Yıl 1810, Çankırı’da 1 Köy, 4 İlçe ve 5 Resim
Resimli İran Sefaretnamesi'nde Çankırı
Avrupalı devletlerin hızlı bir sanayileşme yarışına girmesi, hammadde ve pazar bulma arayışları ve bunun yanında iki ülkenin içinde bulunduğu siyasi ve ekonomik konjonktür, küresel güçlerin dikkatini bu iki ülkenin sahip olduğu geniş topraklara, doğal limanlara, ticaret yollarına; kısacası tüm yeraltı ve yerüstü zenginliklerine yöneltmişti. Osmanlı ve İran’ın yanı başında beliren en büyük tehdit ise artık bu iki ülke topraklarını kendi sınırlarına katma konusunda hiçbir çekincesi olmadığını her fırsatta ispat eden Rusya İmparatorluğu idi(1).
Nitekim 1804 Haziran Ayında İran, 1806 yılının Kasım ayında da Osmanlı Devleti, Ruslarla savaşa girmek zorunda kaldı. Aynı dinin iki zıt görüşünü benimsemiş olmanın yarattığı tarihsel husumet, Osmanlı ve İran’ı uzun soluklu çatışmalara sürüklerken, artık kapıya dayanan ortak bir düşmanın bulunuyor olması, ülke yararına uygun gerçekçi politikaların takip edilmesini zorunlu hale getirmişti. İran, Rusya'ya karşı Fransa ve İngiltere ile yapacağı anlaşmalar için Osmanlı Devleti'nden destek için anlaşma yapmak istiyordu. Bu nedenle İstanbul'a Asker Han adında bir elçi göndermişti. Rusya'ya karşı Osmanlılarla işbirliğine önem veren Şah, bir süre sonra da iki devlet arasında dostluk ve iyi ilişkiler sağlanması ve bunların sürdürülmesi için Hoy Müftüsü Hacı İbrahim Efendiyi İstanbul'a gönderdi. Elçi Osmanlı Padişahı'na, Fethiali Şah'ın ve Veliaht Şehzade Abbas Mirza'nın mektubu ile hediyelerini getirmişti. II. Mahmut'da buna karşılık hem İran'la yaşanan doğu vilayetleriyle ilgili bazı sorunları çözmek, hem de iki devlet arasında bir dostluk sağlamak üzere Yasincizade AbdüIvahab Efendi'yi büyükelçi olarak atadı(2).
Osmanlı Devleti, tek yanlı diplomasi yöntemini uygulamayı öteki devletlere kıyasla üstünlüğünün başlıca göstergesi olarak kabul etmiş; kendisinden güçsüz olan devletler nezdinde sürekli olarak temsil edilmeyi küçüklük olarak görmüştü(3). Ancak, Devlet artık eski gücünde değildi ve sürekli kan kaybediyordu. 18. Yüzyılın sonlarına doğru önemli Avrupa devletlerinin başkentlerinde daimi ikamet elçilikleri açılmaya başlamıştı. 1793 tarihinde Osmanlı devletinin ilk daimi ikamet elçisi olarak, İngiltere Krallığının başkenti Londra'ya Yusuf Agâh Efendi tayin edilmişti. Başlangıçtan itibaren genellikle seyfiye (askeri sınıf) ve kalemiye (Bürokrasi Sınıfı) erbabı elçi olarak çeşitli yerlere gönderilmekle birlikte ilmiye sınıfı (Din, yargı ve öğretim işleriyle uğraşan devlet görevlileri sınıfı) mensuplarının da ülkesine göre elçi olarak görevlendirildiği bilinmektedir. Özellikle İran, Özbekistan gibi Müslüman ülkelere ilmiye mensupları gönderilmiştir. Müslüman ülkelere giden elçilerin gittikleri yerlerde çok çeşitli dini sorulara muhatap olmaları bunun başlıca sebebi olabilir. Bu gelenek XIX. yüzyılda da devam etmiştir. Osman Şakir Efendi’nin “Büyük alimlerden ve üst düzey kadılardan faziletli” faziletli bir şahsiyet diye övgülerle bahsettiği, Büyükelçi Yasincizade Seyyid Abdülvehhab Efendi’de bu özellikleri fazlasıyla taşıması sebebiyle İran’a büyükelçi olarak atanmıştı. Büyükelçi Yasincizade AbdüIvahab Efendi'nin yanına da Farsça tercümanı olarak Bozoklu Osman Şakir Efendi görevlendirilmişti. Şakir Efendi, aynı zamanda Sefaretnameyi kaleme alacaktı. Sefaretnameler, elçilerin ya da yanlarında bulunanların gittikleri yerlerde gördükleri olayları, yaptıkları diplomatik görüşmeleri, gezip gördükleri yerlerin idari, sosyal, askeri, ilmi ve kültürel hayatları hakkında birtakım önemli bilgileri toplayarak padişaha veya sadrazama bildirmek amacıyla yazdıkları eserlerdir.
