Kendini ve Yakınlarını Korumaya Yönelik Psikolojik Yardım

Yazılarında ve videolarında gösterdiği dürüstlük, mertlik ve samimiyet konusunda kendisini takdir ettiğim Psikolog Tülay Kök hocanın “Psikolojik İlk Yardım” kitabından kısa alıntılar yapmak istiyorum ve okuyucularıma hocanın “Terapi Odası Konuları” kitabını okumalarını tavsiye ediyorum.

Karşıdakinin Ben Alanına Giren Meraklı Sorular Sormayın.

Doktor hastaya "Neren ağrıyor, nasıl düştün, gece uykuların nasıl?"; polis suçluya "O gece neredeydin, araban nerede, eve saat kaçta girdin?"; mağaza görevlisi müşteriye "Nasıl bir şey bakmıştınız? Size yardımcı olabilir miyim?” diye sorar. Bu insanlar soru sorarlar, çünkü işleri bunu gerektiriyor. O cevaplara ihtiyaçları var. Öğrendikleri sayesinde işlerini yapıyorlar.

Yakın ilişkilerinizde sorduğunuz soruların ne kadarı gerekli ve ne kadarı meraktan? Aldığınız cevaplar işinize yarıyor mu? Karşınızdaki insanın bu sorulardan sıkılabileceğini hiç düşündünüz mü? Öylesine soruyorsanızve sorularınız karşıdakinin ben alanına fazla giriyor ve ona rahatsızlık veriyorsa istenmeyen meraklı biri haline gelebilirsiniz.

Mesela "Neredesin, neredesiniz?" gibi soruları eğer siz de o kişiyle orada buluşmayacaksanız sormayın. O isterse söyler. "Kaç paraya aldın?" sorusunun da ödemenin bir kısmını siz yapmayacaksınız önemi yoktur; sadece "Güle güle kullan" deyin ama sormayın. Kim geldi, kiminle gittin, nereye koydun, nerden aldın... Cevap ya sizin bir işinize yaramalı ya da aldığınız cevaba göre yapacağınız bir yardım olmalı. Kaç numara giydiğinizi soran satıcı ona göre ayakkabı çıkarmak için soruyor, merakından değil.

Meraklı sorular ilişkilerde sıkıntıya yol açar, rahatsız edicidir. Çünkü arkası gelir. Kişi soruya cevap verdiği an sorulacak daha fazla sorunun önünü açar, soru yağmurundan kendini kurtaramaz. Çünkü sorduğu soruya cevap alan kişi kendi fikirlerini söylemeye, akıl vermeye ve hatta eleştirme hakkı olduğunu düşünmeye başlayabilir.

“Akşam neredeydiniz?”

“Meltemlerdeydik."

“Neden Meltemlere gittiniz ki?

“Muhabbet olun diye...”

“Hani Meltem'i sevmiyordun?”

Gördüğünüz gibi ilk soruya cevap verildiği an, gerisi gelecek demektir;  geçmiş olsun.

Eğer böyle sorular soran biriyseniz bilin ki sorularınız ilişkilerinize zarar veriyor, insanları huzursuz ediyor. Sonuçta hiç kimse yakın ilişkilerinde sorgu memurunun karşısında gibi hissetmek istemez, insanların ne yaptığıyla, nereye gittiğiyle değil, bizzat kendileriyle ilgilenin. Eğer bu tür sorulara çok fazla maruz kalıyorsanız da cevap vermenin daha fazla soruyave eleştiriye yolaçacağını bilin. Soruya muhatap olunca biraz bekleyin ve sakince "Neden soruyorsun?" deyin. Sinirlenmeyin. Karşınızdaki kişi kötü niyetli olmayabilir, belki de bildiği tek iletişim yolu budur. Yargılanmak, eleştirilmek, masaya yatırılıp didiklenen taraf olmak istemiyorsanız amaçsız sorulardan kendinizi koruyun ve cevap vermeyin.

Üzülen Birini Nasıl Teselli Edebilirsiniz?

İnsan çok sevdiği bir büyüğünü, bir arkadaşını, annesini veya babasını hastalık ya da kaza sebebiyle kaybedebilir. Cenaze sonrası yas sürecinin başlaması için mutlak surette, elbette yaşı ve fiziksel sağlıkları elverdiği ölçüde, kişilerin defin işlemini görmeleri gerekiyor. Bu olmadığında yas süreci başlayamıyor. Kişi inkâr aşamasından öteye geçemiyor. Ölen kişi sanki her an gelecek, misafirlikten ya da çıktığı tatilden dönecek gibi hissediyor. Bu da onunhayatına elbette olumlu olarak yansımıyor.Kaybımız büyük ya da küçük olabilir. Kaybımız ne olursa olsun sağlığımız için aşağıdaki beş aşamadan geçmemiz gerekiyor.

