Sayın Bakanım, işte buraya düşünüyoruz.
- Yeri de güzelmiş. Camiye de yakın olmuş. Bakalım belki İdare-i Hususiye’den (Özel İdare) bir yardım alabiliriz. Siz hazırlığınıza başlayın.
Öğlen olmuştu, Pazar Camiinden çıkarken Mehmet Rıfat Bey:
- Sayın Bakanım, dikkatinizi de çekmiştir. Her ne kadar resmi kayıtlarda Kangırı olarak geçse de, ahali Çankırı demektedir. Buna da bir çare bulmak lazımdır.
- Mehmet Rıfat Bey, çok doğru dersiniz! Ahmet Talat Bey bu işi halledecekti. Yusuf Ziya Bey’e de söyleyin. Meclisten geçirip durumu hep beraber düzeltelim.
Bu ziyaret, Mustafa Abdülhalik (Renda) Bey’in Kurşunlu’ya ilk gelişiydi. Sonraki yıllarda sıkça uğrayacaktı. Başkent'e döner dönmez, emekli, dul ve yetimlerin ekseriyetinin köylerde yaşadığını ve bunların aylıklarını almak için her ay kasabalara gitmek zorunda kaldıklarını öne sürerek; aylıkların üç ayda bir peşin ödenmesini meclisten geçirtti. Bu uygulama yakın zamana kadar da uygulanmıştır. Takip eden aylarda ise Kangırı ismi üç milletvekilinin teklifi ile değiştirilerek, halkın telaffuz ettiği gibi resmiyette de Çankırı olmuştur. Günlüğünde belirttiği üzere 15 Ekim 1925 Perşembe günü bir hafta süren Çankırı ziyaretine çıktı. Bu ziyaret esnasında da 19 Ekim 1925 tarihinde Türk Ocağı’nı, Tiyatro Binası’nı ve Aygır Deposu’nu Rıfat Beyle birlikte ziyaret etmiştir. Kurşunlu Nahiyesi Hükümet Binası ise, 1926 yılında hükümetçe yaptırılmıştır(4). Kurşunlu ve Çankırı’nın pek çok köyünden zeki öğrenciler seçilerek, Bakan beyin himayesinde değişik şehirlere tahsile gönderilmiştir. Bu gençlerden birisi de, TBMM başkanı iken Kurşunlu’dan İstanbul’a okuması için gönderdiği Kazım Alpay’dır (5).
İlk sivil Savunma Bakanı (1927-1930) olarak 1930 senesinde Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak'la beraber, YAŞ toplantısında.
Yukarıda kurgulanan olaylar örgüsünün baş kahramanı Renda, Osmanlı’nın son yirmi yılında devletin pek çok önemli görevinde yer almıştır. Ermeni tehcirinde bulunmuş, Malta’da idamdan dönmüştür. Maliye Bakanı olarak devletin ilk bastırdığı bozkurtlu banknotlar da imzası vardır.
1. emisyon 5 TL. Banknotun ön yüzünde Ankara Kalesi, Meclis binası ve bozkurtun altında da Mustafa Abdülhalik yazısı bulunmaktadır.
Ziraat Bankası Genel Müdürlüğü, Savunma Bakanlığı yapmış ve Doğu Raporu’nun mimarı olan Renda’nın bu zamana kadar bile kimsenin ulaşamadığı 12 yıl süren TBMM Başkanlığı bulunmaktadır. Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün vefatında bir gün Cumhurbaşkanlığı yapan Mustafa Abdülhalik (Renda), Devlet Bakanlığı görevi ile siyasi hayatına son vermiştir.
