Ercan Şeker, 1963 yılında yaşanan yaranda kütük olayının ayrıntılarını ortaya çıkarıyor...
Ercan Şeker/ Çankırı Postası
Bilindiği gibi Ahi Evran’dan günümüze süre gelen yaran geleneği yüz yıllardır Çankırı’da yaşatılmaya devam ediyor. Bu geleneği yılın belli günlerinde bir araya gelerek sürdüren yaranlar, kentin en önemli sosyal öğesini oluşturuyor. Tabi bu gecelerde yakılan ocaklarda, cezalardan payına düşeni almayanımız da yoktur hani!
Doğal olarak gecelere katılan gencinden yaşlısına herkesin anlatacak birçok anısı mutlaka oluyor. Yaşanmış anılardan bahsedilirken geçmiş yıllarda yaşanan “kütük olayı” da anlatılmadan geçilmiyor. Ben de dilden dile dolaşan ve adeta bir şehir efsanesi haline gelen bu kütük olayının perde arkasını öğrenmek için düştüm İmaret yollarına.
İlhan Köprülü 75 yaşına aşkın yaşam öyküsüyle Çankırı yakın tarihine ışık tutabilecek, kentin canlı tanıklarından önemli bir isim.
Kendisi babasından öğrendiği bakır ustalığını yıllarca sürdürmüş. Ta ki kendi tabiriyle 1985 yılından sonra bu gözde meslek yok olmaya başlayana dek. Gözde meslek diyoruz çünkü o yıllarda Çankırı’da 40’a yakın bakırcılık ve kalaycılık yapan işyeri varmış. Ve her yer çekiç sesleriyle çınlarmış.
İlhan Köprülü; “Buradaki gürültüden Çankırı ayağa kalkardı. Bakırdan kazanlar, tencereler yapardık. Kamyon kamyon kazan ve tava satardık” diyor.
Sırasıyla önce alüminyum daha sonra çelik kapların teknolojik gelişimiyle birlikte bu meslek de zamana yenik düşmüş. Köprülü “İmaret’te yan kollarıyla birlikte iki yüz ailenin geçim kaynağı bakırcılık ve kalaycılık sanatıydı. Bakırcılık Çorum, Çankırı ve Maraş’ta meşhurdur” diyor ve ekliyor; “sanatkârız sanatkâr! Beynelmilel* sanatkâr”.
Gelelim “şehir efsanesi” haline gelen “kütük başağa” hikâyemize.
İlhan Köprülü dönemin kazancı yerinde esnaflarında bir tanesi. 1963 yılındaki yaran ocağının büyük baş ağası. Kütük olayı da onun baş ağalığı dönemimde meydana gelmiş.Köprülü’nün anlatımıyla olayın gelişimi şöyle:
O yılın Küçük Başağası ocak yakma sırası kendine geldiğinde Bursa’ya gider ve dolayısıyla ocak yakılamaz. Bir hafta-iki hafta derken küçük başağadan ses seda çıkmaz.
İlhan Köprülü sonrasını şöyle anlatıyor:
“Aradan bir hafta geçti gelmedi, bir ay geçti gelmedi. Artık bizim lonca Küçük başağanın ocağını yaran reisi yaksın diye karar verdi. O gece ocak yakılırken küçük başağanın yeri boş kaldığı için yerine kütük koyduk. Daha sonraki akşam yaran reisini küçük başağa seçtik. Yeni başağa seçilene kadar kütük orada kaldı” diyor.
O gecede küçükbaş ağanın kütük tarafından temsil edilmesiyle verilmek istenen mesaj ise “kütükten farkın yok”(!) anlamı taşımaktadır.
O geceyi bire bir yaşayanlardan bir diğer isim de Çankırı için önemli kalemlerden bir tanesi ve aynı zamanda Çankırı Postası yazarlarından İbrahim Zencirci!