Osman Şakir Efendi'nin Musavver Sefaretname-i İran adlı eserinde Karacaviran kasabası hakkında kaleme aldıkları.
Osman Şakir Efendi bu göreve getirilmesinden dolayı çok memnun olmuştu. Nitekim Sefaretnamede kalbinin sevinçle dolduğunu söyler. İran'a elçi olarak gönderilen Seyit Abdülvahap Efendi'nin, Farsça Tercümanı olan Bozok'lu Osman Şakir Efendi tarafından yazılan sefaretnamenin ilk üç sayfası diğer sefaretnamelerde olduğu gibi dua ile başlamaktadır. Şakir Efendi sefaretnamede kendisini, Arapça ve Farsça, kaligrafi, şiir, edebiyat gibi bilimlerin her çeşidinin eğitimini almış; ayrıca biraz astronomi, geometri, coğrafya okumuş ve tüm bunların yazma, betimleme ve resimlemesinde usta birisi olarak anlatmıştır. Ayrıca burada sefaretnamenin özelliklerini de belirtmektedir. Buna göre kendisi, Üsküdar'dan İran'a giderken uğranılan her yerin anlatıldığını, betimlendiğini, o yerle ilgili olarak duyduklarına, söylencelere ve ilginç olaylara sefaretnamede yer verildiğini, belde ve kentlerin resimlerinin yapıldığını anlatır. Ayrıca bu eserde tarih ve coğrafya konuların yanında güzel yazı ve anlatıma da önem verdiğini aktarmıştır. Şakir Efendi, okuyanların dünya hakkında peşin fikirlerden uzak, objektif değerlendirmeler yapmaları için sefaretnameyi yazmaya özen gösterdiğini söylese de bu gibi eserlerde yazılanlara şüphe ile bakmanın ilmin bir gereği olduğunu hatırlatarak eseri tanımaya başlayalım…
Resimli İran Sefaretnamesi, elçilik kafilesinin yaya olarak gittiği Üsküdar’ın resmi ile başlar. Mübarek Ramazan ayının 25’in de (24 Ekim 1810) yol için gerekli eşyalar tedarik edilip, atlara yüklendikten sonra sabahtan hareket edilerek Kartal’a doğru hareket edilir. Kartal’da bir gece kaldıktan sonra sabahtan yağmurlu bir havada, Gebze’ye doğru hareket ederler. Sefaretnamede “Önceden haber verilmesine rağmen, Gebze ayanı olan Semerci Bayraktarın -anlayışsız ve haydut bir eşek idi- konaklama yeri ayırmaması sebebiyle harap bir evde konakladık” diye o günü kaleme alan Osman Şakir Efendi, o gece çok eziyet çektiklerini anlatır. Çok kızdığı anlaşılan Gebze Ayanı için yazdığı beyit şu şekildedir:
"Bizim sıska eşeklerimiz var,
Her gece semer yiyorlar."