Birinci aşama inkârdır. Bu aşamada kişi tipik olarak gerçeğe inanmayı reddeder. "Bu gerçek olamaz" diyerek kaybını tamamen inkâr edebileceği gibi, "O kadar da önemli değil, çok kafama takmıyorum, ben zaten kendimi hazırlamıştım" diyerek kaybın önemini azaltmaya çalışabilir. Çok fazla uyumak, gereksiz işlerle meşgul olmak, güleceği yerde ağlamak, ağlayacağı yerde gülmek gibi uygunsuz davranışlar içinde olmak kişinin inkâr aşamasında olduğunu gösterir. İnkâr aşaması insanın kendine yalanlar söylediği ve o yalanlara bütün kalbiyle inandığı bir dönemdir. Bu aşamadaki birini gerçeklerle yüzleştirmeye ve kendine getirmeye çalışırsak ona zarar veririz. İnkâr insan ruhu için gerekli bir savunma mekanizmasıdır. İnsan sorunla baş edecek gücü içinde bulana kadar gerçekliği tüm gücüyle inkâr edecektir. O zaman inkâr halinde olan kişiye gerçekleri göstermek için değil, ona kendi içindeki acıya dayanma gücü bulması için yardım etmeliyiz.

İkinci aşama öfkedir. İnsan kaybettiği şeyin farkına vardığında öfkelenir. Bu öfke makul ya da makul olmayan yollarla kendini gösterebilir. "Bu neden benim başıma geldi?" diyen kişi kendini, çevresini suçlayabilir. Yaratıcısına isyan edebilir. Hiç kimse inkâr aşamasından kabullenme aşamasına bir çırpıda geçemez. Öfke, hiddet, kızgınlık duygularından mutlaka geçilir.

Üçüncü aşama pazarlık aşamasıdır. İnsan bu aşamada yaşadığı kaybı telafi edebileceğine, durumu düzeltebileceğine inanır. Ölüm dışındaki kayıplarda pazarlık aşaması yaşanır. Eşinin kendisini aldattığını uzunca bir süre görmezden gelmiş, durumu kabullendiğinde sinir krizleri geçirmiş bir kadın sakinleştikten sonra bu aşamaya gelir ve kocasıyla o kadından vaz geçtiği takdirde kendisini affedebileceğini söyler. “Eğer aile terapisine başlarsak, her şeyi düzeltebiliriz," der. Aslında kadın güven duygusunu kaybetmiştir. Eşine karşı hisleri bir daha asla eskisi gibi olmayacaktır. Ama hiç kimse bir şeyler yapmadan kabullenme aşamasına doğru ilerlemez.

Dördüncü aşama kederdir.Yaptığımız pazarlıklar, durumu eskiye döndürmek için yaptığımız girişimler bir işe yaramamıştır, verdiğimiz mücadele bizi yormuştur ve en yüksek düzeyde yas burada oluşur. Yas kendisini keder, elem ve hatta depresyon şeklinde gösterir. Acı çekiyor, ağlıyor, haykırıyoruzdur. Bu aşama aynı zamanda teslim olma aşamasıdır. Başımıza geleni olduğu gibi kabullenmişizdir.

Beşinci ve son aşama ise kabullenmedir. Yas süreci tamamlanmış ve hüzün ortadan kalkmıştır. Bu aşama sanıldığı gibi özgürlük ve mutluluk dolu bir aşama değildir. İnsan sadece olanı olduğu gibi kabul etmiştir. Artık kızmıyor, yüreği yanmıyor, bir şeyler yapmak için uğraşmıyordun. Mesela aldatılan kadın eşinin telefonlarını kurcalamaktan, kuşkulanmaktan ve sürekli bu konuyu açmaktan vazgeçmiştir.

Öfkelenen Birine Nasıl Yardımcı Olunur?

