Çankırı’dan, Başkent’e bir istikrar abidesi…
Köylü Selçuk (Çakmaklı)
“Köylülük; saflığın, temizliğin ve dürüstlüğün simgesidir.”
(Selçuk Çakmaklı, Kaleci)
Selçuk Çakmaklı’nın hayatı, futbol oynayan her gencin rüyasıdır. Günümüzde endüstrileşen futbolun şartları değişse de onun keşfedilmesi ünlü bir kaleci olması, bitmek bilmeyen bir memleket hikâyesidir.
Yıl 1958, Başkentin güzide spor kulübü Gençlerbirliği’nin futbol takımı hazırlık maçları yapmak üzere Çankırı'ya gelir. Çankırı Gençlik Futbol Takımı ile de maç yapar. Kalecinin üstün performansı, Gençlerbirliği idarecilerinin dikkatini çeker. Beş bin lira karşılığın da henüz Çankırı lisesinde okuyan Selçuk Çakmaklı’ya Ankara yolu gözükür. O günleri Selçuk Çakmaklı, “Gençlerbirliği lisede öğrenciyken Çankırı’ya gelmişti. Çankırı Gençlik Sporla hazırlık maçı yaptı. Kaleyi ben koruyordum. Bana gol atamadılar. Beni beğendiler. Samsun’a hazırlık maçına götürdüler. Orada da güzel maçlar çıkardım. Beni bırakmak istemediler. Rahmetli Enver Evrensel’e söz verdim. Ankara Demirspor’da peşimdeydi, Gençlerbirliği’ni tercih ettim. 1958 senesinde Zeynel Soyuer’e ve bana beşer bin lira verdiler. Mukavele yaparak Gençlerbirlikli oldum” şeklinde anlatmaktadır. Selçuk Çakmaklı, 1958 ile 1974 yılları arasında hiç ara vermeden, 16 yıl Gençlerbirliği kalesini korur. Bu özelliğiyle Gençlerbirliği tarihinin en fazla forma giyen ve en uzun dönem oynayan kalecisi haline gelir. Faal futbol hayatından sonra da antrenörlüğe başlar ve Gençlerbirliği alt yapısında görev alır.
Gençlerbirliği taraftarı olmak farklı bir duygudur. Herhangi bir şehir, ilçe, semtveya kurum adı taşımayan bir kulüptür, Gençlerbirliği. Hangi şehire gitseniz, bir sevenini mutlaka bulursunuz. Rakip taraftarlarla aynı tribünde maç izlersiniz. Ülkemizde adeta milyonların “ikinci” takımıdır. Bir anlamda Başkentin en önemli sivil inisiyatifidir. Ülke futbolunda taraftarları nicelik olarak yetersiz gözükse de nitelik olarak tartışmasız çok iyi konumdadır. İşte bu Gençlerbirliği kulübü benim de taraftarı olduğum, yıllarca gönül verdiğim bir camiadır. Bu özellikleri dolayısıyla mı? Yoksa tribün dostlukları sebebiyle mi gönlümü kaptırdım bilemiyorum. Ama bu takımı bir şekilde tutuyorum.
Gönül verdiğim takımın kalesini uzun yıllar koruyan ve bizim kuşağın izlemeye yetişemediği, Selçuk Çakmaklı ile sohbet etmek istiyordum. Sağlık durumunun iyi olmadığını duymuştum. Kendisine ulaşmak için ve son durumunu öğrenmek için, Gençlerbirliği’nin 1970’li yıllarda ki efsane kaptanı, Cemalettin Sakallıoğlu’na ulaştım. Asırlık çınar Hasan Şengel Başkanımızla da söyleşi yapacağımdan onunla beraber kulübe davet etti. Kulübün efsane kulüp başkanı rahmetli İlhan Cavcav’a kulübün anahtarlarını teslim eden Hasan Şengel Başkanı’mı da evinden alarak tesislere gittim. Cavcav’ın vefatından sonra sayılı gittiğim, Beştepe’de ki İlhan Cavcav tesislerin de büyük kaptanın misafirliğinde yarım günümüzü geçirdik. Büyük Kaptan, Selçuk Çakmaklı sonrası kuşaktandı, beraber futbol oynamamışlar ama kaptanın antrenörlüğünü yapmıştı. Cemalettin Kaptan, “Selçuk Çakmaklı’nın durumunun iyi olmadığını ve yanına gitmek bir yana telefonla bile görüşmenin mümkün olmadığını” söyledi. Hasan Şengel Başkan’la uzun bir söyleşi yaptık. Hasan Şengel ile kulübü iyice gezip, antrenmana hazırlanan futbolcularla ve teknik adamlarla sohbetten sonra tesislerden kaptanın hediyesi ile ayrıldık. Ancak aklım Selçuk Çakmaklı’da kalmıştı...
