Yazarımız Ali Çankırılı’ya okulların açılışı münasebetiyle anne, babaları ve eğitimcileri ilgilendiren sorular sorduk; ilginizi çekecek ve ezber bozacak cevaplar aldık. Röportajımız sırasında; yazarımız Kanal D Televizyonu 4 Kadın Zamanı programından aranarak canlı yayın daveti aldı. Daveti kabul eden Çankırılı, ebeveynlere tavsiyelerini okulların açıldığı şu günlerde; Kanal D ekranlarında18 Eylül 2018 Salı günü (yarın) sabah kuşağında 4 Kadın Zamanında anlatmaya hazırlanıyor. Şimdi sizleri satış rekorları kıran kitapları ile soyadı gibi Çankırılı olan Ali Çankırılı röportajı ile baş başa bırakıyorum.
- Okula yeni başlayan bazı çocukların okuldan korktukları, okula gitmek istemedikleri görülüyor. Okul korkusunun sizce sebebi nedir?
Anneye bağımlı, her ihtiyacı anne tarafından karşılanan çocuklar okulda yalnız kalmak istemezler, annelerinin eteğinden tutar, “Anne gitme” derler. Çünkü anne gittiğinde kendisini yalnız ve korumasız hissedecektir. Yine ailede başarısız bir ağabey veya abla varsa, anne babadan devamlı eleştiri alıyor, azar işitiyorsa, ben de okula başlayınca böyle başarısız olur azar işitirim diye düşünebilir ve okula gitmek istemez. Bazı anneler yaramaz çocuğuna; “Okula başlayınca uslanırsın,” der çocuk da “okula gidince beni uslandıracaklar” diye korku geliştirebilir. İlköğretim çağına gelen bir çocukta, aileden aldığı eğitimin şekline ve kalitesine bağlı olarak “ya bağımlı ya bağımsız, ya güvenli ya güvensiz, ya sorumlu ya da sorumsuz” olmak üzere üç kişilik özelliği kazanmış olur. Okul çocuğumuza yeni bilgiler kazandırır, ancak yeni bir kişilik kazandıramaz.
- Bir makalenizde okul binaları ile askeri kışla binalarının aynı biçimde yapıldığını, okul binalarının etrafı yeşil alan olduğu halde okul bahçesinin betonla ya da asfaltla kaplandığını söylüyor, eleştiriyorsunuz. Son saat zili çaldığında çocuklar üzülerek değil sevinerek okuldan çıkıyorlar, diyorsunuz. Sizce çocukların okulu sevmesi için bir okul binası ve çevresi nasıl olmalıdır?
Çocuk Resimlerinin Dili isimli kitabımın kapağında “Çocuklar gördüklerini değil düşündüklerini çizerler” diyorum. İlköğretim çocuklarına bir okul binası çizin dediğimizde, istisnasız bütün çocuklar tek katlı bir okul binası, önünde sıraya girmiş öğrenciler, göndere çekilmiş bir Türk bayrağı ve bir Atatürk büstü çiziyorlar. Bu bir kışla görüntüsüdür. Cumhuriyetin ilk yıllarında okul binalarını ve kışla binalarını aynı müteahhitler yaptığı için binalar birbirine benzemektedir. Burada çocukça ve çocuğun ilgisini çekecek bir şey yok. Okul binalarına dikkat edin, çevresi ağaçlıklı ve yeşil olduğu halde okul bahçesi betonla veya asfaltla kaplıdır. Okul binalarını kışla görüntüsünden kurtarmamız gerekiyor. Türkiye’de bir özel okula seminer için davet edilmiştim. Okulun büyük bir bahçesi vardı. Girişin iki yanında çimenler, çiçekler ve bodur ağaçlar vardı. Her ağaçta ve çiçekte bir etiket vardı. Etikette o ağacı ve çiçeği diken öğrencinin adı yazılıydı. Yan bahçede salıncaklar ve kaydıraklar vardı. Arka bahçesinde barınaklarda her çeşit evcil hayvan vardı. Her öğrenciye bir hafta süreyle bir hayvanın bakımını üstlenme görevi veriliyormuş. Bir anne anlatmıştı. İkinci sınıfa giden kızına bir tavşana bakma sorumluluğu verilmiş. Çocuk, sabah heyecanla kahvaltısına oturmuş, “Haydi anne biraz acele et, tavşanım acıkmıştır, gidip onu doyurmam gerekiyor,” diyormuş.
- 4+4+4 yeni sisteme göre çocuğun okula başlama yaşı öne alınarak 66 aylık yani 5,5 yaşındaki bir çocuğun okula başlayabileceğine karar verilmektedir. Sizce 5,5 yaşındaki bir çocuk okula başlamaya hazır mıdır?