Ertesi gün yola çıkarlar, Hereke Hanında biraz moladan sonra İznik’e varırlar. Şehir Kethüdasının evinde iki gün kaldıktan sonra gittikleri Sapanca’da da bir gece kalırlar. Kafile, sabah seher vakti hareket ederek birçok yol tepe aştıktan sonra, Sakarya ırmağı üzerindeki ikinci Beyazıt tarafından yaptırılan köprüyü seyretmiş ve daha sonra da Sakarya ırmağı kenarından, Geyve tarafına hareket etmiştir. Sakarya ırmağının kaynağının, Çifteler Köyünün Bakırkırı mevkii olduğunu söyler. Nehir, Kapulu Köyü (Ankara ili Beypazarı ilçesi Kırbaşı beldesine ait Sakarya nehri kıyısında köy) ile Saray Köyü (Ankara ili Beypazarı ilçesine bağlı köy) ve Asi Mihaliç yakınında Tuzaklı (Söğüt ilçesine bağlı bir köy) semtine akar. Söğüt civarından, Lefke’nin (Bilecik’in ilçesi Osmaneli) arkasından, Geyve’nin önünden ve Sapanca Gölü’nün birkaç saat öte mesafesinden ve Adapazarı yanından akıp Kefken denilen yerde denize kavuşur. Kafile Sapanca’dan hareket ederek birkaç saat sonra Geyve’ye gelmiştir. Geyve’de konuk olduktan sonra Taraklı’ya doğru yola çıkarlar. Taraklı’dan, Tübreli’ye (Bolu iline bağlı Göynük ilçesi) altı saat süren bir yolcuktan sonra varılır ve burada konaklanır. Kafile buradan kır atlara binerek dağ, ova ve vadileri seyrederek sekiz saat sonra Mudurnu denilen büyük bir köye varırlar. Buradan da dağ, ova ve vadi aşarak karla karışık yağmurdan ıslanarak, üşümüş bir halde Bolu’ya varırlar. Şakir Efendi Bolu’yu, Ahmet Paşa’nın yaptırdığı saat kulesiyle birlikte resmeder. Ertesi gün Ramazan Bayramı olduğundan tepeler ve ağaçlar seyredilerek Cağa Gölü (Bolu ili Yeniçağa ilçesinin yanında bulunan Kuzey Anadolu fay hattının oluşturduğu tektonik göl) civarındaki Köroğlu Çeşmesi (1903’de Bolu’ya gelen seyyah Richard Leonhard’ın fotoğrafını çektiği çeşme günümüzde yoktur) denilen yerde mola verirler. Buradan iki kol halinde on iki saat gittikten sonra Gerede’ye varırlar. Gece konakladıkları yerde havanın çok soğuk olması sebebiyle, ısınamadan geceyi geçirirler. Gerede’nin kışının Erzurum’a benzediğinden bahsedilir. Gerede’den atlara binilerek ormanlık alandan dokuz saatte Bayındır (*) denilen köye gelirler.
Resim 1: Osmanlı devri 1685 yılında nahiye statüsündeki Bayındır, günümüzde Çankırı ilinin Çerkeş ilçesine bağlı bir köydür.
Osman Şakir Efendi Çankırı Topraklarına giriyor...
Gerede’den rüzgar gibi hızlı giden atlara binilip Bayındır (Resim 1) tarafına yola çıkılır. Atların üzengisine basılarak, konaklanacak Bayındır’a varmak için acele edilir. Birçok çıplak dağlardan ve ağaçlı vadilerden geçilerek dokuz saatte Bayındır’a varılır. Misafirler için hazırlanan han benzeri yerlere ve kahvehaneye uğranılır. Bayındır köyünün binalarının tahtadan yapılmış olduğundan ve gece iyi dinlenemediklerinden bahsedilir.