Basında yer alan kıt bilgilerin dışında yeni bilgilere ulaşmak için 1960’lı yılların futbolcularından ve Gençlerbirliği’nin eski teknik adamlarından bir dönem yönetici, teknik direktör ilişkisi yaşadığımız Battal Toktay hocama ulaştım. Hocam sohbetimizde Selçuk’u, “Pek çok kez karşı, karşıya geldik. Ben 1963’de Şeker Hilal Spor’da oynarken, Selçuk Gençlerbirliği’nin kalesini koruyordu. Çevresi tarafından sevilen, temiz ve entrikası olmayan biriydi. İyi bir kaleciydi.” diye tanımlamıştı. “Sayın hocam çok iyi bir kaleciydi diyorsunuz. Ancak kariyerine baktığımızda hiç A Milli olamadığını görüyoruz” deyince, “O zamanlar A Milli Takım senede 2-3 maç yapardı. O maçlarda da artık kalıplaşmış, bildik oyuncular oynardı. Kalede Turgay (Şeren) abi oynardı. Bunlar haklı olarak milli takımdaydılar. Selçuk’un şansızlığı üç İstanbul takımından birinde yer almamasıydı” demişti.
Ünlü kaleci Varol Ürkmez 34 yaşında Gençlerbirliği forması ile 1971 yılında sekiz maça çıkmıştı.
2019 yazıydı... Bir gün telefonum çaldı, bilinmeyen numaraydı açtım. Telefondaki ses “Ben Varol Ürkmez” dedi. Bir zamanlar Beşiktaş ve Galatasaray'ın süper kalecisi olarak ün yapan, Beşiktaş'ın, Real Madrid'le oynadığı Avrupa Kupası maçında müthiş bir maç çıkararak adı "Madrid Panteri" ne çıkan çapkın kaleci Varol Ürkmez! Anılarının yer aldığı yirmi beş sene önce elinden aldığım “Bir Kalecinin Yaşam Öyküsü” isimli kitabını tanıtıyor, aslında geçim sıkıntısı yaşadığı için kitap satışı için yardım istiyordu. “Evet, Varol ağabey seni yaşım gereği yeşil sahalarda izleyemedim ama tanıyorum. Hem kim unutur Madrid Panterini” dedim. İnsan bir zamanlar ne kadar ünlü olursa olsun, yıllar geçince ve yaşlanınca birisinin “seni tanıyorum” demesine ihtiyaç duyuyor olmalı ki, çok sevindi. Telefon aracılığıyla bayağı sohbet ettik. Laf lafı açtı, kendisine Selçuk Çakmaklı’yı sordum. Nam-ı diğer Köylü Selçuk deyince birden hatırladı ve “Galatasaray’da iken Gençlerbirliği’nden teklif gelmişti. Ankara’ya gittim. Selçuk’ta bırakmak üzere, ben birinci kaleci oldum. Lakin sekiz maç kadar sonra tekrar Selçuk kaleye geçti. Bende ayrıldım. Selçuk çok iyi kaleciydi.” Ancak, görüşmüyor olmalı ki, şimdi “Ne yapıyor” diye sordu.