Daha ilköğretim çağındaki öğrencilere tam gün eğitim verecek okul sayısına ulaşamadığımız halde Avrupa Birliği Uyum Yasaları çerçevesinde mecburi eğitimin 12 yıla çıkarılması sorunları bir değil iki kat daha artırmıştır.
Çocuğun okula başlama yaşı tartışılırken hep takvim yaşı üzerinden görüş bildirilmektedir. Çocuğun fiziksel ve zihinsel gelişiminde etkili olan üç faktör daha vardır:
- Biyolojik yaş: Ana rahmindeki gelişme, annenin ruhsal ve fiziksel sağlık durumu ve beslenme şekli ve soya çekim biyolojik yaşı belirlemektedir.
- Zekâ yaşı: IQ ile ifade edilen akademik zekâya şimdi EQ ile ifade edilen duygusal zekâ da eklendi.
- Okulöncesinde ailede verilen eğitim: İlgisiz bir ailede sorumluluk bilinci, bağımsız bir kişilik ve özgüven kazandırılamamış bir çocuk okula uyum sağlamakta zorlanacaktır.
Bize göre bir çocuğun ilkokula başlamaya hazır olup olmadığı tartışılırken takvim yaşının yanında bu üç faktörün de mutlaka hesaba katılması gerekir.
- Kitaplarınızda çocukların sosyalleşmesinde anaokulunun önemli olduğunu söylüyorsunuz. Neden önemli olduğunu biraz açar mısınız?
Büyük şehirlerimizde artık anne baba ve tek çocuktan oluşan çekirdek aileler çoğunluktadır. Tek çocuk ailede her isteği yerine getirildiği ve davranışlarına sınır konmadığı için paylaşmayı, kurallara uymayı, sırasını beklemeyi, sabretmeyi öğrenemez. Anaokuluna başladığı zaman tek başına olmadığını, aynı sınıfı, aynı oyuncakları, aynı öğretmeni paylaşmak zorunda olduğunu başka çocuklarla birlikte hareket etmek ve kurallara uymak zorunda olduğunu yaşayarak öğrenir. Tek çocuk anaokuluna gitmek istemese ve ağlayarak tepki gösterse bile anne baba zaaf göstermemeli, okula uyum sağlayıncaya kadar sabretmelidir. Burada ilginç bir şey söyleyeceğim: Anne çocuğunu anaokuluna götürürken çocuğun duyduğu korku aslında annenin korkusudur. Çocuğun her ihtiyacını yerine getirip kendine bağımlı hale getiren anneler, “Acaba çoğuma burada iyi bakılacak mı, çocuğum okula alışabilecek mi” diye düşünür ve korkar. Çocuk, “Annem korkuyor, öyle ise ben burada güvende olmayacağım,” diye düşünür ve okula gitmek istemez. Bazı anneler çocuğunu anaokuluna kayıt ettirmeye getirdiğinde; “Benim çocuğuma kim yemeğini yedirecek, kim tuvalete götürecek,” diye soruyormuş. Geçenlerde bir anaokulu müdürünü ziyarete gittiğimde ilginç bir şey söyledi. Çocuk eve gidince annesine, “koşarken terledim, öğretmenim sırtıma kâğıt havlu koymadı,” demiş ve annesi ertesi gün gelip neden çocuğumla ilgilenmedin diye öğretmene sitem etmiş.
- Çocuklar genellikle ev ödevlerini severek yapmazlar. Çoğunlukla anne babanın zoruyla ödevlerini yaparlar. Siz yazılarınızda modern eğitimde ev ödevi olmadığını, ev ödevlerinin öğrenmeye bir katkısı olmadığını söylüyorsunuz. Bu görüşünüzü biraz açar mısınız?
Avrupa ülkelerinde ve Amerikan Eyaletlerinde tam gün eğitim yapıldığı için ev ödevine gerek duyulmaz. Evi okul gibi kullanmaya hakkımız yoktur, çocuk evinde çocukluğunu yaşamalıdır, diye düşünülür. İlköğretim öğrencileri içi kitaplarla ve etkinlik malzemeleriyle dolu bir çantayı sırtlarında taşımazlar. Okulda her öğrencinin bir dolabı vardır, kitaplar ve gerekli eğitim materyali bu dolaplarda saklanır.
“Biz de Batılı anlamda modern eğitim veriyoruz, neden onlarda ödev yok, bizde var,” diyeceksiniz. Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren ilkokul mecburi hale getirildi, ancak tam gün eğitim yapacak kadar yeterli okul binası yoktu. “Bir okulu nasıl iki okul gibi çalıştırırız” derken yarım gün formülü bulundu. Ancak yıllık planı yarım günde yetiştirmek mümkün olmadığı için ödevle aradaki açık kapatılmaya çalışıldı. Şimdi çoğu okullarımızda tam gün eğitim yapıldığı halde “ev ödevi alışkanlığı” devam ediyor. Size çok ilginç gelebilir, ev ödevini öğretmenlerden çok veliler istiyormuş. Öğretmene: “Neden ödev vermiyorsunuz, çocuk evde boş kalıyor,” diyorlarmış.
