Sosyal Medya Ağları Ne Kadar Güvenli?
Facebook’un önde gelen yöneticilerinden Data Mühendisi Frances Haugen, İnstagram ve Facebook’un binlerce manipülatif gizli belgesini, Menkul Kıymetler ve Borsa Komisyonu ile The Wall Street Journal’a ifşa eder. Sosyal medya devinin kirli çamaşırlarını tezgâha serdiği, gizli saklı işlerini yetkili yerlere duyurduğu için Haugen’e “whistleblower” yani ispiyoncu lakabı takılır. İddiaları öyle yenilir yutulur cinsten değil. Haugen, sosyal medya devinin Pandora kutusunu açıyor ve bütün dünyaya âdeta “Önünüze dosyaları açıyorum. Tutkuyla bağlandığınız sosyal medyanın ardındaki şirketlerin pisliklerini ve kötülüklerini görün ve aklınızı başınıza alın!” diyor.
İddialara göre, Facebook nefret tohumları ekiyor. Bütün sosyal medya biçimleri içinde en tehlikeli olan ise Instagram ve hedefinde çocuklar var. İlgi alanını sosyal kıyaslamalar, bedenler ve insanların hayat tarzları üzerine kurgulamış durumda. Çocukları bu tehlikeden korumak için 14 yaşın çok geç olduğu uyarısını yapan Haugen, “10 yaşındakileri koruma şansımız hâlâ var.” diyor. Haugen, sosyal medya şirketlerinin nefretler, kötülükler üzerinden yürüme nedenlerini ise bir cümlede özetliyor: “Öfke, nefret ve intikam dolu farklı inançları ve ayırımcılığı kaşımak ve reklamını yapmak; empatik, yapıcı ve arabulucu davranmaktan daha ucuz, daha etkilidir,” diyor.
Sınırsız özgürlük ve iletişim parolasını küresel bir hedefe dönüştüren internet, hayatlara müdahalenin günümüzdeki en etkili aracı. Yalnızca kötülüğü değil, bizleri de şeffaflaştırdı, sayesinde camdan insanlara, toplumlara dönüştük. Güney Koreli düşünür ByungChul Han’ın “Şeffaflık Toplumu” isimli kitabında dediği gibi, internet ve onun sosyal medyası, toplumları disiplin altına alan, denetleyen, yönlendiren ve sömüren bir dijital mekanizmadır.
Haugen, “Facebook, verileri manipüle etmekte pek mahir; insanları aşırı içeriklere ve meraklara itiyor.” diyor ve örnek veriyor: “Facebook gruplarında, zayıflamak isteyenlere, tüketime özendiren fabrikasyon sözüm ona sağlık reçeteleri sunuyor. Bu da işe yaramazsa, zayıflamak isteyen kişiyi bir deri-bir kemik bırakan, ölüme kadar götüren anoreksiyayı / iştahsızlığı bile tavsiye edebiliyor.” Düşmanlıkları körükleyen ve güçlülere arka çıkan onlarca manipülasyon örneği var. Myanmar ve Etiyopya’da etnik şiddetin alevini yellemiş. Daha açıkçası, insanları etnik kıyım yapmaları için kışkırtmış. Bilhassa Myanmar’da ordunun Rohingya Müslümanlarına karşı giriştiği soykırım kampanyası esnasında şiddeti teşvik etmede kilit rol üstlenmiş.
Hepsi gözlerini para hırsı bürümüş, birer küresel kapitalist deve dönüşen, dünyanın pek çok ülkesinden çok daha fazla kazanan bu sosyal medya canavarları kendi sahiplerini bile ısırmaktan çekinmiyor. Bunun bir örneği ABD’de demokrasiyi zayıflatmak için çaba sarf etmesi, takipçilerini yönlendirerek Beyaz Sarayı ve Kongreyi basacak duruma getirecek kadar ileri gitmesidir. Onların, en ideal, en korunaklı, en muhkem yönetim şekli olduğunu gururla haykırdıkları demokrasilerini de pekâlâ kemirebiliyormuş.
Estetik ve güzellik üzerinden özellikle bayanları hedef alan tüketim ekonomisi gizli bir araştırma sonuçlarına göre (Facebook Under Fire OverSecretTeenResearch, bbc.com/news/technology), sosyal medya her üç genç kızdan birini kendi bedenini beğenmeme duygusuna sevk ediyor. Genç kızların % 32’si kendi bedenlerinden beğenmiyor, kendilerini kötü hissediyor, estetik yaptırmak için bıçak altına yatıyor. Birleşik Krallıkta gençlerin % 12’si, ABD’de % 6’sı kendilerini öldürmeyi bile düşünüyor.
Sosyal medya ve bloglar, interneti sık kullanan, yönünü bulamamış günümüz gençleri için siyasi yönetimlere, dinî otoritelere, toplum inançlarına, değerlerine, ahlak anlayışlarına ve geleneksel düzenlerine karşı çıkmanın yeni bir yolu ve yöntemidir. Bu alanlar, her türlü müdahaleden bağımsız, açık bir “özgürlük” ve başkaldırma alanlarıdır. Burada sınırlar, çitler, duvarlar yoktur. Hayatın tüm karelerine tepeden bakan bir hafifmeşreplik, alaycılık, kimliksizlik, cinsiyetsizlik hâkimdir.
Bu sanal mekânlar, kapitalizmin hâkim olduğu yeni küresel düzene uşaklık edilen, yeraltı kaynakları sömürülen, hastalıklarla, kuraklıkla ve açlıkla mücadele eden fakir ülkelerin insanlarıyla alay edilen, “senin için doğru olanı yap” sloganı ile bireyselliğin ön plana çıkarıldığı, ailenin ve toplumun göz ardı edildiği bir alandır. Aynı zamanda ahlakın ve vicdanın silip süpürüldüğü; aşırılıkların, teşhirciliğin, çiğnenen mahremiyetlerin de sınırsız alanıdır.
Bu Gücün Ardında Kimler Var?
Pulitzer ödüllü gazeteci James Ball, dünyayı sarıp sarmalayan, ele geçiren internetin sahiplerinin kimler olduğu sorusunun peşine düşer. Ball, internetin dört atlısı olarak tanınan Amazon, Apple, Facebook ve Google’ın (bunlara “Alphabet” de deniyor) internetin tamamını olmasa da büyük bir bölümünü elinde bulunduruyor. Ball’a göre, tüm bu sistemin üçlü sacayağı var: Fikir babaları yani “mimarlar”; fiziksel internetin işlemesini saylayanlar yani “kablocular”; mekanizmayı işletenler yani “yöneticiler”. Ancak bunların da üstünde bu şirketlerin arkasında “itici güç sermayesi” işlevi gören “para babaları” var. Her gün servetleri katlanarak büyür. Bu sistemde hayati bir işlev üstlenen, aşırı tüketime özendiren bir kesim daha vardır. Bu kesim, internette bizlerin, çocuklarımızın, gençlerimizin “ayak izlerini” takip ederler ve bu izleri verilere dönüştürerek “aklımızın alamayacağı kadar geniş bir alana” yayan ve girdiğimiz her sitede karşımıza çıkan “reklamcılar”. Aynı zamanda internet, kültür savaşlarının, siber saldırıların, istihbarat kapışmalarının kıyasıya çarpıştığı bir muharebe alanıdır (James Ball, Sistem, 2021, İstanbul: Timaş).