“Oradan da sabah erkenden asi atlara binip Çerkeş (Resim 2) yönüne hareket ettik. Biraz at sürerek biraz da yürüyerek Çerkeş’e geldik. Her ne kadar Çerkeş küçük bir kasaba da olsa cennet gibi yeşillik ve çiçekli bir bahçedir. Öyle ki, yağı ve balı gibi tatlı, cennet benzeri bir kasabadır. Halkı da konuksever ve gurbetçinin derdine çare arayan insanlardır. Orada bir iki saat dinlenip istirahat ettik. Çerkeş’in resmini bu şekilde çizdikten sonra dönüp süratle yolumuza devam ettik” diye Çerkeş’e gelişini ve kasaba hakkında düşüncelerini dile getirmiştir.
Resim 2: Çankırı'ya bağlı Çerkeş ilçesi ilin en batısında bulunmaktadır.
Resim 3: Çankırı iline bağlı Atkaracalar ilçesi.
Çerkeşliyi misafirperver ve yardımsever iyi insanlar olarak; Çerkeş’i de anlatırken kullandığı sözlerden burayı çok beğendiğini anlıyoruz. Çerkeş’ten dokuz saat sonra ise Karacalar (Resim 3) Köyüne (**) varılarak buranın misafirhanesinde kaldıklarından bahseder.
“Oradan da seher vakti uyanınca heybetli al atlara binip Karacaviran (***) denilen kasabada konaklama yeri olduğundan, oraya vararak istirahat için biraz kaldık. Adı geçen kasaba epeyce hoş, çarşı ve pazarı oldukça güzel olup halkının da gariplerin ve edepli kimselerin dostu insanlar olduğu anlaşılmaktadır. Bunu ayrıca anlatmaya gerek yoktur” diye Kurşunlu’ya gelişini ve yöre insanı hakkındaki izlenimlerini kaleme almıştır.
Atkaracalar’dan seher vakti, Karacaviran menzilhanesine doğru yola çıkan kafile, heybetli atlarla Kurşunlu’ya varır. Osman Şakir Efendi, Sefaretname de anlattığı üzere, kasabayı oldukça hoş, çarşı-pazarı güzel bulur. Kurşunlu (Resim 4) insanının da terbiyeli ve iyi insanlar olduğundan bahseder. Kurşunlu tarihi için çok önemli 1810 yılına ait şimdilik bilinen tek resmi çizer. Eserde ki notundan resmin acele ile çizildiği söylemesine rağmen o döneme ait bilgiler sunmaktadır. Resmin eski demirci esnafının olduğu dükkanların arkasından, Kale yamaçlarından çizildiği anlaşılmaktadır. Çizimde göze batan en önemli husus, kubbeli Pazar Camii (****) olup, yol genişletme sırasında yıkıldığı bilinen yanında ki kubbesiz müştemilatıyla -son cemaat yeri- beraber resimde yer almaktadır. Ayrıca Kurşunlu’nun ortasından gürül gürül akan Mandı deresinin(*****), 1950’ler de ıslah edilmeden önceki haliyle gözükmesi resme ayrı bir değer katmaktadır. Günümüzde suyu yok denecek kadar azalan derenin üstü kapalı vaziyettedir.
Resim 4: 1810 yılında İran elçilik heyetinin uğradığı ve Osman Şakir Efendi'nin, halkını "Gariplerin ve edepli kimselerin dostu"
diye tarif ettiği Kurşunlu ilçesi.
“Ondan sonra Kurşunlu’dan insanı neşelendiren atlara binerek süratle Koçhisar (******) tarafına hareket ettik. Kafile, kâh eşkin, kâh yavaş, bazen yumuşak, bazen de hızlı gidiyorduk. Mesafenin uzaklığını düşünerek ‘Çıkmaz koyundan ol kuzucuk Koçhisarlıdır’ mısraını andık. On iki saatlik mesafe geçildikten sonra Koçhisar’a girmek nasip oldu. Orada da birer ev sahibine misafir olarak o gece orada istirahat edip dinlendik” diye Ilgaz’a geliş öyküsünü dile getirmiştir.