Modern eğitimde ev ödevi yerine sorumluluk kazanması için “sen şu konuda ansiklopedilerde veya internette araştırma yapacaksın, gelip sınıfta konuyu arkadaşlarına sunum yapacaksın” ya da “sen şu kitabı okuyacaksın, özetini çıkarıp sınıfın önünde anlatacaksın,” denir. Amerika’da İlköğretim üçüncü sınıfında bir sorumluluk projesine şahit olmuştum. Her öğrenciye bir tane çiğ yumurta verildi. “Üç gün boyunca bu yumurtayı kırmadan taşıyan öğrenciler ödüllendirilecektir,” dendi. Kırmadan nasıl taşıması gerektiği anlatılmadı. Her öğrenci kendisi kırmadan taşımanın bir yolunu bulması hedeflenmişti.
- Her anne baba çoğunun başarılı olmasını ister. Başarının sırrı nedir? Zekâ mıdır, çok çalışmak mıdır, planlı çalışmak mıdır?
Bu saydıklarınınız mutlaka başarıda payı var, ancak bundan daha önemlisi sorumluluk bilinci ve öz denetimdir. Eğer bir öğrenci anne babanın uyarmasına ve takip etmesine gerek kalmadan dersin başına oturuyor, sınavlara hazırlanıyor ise sorumluluk sahibi ve öz denetim kazanmış bir öğrenci demektir. Sorumluluk bilinci çocuk ayağa kalktığı ve sözden anladığı andan itibaren başlar. Her ihtiyacı anne tarafından karşılanan, “Sen yiyemezsin ben yedireyim, sen giyemezsin ben giydireyim, atlama düşersin, koşma terlersin” diye koruyup kollanan çocuk, yapabileceği şeyleri yapamaz durama gelir ki biz buna “öğretilmiş çaresizlik” diyoruz.
Çocuğu kendisine bağımlı hale getiren anneler, çocuk okula başladığı andan itibaren dersiyle de doğrudan ilgilenir. Çocuklarda düz mantık vardır. Hazıra alışan çocuk; “Demek dersimle ilgilenmek ve ödevimi yaptırmak da annemin görevi,” diye düşünür. Okuldan gelince anne baba hatırlatmadan dersin başına oturmaz, annenin uyarmasını bekler. Çocuk ödevini unutup yattığında, öğretmenine mahcup olmasın diye ödevini yapan anneler biliyoruz. Çocuk annesinin yaptığı ödevden aferin alınca sevinmez, çünkü kendi emeğinin karşılığı olan bir aferin değildir. Kuralımız şu: çocuk yardım istemedikçe anne baba dersine karışmayacak. Çünkü dersini çalışmak, ödevini yapmak öğrenci olarak çocuğun sorumluluğudur. Gerçi modern eğitimde ev ödevi yok dedik, ama bizim yok dememizle iş bitmiyor.
- “Çocuklarımız Mutsuz ve Başarısız Olmasın” isminde bir kitabınız var. Orada “başarılı ama mutsuz” çocuklardan bahsediyorsunuz. Başarılı çocuk nasıl mutsuz olur?
Mükemmeliyetçi ailelerde hedef daima yüksek tutulur. Çocuğa, “Senden sınıf birincisi olmanı bekliyoruz, sen bunu başaracak kadar zeki ve çalışkan bir çocuksun,” diye hedef gösterilir. Çocuk anne babanın beklentisini karşılamak ve güvenlerini boşa çıkarmamak için var gücüyle çalışır sınıf birincisi olur. Anne baba hedefi bir kat daha artırır. “Sen okul birincisi olacak çocuksun. Senden bunu bekliyoruz,” denir. Çocuk, “Ya okul birincisi olamazsam,” diye endişeye kapılır ve mutsuz olur. Bakın çocuk başarılı olmak için elinden geleni yapıyor, ama bu çabası anne babayı tatmin etmiyor. Mükemmeliyetçi ailelerde çocuk ne kadar gayret gösterirse göstersin anne babayı memnun edemez. Mükemmeliyetçi anne babalara bir sözümüz var: “çocuk elinden geleni yapıyor, bir sınavdan 100 üzerinden yetmiş almış, biraz daha çalışarak ikinci sınavdan 80 almış ise, kendisini aşmış, başarılı olmuş sayılır. Aynı sınıfta aynı sınavda 90 veya 100 alan çocuklarla kıyaslanmaz. Sekiz çeşit zekâ türü var. Müzik veya resim zekâsına sahip bir çocuktan matematik veya fizikten 100 almasını bekleyemezsiniz.
Röportaj: Ercan Şeker