Hakları yendiğinde, zarar gördüklerinde, ihanete uğradıklarında bunu kabullenemez, öfkelenirler. Yani Bu yüzden öfkeli birine yardım ederken en çok kullanmanız gereken kelime "Haklısın" olmalıdır. Ancak çoğumuz farkında olmadan onu daha da öfkelendirecek ve gaza getirecek yanlış ifadeler kullanırız: “Belki onu demek istememiştir, kötü bir niyeti yoktur, aslında o da iyi biri, bence çoktan pişman olmuştur. Neden bu kadar sinirleniyorsun? Boşuna sinirlerini bozuyorsun." Evet, kızgın bir kimseyi bu şekilde sakinleştiremezsiniz.Öfkeli insanın canı yanmıştır ve siz onu sakinleştirmek adına "Aslında öyle demek istemedi, öyle yapmak istememiştir" dediğinizde, onun canını yakan kimseyi savunuyor pozisyonuna düşersiniz. Aslında o kadar kötü biri olmadığını söylediğinizde, bütün öfkesi size yönelebilir.

Mesela eşiniz birine borç vermiş ve alamamış. Bu yüzden de mağdur olmuş, çok sinirli ve kendi kendine sayıp döküyor. "Nasıl ödemez insan borcunu? Biz onu adam sandık, 'Son param bak, benim de kredi ödemem var' demiştim, dost bildik ama şerefsizmiş" dedi. "Şerefsiz falan deme adama, abartma bu kadar istersen, sonra yüz yüze bakacaksınız, günahtır, ayıptır" diye karşılık verirseniz, çok yanlış olur. Öfke dediğiniz şey zaten abartmaktır. Çok yoğundur. Kişi de bilir abarttığını ama önüne geçemez.

O kişi sakinleşince ağzından çıkan kötü sözler için zaten pişman olacaktır. Orada bunu söylemeye hiç gerek yoktur. İnsan öfkeliyken istemediği pek çok şeyi söyleyebilir. Amacınız bir an önce eşinizi sakinleştirmek ve onun bu öfkesini arkadaşına da yansıtmasına engel olmak ise şunu diyebilirsiniz: "Haklısın hayatım, insan borcuna sadık olmalı, verdiği sözleri tutmalı." Onun öfke duymaktaki haklılığını görür ve bunu ona hissettirebilirseniz öfkesi azalarak geçecektir. Bu tür duygular birden geçmez. Azalarak, yavaşlayarak geçer. Tonlarca yüklü bir kamyon frene basar basmaz duramaz çünkü. Burada da sabırlı olmalısınız.Öfke kişinin kendini koruyamadığını da gösterir. Zaten kendini koruyamamış birine bir de siz yüklenmeyin.

Çoğu insanın trafikteki ölçüsüz öfkesine şahit olmuş ya da bizzat kendiniz öfkelenmişsinizdir. İçimizdeki bastırılmış duyguları en çok yansıttığımız yerlerin başında gelmektedir.Öfkeli bir insanla iletişim halinde ve arabanın içinde olduğunuzu unutmamanız gerekiyor. Öfkeli insan zaten bütün dünyanın onun karşısında olduğunu düşünürken, şimdi siz de karşı taraftasınız ve onu yalnız bıraktınız. Öfkesi geçince elbette eşiniz böyle düşünmeyecek. Ama öfke çoğu kez tehlikeli olabilecek bir duygudur. Eşiniz öfkeli, siz sakinsiniz; soğukkanlı olması ve olayı idare etmesi gereken kişi sizsiniz.

Aynı senaryoda başa dönersek, eşiniz karşıdan gelen şoföre öfkelendiği anda "Evet, gerçekten adam çok hızlı geliyor" diyebilirsiniz. Burada da yalan söylemediniz, adam hızlı geliyor. Ama gerçeğin tamamını da o anda söylemenize gerek yok. Böylece eşinizin tarafında oldunuz. Hem aranızdaki bağ kuvvetlendi hem de eşiniz sakinleşti.