O gece Ilgaz’da (Resim 5) kalan kafile rahat etmiş ve Koçhisar'ın resmi de bu şekilde yapılmıştı. Kafile sabah güneşi doğunca atlara binerek hareket etmiş ve Devrez Çayı kenarından yol alarak dokuz saat sonra Tosya (Resim 6) civarındaki bağlara varmıştır. Buradan hareket edecekleri sırada Şehir Kethüdası gelerek onları karşılamış ve hep birlikte kente gelerek elçi Şehir Ayanı'nın konağına, Şakir Efendi'de Gemalmaz İbrahim Ağa'nın evine misafir edilmişlerdir. Şakir Efendi o gece orada kaldıklarını ve rahat ettiklerini, kenttin resminin de böyle yapıldığını anlatır. Şakir Efendi, Tosya'yı anlatırken kentin doğu ve kuzey tarafında duvar gibi kayalar olduğunu söyler. Ayrıca Tosya'nın ilginç ikliminden söz eder. Tosya konumundan dolayı poyraz tarafının havası serttir. Ancak öğle güneşi olduğundan kentin içi gayet sıcaktır. Bura halkı mert ve yiğit karakterli, sevecen, cömert ve misafirperver insanlardır. Şakir Efendi buradan çok memnun ayrıldıklarını söyler ve yağız atlara binerek Tosya’dan ayrılırlar.
Resim 5: Ilgaz ilçesi Çankırı'nın ilçelerinden olup, eski adı Koçhisar'dır.
Resim 6: Tosya ilçesi Kastamonu iline bağlı olup 1926 yılında ilçe olmuştur.
Devrez nehri kenarından su gibi akarak, dağ ve ova seyredilerek Hacı Hamza tarafına doğru gidilir. Devrez nehri çok yararlı bir sudur. Nitekim Tosya tarafında tarımı yapılan pirinç orada üretilir ve bundan birçok insan yararlanır. Nice kimselere faydası ve yine birçok fakire ziyadesiyle yararı dokunmaktadır. Tosya'dan hareketlerinden on saat sonra Hacı Hamza'ya gelinmiştir. Burası "bir dizdar karargâhı imiş ve Tosya'dan Osmancık'a kadar on sekiz saatlik mesafede başka konaklanacak yer yokmuş. Hacı Hamza Kızılırmak kenarında, su içinde 70-80 evli bir köydür. Kafile o gece orada kalmış ve rahat etmiştir. Daha sonra Kızılırmak nehri ve köprü seyredilip, yaptırana dualar edildikten sonra Osmancık' a gelinerek misafirhaneye gidilmiştir. Şakir Efendi Osmancık' ı anlatırken buranın eski devirlerden kalma kesme taşlardan yapılmış bir kalesi olduğundan söz eder. Kafile Osmancık’ta iki gece kalarak dinlenmiştir. Daha sonra atlara binilerek buradan hareket edilmiştir.
Kafile atlarla Dingil Hüseyin Derbendi denilen yere gelerek dinlenmiş ve kahve içmiştir. Daha sonra Merzifon'a doğru hareket edilmiş ve on altı saat sonra Merzifon' a gelinerek gece kalınmıştır. Şakir Efendi Merzifon'u çok beğenmiştir. Ona göre buranın halkı misafirperver, kenti bağlı bahçeli, toprağı misk-i amber kokulu, ağaçlan meyveli, yiyeceği, içeceği, suyu bol, değeri eşsiz, bülbül bahçeleri işveli ve gönül okşayıcı, güllük ve gülistanlık, sevinç vericidir.