İbrahim Zencirci kütük olayını; “O gün büyük baş ağanın evinin düzenlenmesinde annem de yardımcı olmuştu. Bana da cepken giydirdiler. Yaranlarla birlikte şehri turladık, yakılan yaran ocağına beni de götürdüler. O gece başağanın yerine kütük koydular ve o kütük bir gün boyunca orada kalmıştı. O zaman sekiz yaşında bir çocuktum” diye anlatıyor.
İbrahim Zencirci’nin cemiyet ortamında ilk kez tanık olduğu bu olay kent hayatında yaşanan olaylara ilgisinin yoğunluk kazanmasında hayli etken olmuş.
“Yaran ekibiyle o yıl çekilen hatıra fotoğrafında Küçük başağanın yanında yer alan çocuk bendim” diyor.
O gece yaranlar hep birlikte kütükle fotoğraf çektirmeyi de ihmal etmezler. Ancak yoğun araştırmalarımıza rağmen kütükle birlikte çekilen fotoğrafa ulaşmamız mümkün olmadı. İlhan Köprülü; “Babam bu fotoğrafı çerçeveletip astırmamıza izin vermedi. Fotoğrafı ben bile görmedim. Sanırım yaranlar fotoğrafı imha etti ama o meşhur kütük 63 yılından beri hala İmaret’teki evimde duruyor” diyor.
Üç buçuk ay sonra Çankırı’ya dönen olayın baş kahramanına başka ceza verilmez ve kendisini affettirmek için lonca tarafından ocağını yakmasına müsaade edilir.
İlhan Köprülü o yıl yaktığı yaran ocağını da anlata anlata bitiremiyor:
“Hastane köprüsü, vali konağı ve İmaret’teki evimize kadar yollara kırmızı halı sermiştik. On beş gün evimize girememiştik. Ev halkı ve komşu bayanların katılımıyla; 15 kadın, 15 erkek, 15 gün durmadan yemek yaptı. 24 sini baklava yazıldı tereyağından. 40 besili tavuk, 20 keklik, 20 serçe, dört koç kesildi, içleri dolduruldu” diye anlattığı hazırlıkları; “Efendim takım yemeği öyle kolay değil” diye eklemeyi de ihmal etmedi.
Köprülü, anlattıkları hatıralarla maziye giderken sık sık gözleri doluyor ve duygulanıyor:
“O günleri özlemle arıyorum.Ne anılarımız var bizim. İçimizde iflas eden olsun, gariban olsun hemen onu tutar ayağa kaldırırdık. Hemen fakiri zengin yapardık. İşini bozmazdık katiyen. Bizim ocağımız böle bir ocaktı. Kırlarda, bayırlarda gezerdik. Bütün millet toplanırdı. Biz 30 kişiydik ama ahalinin gelmesiyle bin olurduk. Yenilenin, içilenin haddi hesabı yoktu. Ben ekibi gezdirmeye İstanbul’a, Konya’ya götürdüm. Tabi masraflar baş ağadan. Ağalık öyle kolay değil, ağalık vermekle olur. Biz sohbette adam seçerdik. Öyle herkesi almazdık. Kemanlı, darbukalı saz ekibimiz vardı. Giydiğimiz elbiseleri o devrin bağımsızdan belediye reisi seçtiğimiz Ali İnandık yaptırdı. Eski yaranlara katılanlar sizin gibi daha böyle yaran yiyen adam çıkmaz dediler. Çok güzel yediniz oğlum aferin demişlerdi”
Şimdilerde İmaret’e yolunuz düştüğünde bakırcılar çarşısında çekiç tıngırtılarını duyamasanız da, o eski yılların hatıralarını yıkık, dökük arastaların dehlizlerinde hissedersiniz. Yüz yılların duvarlara sinmiş hüzünlü şarkısıysa sanki hiç bitmeyecek bir yaşam öyküsünün tınısını kulaklarınıza fısıldamaya devam eder.
İlhan Köprülü ise 75 yılın verdiği güçle bir çınar gibi dimdik ayakta. Oğluyla birlikte inşaat malzemeleri üzerine kurduğu işyerinde çalışmaya devam ediyor...
*beynelmilel: sf. esk. Uluslararası (tdk sözlüğü)