19 Mayıs 1938 - Cumhurbaşkanı Atatürk, Yugoslavya Harbiye Nazırı ve Başbakan Celal Bayar'la beraber.
Mustafa Abdülhalik Renda’yı hatıratı, günlükleri ve hakkında kısıtlı da olsa yazılmış birkaç kaynağı incelerken, asker bir şahsiyet değil, sivil Mülkiyeli bir devlet adamının gözünden Osmanlı’nın son çeyrek yılına ve yeni devletin çok partili hayata geçiş dönemine kadar pek çok olaya şahit olduk. Hatıralarında, İmparatorluğun yıkılışı ve yeni devletin kuruluşu sürecinde yaşanan, günümüz devlet adamlarına ibretlik dersler çıkaracak olaylar yer almaktadır. İsmet İnönü’nün “Devlet hizmetinde yetişenlerimize pek kıymetli bir örnek” sözleriyle övdüğü Abdülhalik Renda’nın hayatını incelerken; devlet - millet ilişkisi, asayiş, ekonomik hamleler, kıtlık, savaş, sürgün, idamlar gibi pek çok olayı adeta yaşıyorsunuz. Ülkemize ve Çankırı’ya büyük hizmetlerde bulunmuş bu büyük devlet adamını tanımamızı sağlayan hatırat ve günlüklerini yayına hazırlayan Aytaç Demirci ile Sabri Sayarı’ya, iki eseri Türk yayın hayatına kazandıran Yapı Kredi Yayınlarına, Çankırı Postası olarak ne kadar teşekkür etsek azdır. Bu büyük devlet adamının günlükleri ve hatıratı esas alınarak hazırlayacağımız yazılarla, rahmetlinin değişik yönlerini ve Türk insanının geçirdiği zor ve meşakkatli yılları ele alarak siz değerli okurlarımızla beraber olmaya devam edeceğiz.
İzmir valisi iken, Atatürk, Fevzi Çakmak ve Kazım Karabekir ile Zübeyda Hanım'ın mezarını ziyaret ederken.
Mustafa Abdülhalik Renda Kimdir?
Yanya eşrafından Rendazade Mahmut Arslan Efendi ile Nafia Hanım’ın ilk çocukları olan Mustafa Abdülhalik Renda 11 Aralık 1881’de Yanya’nın Şemseddin Mahallesi’nde dünyaya geldi. Erkek kardeşleri Abdülkerim, Abdüllatif ve Abdülferit Beyler, kız kardeşleri Hayriye, Sıdıka ve Neyyire Hanımlardır. 1907 yılında, Yanyalı Fevzi Bey ve Feride Hanım’ın kızları Saadet Hanım ile evlenmiş, bu evlilikten kızları Nerime ve Nezihe dünyaya gelmiştir. Yanya’daki mahalle mektebi, Feyziye Mektebi ve idadîde okuduktan sonra İstanbul’daki Mülkiye İdadîsine devam etmiş, 1903’te Mülkiye’nin yüksek kısmından mezun olmuştur. Aynı yıl Ziraat Bankası’nda memuriyete başlamış, 1903-1905 yılları arasında Rodos İdadîsinde öğretmenlik yapmış, memuriyet stajını 1905-1907 yıllarında Yanya’da tamamlamıştır. 1907 ilâ 1912 yıllarında Tepedelen, Maçova, Pogon ve Delvine kaymakamlıklarında bulunmuş, 1913-1914 yılları arasında Siirt mutasarrıfı, 1914-1915 yıllarında Bitlis valisi, 1915-1917 yılları ile Ekim-Kasım 1918’de Halep valisi olarak görev yapmıştır. İstiklal Savaşı sırasında, Mart-Eylül 1922’de Konya valiliğini üstlenmiştir. 7 Eylül 1922’de Kurtuluş ordularının ilerlediği İzmir’e vali atanmış ve Çankırı milletvekili seçilmiştir. Temmuz 1924-1925 ve 1926-1927 yıllarında Maliye bakanlığında bulunmuş, 1926 yılında Ziraat Bankası’nın genel müdürlüğünü üstlenmiş, 1927 ilâ 1930 yıllarında Millî Müdafaa (Savunma) bakanlığında bulunduktan sonra 1930 yılında yeniden Maliye bakanlığına getirilmiştir. 1934’e kadar süren bu görevinde 1931 yılında Merkez Bankası’nın kuruluşuna nezaret etmiştir. 1935 yılında TBMM’nin 4. Başkanı olarak seçilen Renda, Atatürk'ün ölümü üzerine bir gün için cumhurbaşkanı vekili olmuştur. 1946 yılına kadar Meclis başkanlığını 12 yıl sürdürmüştür. TBMM başkanlığından sonra Hasan Saka kabinesinde Devlet Bakanlığına getirilmiş, 1948'de ise görevden ayrılmış ve 1950 seçimlerinde aktif siyasetten tamamen çekildi. 1 Ekim 1957 tarihinde İstanbul Erenköy'deki evinde akşam vakti vefat etti. İki gün sonra öğlen vakti cenazesi, top arabasına konularak, askeri törenle Haydarpaşa Garı'na getirilmiş ve Ankara trenine teslim edilmiştir. Cenazesi Cebeci Asri Mezarlığı'nda toprağa verilmiştir.