Sefaretnamede Üsküdar'dan Merzifon'a kadar uğranılan, mola verilen ve kalınan köy, kasaba ve kentler anlatılmıştır. Buradan sonra gidilen yerlerin anlatımı Sefaretnamede yoktur. Sadece resimleri yapılmıştır. Yani sefaretnamede yer alan otuz bir resimden Üsküdar' dan Merzifon' a kadar olan on dört yer anlatılmıştır. Merzifon' dan sonra Türkiye'de Amasya, İran'da Zengan, Siyalhan, Ebher, Kaz vin, Kışlak ve Tahran hakkında bilgi yoktur, sadece resimleri yapılmıştır
Sonuç
Çankırı coğrafyasında Bayındır köyü ve Çerkeş, Atkaracalar, Kurşunlu, Ilgaz gibi ilçelerin 1810 yılı çizimlerinin yer aldığı bu eser il tarihi ve kültürü açısından önemli işaretler vermektedir. Aynı güzergahı daha önce Jacques Gassot ve Jean Chesneau gibi gezginler de kullanmış olmasına rağmen bu eserin yeri çok farklıdır. Sefaretname genel hatları ile diğer Osmanlı sefaretnamelerine benzemesine rağmen diğerlerinden ayıran en önemli özelliği resimli olmasıdır. Osman Şakir Efendi aynı zamanda ressam olduğundan batılı gezginlere benzer bir şekilde uğradıkları yerleri hem anlatmış hem de resimlemiştir. Resimlerinde insan ve hayvan gibi canlı çizimleri malum gerekçelerle kullanılmamıştır. Çizimler sulu boya tekniği ile yapılmış olup, özelliklerini taşımasına rağmen minyatür değildir. Gelenekten kopmadan batılı anlamda resmetmeye çalışılmış olup, çizimlerde perspektif yani bir ölçüde derinlik taşımaktadır. Minyatür ve resim arası çizimlerdir.
Sefaretnameler Osmanlı döneminde, bir dış merkeze elçi olarak atanan kişinin, döneminin siyaset ve diplomasisine ve bu arada da sefirlik görevinde bulunduğu şehrin ve ülkenin güncel hayatına ilişkin izlenim ve görüşlerini kitap şeklinde bir araya getirdiği eserdir. Bu eserde Osmanlı devleti sınırları dışında ki şehirler hakkında hiçbir bilgi verilmemiş olup, sadece resimleri bulunmaktadır. Musavver Sefaretname-i İran’ı yazmaya başladığında “yol boyunca gördüğüm ve duyduğum incelikleri ve olayları yalansız araştırıp yazacağını” özellikle vurgulamasına rağmen, her seyahatname de veya hatıratta olduğu gibi Osman Şakir Efendi’nin de duygularını esere kattığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Bu seyahatin gerekçesi olan Osmanlı-İran ilişkilerine gelirsek, iki devlet arasında ittifak kurma girişimleri olumsuzlukla sonuçlanmıştır. 1811 yılının Rebiülahir ayı ortalarında İran'a varan heyet görüşmelerine başlamıştı. Netice itibariyle Osmanlı Devleti'nin İran ile Rusya'ya karşı ittifak kurma girişimlerinden sonuç alınamamış olup, maalesef Rusya söz konusu coğrafyada hakim bir güç haline gelmeye başlamıştır.
Musavver Sefaretname-i İran’ı Türk düşünce hayatına tıpkıbasım ve günümüz Türkçesi ile kazandıran ve bu makalenin hazırlanması için eserde yer alan varakların kullanılmasına izin veren Türkiye Yazma Eserler Kurumu’na, şahsım ve Çankırı Postası adına teşekkür ederim.
Keyifli okumalar dileğiyle, sağlıkla kalın!
(*) Bayındır: Osmanlı devri 1685 yılında nahiye statüsündeki Bayındır, günümüzde Çankırı ilinin Çerkeş ilçesine bağlı bir köydür.
(**) Karacalar: Günümüzdeki ismi Atkaracalar’dır. 1987 yılında Kurşunlu’dan ayrılarak ilçe olmuştur.
(***) Karacaviran: Günümüzdeki adı ve eski Türk yerleşkesi zamanındaki ilk adı da Kurşunlu’dur. 17. Yüzyıldan itibaren Karacaviran olarak kayıtlarda yer almıştır. Kısa bir dönem Karacaören olarak da anılmıştır. 1944 yılından itibaren ilçe olmuştur.