Öfkeli bir çocuk kendini ifade etme derdinde olan ve sesini duyurma yöntemi olarak öfkelenmeyi öğrenmiş çocuktur. Çocuklar küser, saklanır, tutturur. Çocuklar sabırsızdır, bekleyemezler, erteleyemezler. Çocuklar hesapsızdır, bir adım sonrasını düşünemezler. Ya çocukluğunu yaşamadan büyümüş olanlar?  Çocukluğunda şımarmayan, nazlanmayan, anlayış göremeyenler, küçücük yaşıyla bile hep olgun, hep anlayışlı, hep idare eden olarak büyümek zorunda kalanlar? Peki ya onlar büyüyüp de anne ve baba olduklarında ne olur? Büyünce çocukluk yapma ihtiyacı da ortadan kalkar mı? Elbette, hayır. Karşılanmamış bütün ihtiyaçlar, karşılanabilecekleri ortamı buluncaya kadar zihnin karanlık odalarında beklerler. İnsan çocuklukta karşılanmamış ihtiyacını yaşı kaç olursa olsun gidermesini sağlayacak seçimlerin peşindedir. Bunun için en iyi ortam ilk olarak aşk ilişkileridir. O zaman bu insanlar yanlarında çocukluk yapabilecekleri insanlarla evlenirler. Bu olmazsa kendi doğurdukları çocuklar büyüdükçe bu ihtiyaçlarım çocukları üzerinden karşılama yoluna giderler. Çocuklarına fiziksel olarak çok iyi bakarlar. Çocukları için ellerinden gelenin fazlasını yaparlar. Onlar adına pek çok sorumluluk alırlar. Kendi ihtiyaçlarını arka plana atıp çocukları için ne fedakârlık gerekiyorsa yaparlar. Bunun karşılığında teşekkür, minnet ve saygı bekler; bun hak ettiklerini düşünür, bulamadıklarında küser, incinir, üzüntü duyarlar.  Hâlbuki çocuğa karşı anlayışlı olunur, çocuktan anlayış beklenmez. Çocuğun nazı ve kaprisi çekilir, çocuğa naz niyaz yapılmaz, sitem edilmez. Çocuklar küsüp saklanırsa, bulup gönülleri alınır, çocuğa küsülmez, mesafe koyulmaz.

Bir yetişkin kendi ebeveyninden alamadıklarını çocuklarından almaya kalkamaz, kalkmamalı. Duygusal ihtiyaçları karşılanmadan büyümüş bir çocuk kendisi anne olunca bu ihtiyaçları çocuktan almaya kalkarsa, çocuk "Annem kırılırsa, annem üzülürse..." diyerek hayatını annesinin gönül yorgunluklarını gidermeye adarsa, kendi hayatına verecek ve kendine dünya kuracak çok az enerjisi kalır. Çocuk annesinin duygularını onarmayı bırakıp kendi hayatına verse, bencillikle ve nankörlükle suçlanır. "Bizi beğenmiyor, bizi istemiyor, çıktığı kabuğu beğenmiyor" diyerek itham edilir. Oysa çocuk sürekli üzülen, duygusal şantajları bitmeyen ve bir türlü memnun olmayan ebeveyninin yanında yetersiz hissetmekten bıkmış, kendini var edebileceği alanlar açmaya çalışmaktadır. Yoksa bir çocuk kaç yaşında olursa olsun, yanında çocuk olabileceği, çocukluk yapabileceği bir anneye ihtiyaç duyar.

Öfkeyi Tetikleyen Provoke Edici Sorular

Bazı sorular ve konuşmalar vardır ki, arkasındaki niyeti belli ettiği için samimiyeti bozar, güvenirliğe gölge düşürür ve kişiyi kızdırır. Arkadaşınızı evinde ziyaret etmeye karar vermiş ve bunu kendisine haber vermişsiniz. Gitmeye hazırlanırken telefon çalar. Arayan arkadaşınızdır ve size sorar: "Çocukları da mı getireceksin?" ya da "Çocukları da getirecek misin?" Ama bu soruyu öyle bir ses tonu ve vurgu ile sorar ki siz bunun bir soru olmadığını hissedersiniz. Arkadaşınız aslında çok net biçimde "Çocuklarını getirme" talimatını vermiştir. Özellikle duyarlı ve ince düşünceli biriyseniz, bu tarz sorulardaki manipülasyonu (hileli yönlendirme) hemen anlarsınız.

Peki, olayın sinir bozucu ve kötü olan yanı neresidir? Çocuklarınızı evde bırakarak arkadaşınızın kapısını çaldığınızda size şöyle diyebilir: "Hoş geldin canım, hani çocuklar nerede, getirmedin mi yoksa: getirseydin ya severdik kerataları." Elbette sinirlenirsiniz. "Sen çocukları getirme dedin" deseniz olmaz, çünkü arkadaşınız böyle bir cümle kurmadı. "Getirmeme mi dedim, üstüme iyilik sağlık" diyebilir, hatta daha da ileriye gidebilir: "Çocukları bırakıp kaçmışsın, bir de suçu bana atıyorsun!" Evet, işte köşeye sıkıştınız. Arkadaşınız teknik olarak haklı ve burada çok başarılı bir yönlendirme var.

Peki, bu durumda ne yapabilirdiniz? "Çocuklarımı getirmemin senin için bir sakıncası var mı? Çocuklarımla gelmemden rahatsız olur musun?" diye açıkça sorun. Karşınızdakini açık olmaya davet edin. Her ne demek istiyorsa, açıkça söylemesi için ısrarcı olun. Kendine ait olan sorumluluğu size bırakmasına izin vermeyin. Kendimize ait kararların sorumluluğunu bile almak yeterince zorken, karşınızdaki kişinin kendine ait bir kararın sorumluluğu sizin üzerinize yıkmasına izin vermeyin. Çünkü bu durum hem ilişkinize hem de sizin psikolojinize zarar verir.