Düşmanın denize döküldüğü günlerde 1922 yılında İzmir Valisi iken.
Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin dördüncü Başkanı Mustafa Abdülhalik Renda'nın mezarı, 2006 yılında yeniden andezit taşı yenilerek, çevre düzenlenmesi yapılmıştır. Meclis Başkanlığı'na seçiliş günü olan 1 Mart'ta açılan aile mezarlığı ziyaretçilerini beklemektedir. Başkentte bulunan Cebeci Asri Mezarlığına uğradığınız da, bir dönem biri Başbakan, diğeri Meclis Başkanı; uzunca bir süre de beraber bakanlık görevlerinde bulunmuş iki Çankırılının mezarını aynı anda ziyaret edebilirsiniz. Mezarlığa her uğrayışımda, kabirlerini ziyareti ihmal etmediğim, Dr. Refik Saydam’a ve Mustafa Abdülhalik Renda'ya sonsuz minnettarlıkla,
Ruhları şad, mekanları cennet olsun!..
Cebeci Asri Mezarlığında bulunan aile kabristanı.
Kaynaklar:
- Aytaç Demirci - Sabri Sayarı, “Mustafa Abdülhalik Renda, Günlükler 1920-1950” 1. baskı: İstanbul, Ekim 2019, YKY, S.37
- Aytaç Demirci - Sabri Sayarı, “Mustafa Abdülhalik Renda, Günlükler 1920-1950” 1. baskı: İstanbul, Ekim 2019, YKY, S.8
- Fikret Ünsal, Çizgilerde ve görüntülerde yaşayan Kurşunlu, Yıl 2003, S. 49.
- Kurşunlu Nahiyesi Hükümet Binası ilerliyen yıllarda adliye, ortaokul, kütüphane, özel idare olarak kullanılmış ve otuz yıl kadar önce yıkılmıştır. Günümüzde ise doğal ürünler pazarı bulunmaktadır. (Kaynak: Mimar, Fikret Ünsal)
- Bir dönem Kurşunlu Belediye başkanlığı görevinde de bulunmuş olan oğlu, Sayın Kenan Alpay’ın aktarmasıdır.
Not:
- Bu yazı hazırlanırken Aytaç Demirci ve Sabri Sayarı’nın yayına hazırladığı ve Yapı Kredi Yayınlarından çıkan Mustafa Abdülhalik Renda’nın günlükleri ve hatıratı adlı eserlerden yararlanılmıştır.
- Fotoğraflar Aytaç Demirci - Sabri Sayarı "Mustafa Abdülhalik Renda, Hatırat, Albüm, 2. Baskı, Mart 2019, Yapı Kredi Yayınları.
- Evlâd-ı Fâtihân tabiri genel olarak Rumeli’nin fethi sırasında Anadolu’dan göç ettirilip bu bölgeye iskân edilen Türkleri ifade eder. Osmanlı döneminde ise bu adlandırma, özel bir teşkilât altına alınmış olan Türkmen veya Yörük grupları için XVII. yüzyıl sonlarında kullanılmaya başlanmıştır. (TDV İslam Ansiklopedisi, Evlâd-ı Fâtihân maddesi)