(****) Pazar Camii: Çankırı Kültür Envanterinde Pazar Camii olarak kayıtlı cami 15. Yüzyılda, minare ve kitabesine göre de 1717 yılında inşa edilmiştir. 1943 yılında yıkılan son cemaat yerinin üzerinden yol geçirildiğinden yeniden onarılmıştır. Bazı kaynaklarda Camii Kebir olarak da anılmaktadır.
(*****) Mandı Deresi: Kurşunlu merkezinin ortasından geniş bir yataktan akmakta olan dere zamanla Mandı bölgesinden bir kısmının Beşpınar köyünün altından akıtılması ile derenin suyu azaltılmış ve 1950’lerde ise ıslah edilerek dere yatağının geniş bir bölümü imara açılmıştır. Zamanla kurumaya yüz tutan Mandı deresinin üstü 2018 yılında kapatılmıştır.
(******) Koçhisar: Osmanlı Devleti döneminde Koçhisar-ı Bala veya Koçhisar olarak bilinen nahiyenin ismi 1918 yılında coğrafi isim olarak Ilgaz olarak değiştirilmiştir. 23 Ekim 1920 tarihinde ilçe yapılmıştır.
Önemli Not: Bu makale Musavver Sefaretname-i İran (Resimli İran Sefaretnamesi) isimli Osman Şakir Efendi’nin yazdığı eserin tanıtımı amacıyla Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı’n dan izin alınarak hazırlanmıştır. Kurumun 19 Ocak 2022 tarihli yazılı izni ile görseller kullanılmıştır. Telif hakları yasası gereği varakların izinsiz kullanılması suç teşkil etmektedir.
Kaynaklar:
- Rusya-İran (Kaçar) İlişkileri Adına Dehşet Verici Bir Hadise: Rusya’nın Tahran Başkonsolosluğu Baskını ve Büyükelçi Aleksandr Griboedov ve Maiyetinin Katledilmesi Belleten Dergisi, 11 Şubat 1829, Yıl 2018, Cilt 82, Sayı 294.
- Elçi, M. Seyid Abdülvahab Efendi, Yazar, Sefaret Tercümanı Bozoklu Osman Şakir Efendi Musavver İran Sefaretnamesi Prof. Dr. Cahit BİLİM.
- C. Hurewitz, “Otoman Diplomacy and the European State System”, The Middle East Journal, Vol.15, No.2, Spring 1961, s.146. (Resimli İran Sefaretnamesi, Osman Şakir Efendi, Hazırlayan Güray Önal, Giriş bölümü)
Musavver Sefaretname-i İran isimli kitabın tanıtım bilgisi: II. Mahmud döneminde iki ülke arasındaki dostluğu geliştirmek için İran’a sefir olarak tayin edilen müderris, kadı ve şeyhülislam Yasincizade Abdülvehhab Efendi’nin maiyyetinde mütercim olarak görevlendirilen ilmiyyeden Bozoklu Osman Şakir Efendi, kafilenin hareket noktası olan Üsküdar’dan başlayarak yol güzergahını resimlemiştir. “Musavver Sefâretnâme-i İran” olarak adlandırılan eserde Osman Şakir Efendi; Üsküdar’dan Kartal, Gebze, Hereke Hanı, İzmit, Sapanca, Geyve, Taraklı, Göynük, Mudurnu, Bolu, Köroğlu Çeşmesi, Gerede, Bayındır, Çerkeş, Karacalar, Karacaviran, Koçhisar, Tosya, Hacıhamza, Sarmaşıkkaya, Osmancık, Dingil Hüseyin Derbendi ve Merzifon’a kadar olan yerleri hem resimlemiş hem anlatmış; Amasya’dan Zengan, Siyahdehan, Ebher, Kazvin, Kışlak ve Tahran’a kadar olan yerlerin ise sadece resimlerini çizmiştir. Eserin metin kısmı Güray Önal tarafından notlandırılarak hazırlanmış, Ali Emiri Tarih 822’de kayıtlı ve elde bilinen tek nüsha olan müellif nüshasının tıpkıbasımı yapılmıştır.