"Annenlere mi gidiyoruz?", "Ayşe de mi bizimle gelecek?" gibi sorular sizi birdenbire sinirlendiriyorsa burada hileli yönlendirme vardır. Ayşe'nin gelmesini istemeyen arkadaşınız bunu açıkça söylemeli ve bu sorumluluğu almalı. “Annenlere mi gidiyoruz” sorusu karşısında, kızmadan, “Annemlere gitmek istemiyor musun? Buna engel bir durum mu var?” demeli, eşinizi dürüst olmaya davet etmelisiniz.

Dinlemek Konuşmaktan Daha Zordur

Dinlemeyi gerçekten bilmiyoruz. Dinlediğimiz kişi adı üstünde dertli kişidir. Bu derdin yükünü taşıyamadığı için koşa koşa gelmiştir yanımıza. Belki göğsünü sıkıştıran yükü bir nebze olsun alırız umuduyla... Ama biz dinlemekten çok -kaza mahalline koşan iyi niyetli insanların kurtarma çalışması gibi- aşağıda sayılan bir dizi yanlışla derdini döken kişiye yardımcı olmaya girişiriz.

  • Ona doğru yolu göstermeye çalışırız.
  • Akıl veririz.
  • Tavsiyelerde bulunuruz.
  • Bu duruma düşene kadar nerelerde hata yaptığını tek tek sayarız.
  • Hatalarından nasıl ders çıkarması gerektiğini örneklerle anlatırız.
  • Benzer sorunlar yaşayan insanların bu dertlerden nasıl kurtulduklarını anlatırız.
  • Bir daha aynı hataları yapmasın diye eleştiririz.
  • Onun yerinde olsak nasıl bir yol izleyeceğimizi anlatırız.
  • Aynı sorunları geçmişte kendimiz de yaşamış isek, kendi hayatımızdan örnekler veririz.
  • Kısacası dinlemek dışında her şeyi yaparız.

"Doğru bildiğimiz bir şey varsa söylemeyecek miyiz, sevdiğimiz kişi uçuruma doğru gidiyorsa yardım etmeyecek miyiz?" diyebilirsiniz. Elbette edeceksiniz ancak her şeyin bir zamanı var. Bir bilge diyor ki: “Her bildiğiniz doğru olsun. Ancak her doğru her yerde söylenmez.” Yer ve zamanlama doğru olmazsa, en doğru ve en iyi niyetli hamleler bile iyi sonuç vermez. Akıl vermeden, öneride bulunmadan, "Ben olsam şunu yapardım" demeden önce o kişinin içini boşaltmaya, anlaşılmaya, desteklenmeye ihtiyacı vardır. Bunun için ilk adım olarak sonuna kadar dinleyin... Sıkıcı da olsa, ne diyeceğini biliyor da olsanız bırakın karşınızdaki anlatsın, ağlasın, haykırsın. Susturmayın. "Güçlü olman lazım, ama yapma, ağlama, abartma" gibi telkinlerde bulunmayın. Gözyaşlarını silin, elini tutun, sarılın. O sizden akıl istemiyor, kendisini dinlemenizi istiyor.

Onu etkin olarakdinlediğinizi, kendisini anladığınızı belli eden kabul dili kullanın. Anlatmaya cesaretlendirmek için “kapı aralayıcılar” adını verdiğimiz şu sözleri kullanabilirsiniz: “Çok ilginç” , “Ya, demek öyle” “Hımm”, “Anlıyorum”, “Devam et, lütfen”.  Muhatabınız derdini anlatıp rahatladıktan sonra ona akıl vermek ve eleştirmek yerine ümit aşılayıcı sözler söyleyin. Her şeyin Allah'tan geldiğini, her şerrin arkasında bir hayır olduğunu, kötü günlerin mutlaka geçeceğini söyleyeceğiniz aşama burasıdır.

Dinlemek konuşmaktan daha zor ve daha önemlidir. Dinlerseniz anlarsınız. Sözünüzü dinlemelerini, tavsiyelerinizi kabul etmelerini istiyorsanız insanları dinleyin. Anlaşıldığını hisseden kişi ağzınızdan çıkan her kelimeyi can kulağıyla dinler. Eğer sevdikleriniz sizi dinlemiyorsa, siz de onları dinlemiyorsunuzdur. Çocuklarınız da buna dâhil.