Selçuk Çakmaklı hakkında sayılı da olsa basında bilgilere ulaşmak mümkün. Bunlardan en kapsamlısı olarak, hemşerimiz spor camiasının dürüst - araştırmacı kalemlerinden Atilla Türker’in gerçekleştirdiği söyleşiyi sayabiliriz. Türker, on üç sene önce yaptığı söyleşi de Köylü Selçuk’u şöyle anlatır: “Otuz beş yıl öncesinden tanırım. Çünkü antrenörümdü. Gençlerbirliği minik, yıldız ve genç takımında birlikte çalıştık. Camiada çok seçkin bir yeri vardır. Sevilir, sayılırdı. Köylü Selçuk olarak, Gençlerbirliği ve Türk futbol tarihine adını yazdırdı. Çok iyi bir kaleciydi.”
Selçuk Çakmaklı uzun süre futbol camiasında kaleci ve antrenör olarak yer aldığından ilginç olaylarda ortaya çıkmıştır. İzmir Spor’un eski kaptanı, milli futbolcu Turgay Meto, Balıkesir Spor’da futbolu bıraktıktan sonra kursları tamamlayarak teknik direktör olmuştur. Hatıratında, Köylü Selçuk’un uzun süren futbol yaşantısını şöyle dile getirmiştir: “… Gençlerbirliği kalecisi Köylü Selçuk vardı, benden bir hayli büyüktü. O futbol oynarken ben daha bebektim! Ama, gün geldi hocalığını yaptım. O bana ‘hoca’ diyordu, ben ona ‘Selçuk Abi’ diyordum.”
Gençlerbirliği’nin eski futbolcusu ve yöneticilerinden Oktay Arıca ise Köylü Selçuk’la olan hatırasını şöyle anlatır: “Güzel ve dürüst bir arkadaşımız olan Selçuk, Çankırı'dan Gençlerbirliği'ne geldi ve şivesi gereği 'Köylü Selçuk' olarak bilindi. Selçuk, Beşiktaş maçlarında Güven'den çok çekinirdi. Maç öncesi sürekli olarak, ‘Güven'i tutun... Güven'i tutun’ diye konuşurdu. Ama Güven'i tam telafüz edemez, ‘Guven'i tutun’ derdi. Maç başlar, yine sürekli olarak, ‘Guven'i tutun’ diye bağırırdı. Öyle ki, Güven'i sadece bir futbolcunun tutmasını yeterli görmez, ‘Başına iki kişi daha gitsin’ diye bağırırdı. Ama sonrası pek iyi olmazdı. Selçuk, ‘Guven'i tutun’ diye bağırırken ve üç kişi birden Güven'i tutarken, boşta kalan K. Ahmet, kafayla fileleri havalandırırdı. Ne o, biz Güven'i tuttuk! İyi de, Güven gol atamadı ama, K. Ahmet defalarca attı. Tabii, Selçuk için önemli olan Güven'in gol atmamasıydı.”
Selçuk çakmaklı’nın son yıllarında alt yapıdan yetişen Namık Pekak (Taş kafa Namık) takımın en küçüğü olarak takımda yer almıştır. Futbolu bıraktıktan sonra kısa bir süre Tınaz Tırpan hocanın ekibinde antrenör olarak yer alan Namık Pekak, şimdiler de emekliliğin tadını İzmir’de çıkarmaktadır. Kendisiyle yaptığım keyifli telefon sohbettin de o günlere ait pek çok anıyı dile getirdi. Gençlerbirliği’nin zor dönemlerinde kulübün formasını uzun seneler sırtında taşıyan Namık Pekak “Selçuk Çakmaklı çok iyi ve çalışkan bir insandı. Maçlara şapkasız çıkmazdı. Hal ve hareketleri ile bize örnek olurdu. Sürekli bere ile çıktığı antrenmanları hiç aksatmaz ve kıyafetleri terden sırılsıklam olur, kaptan olduğu için de yönetim ile futbolcuların arasında köprü vazifesi görürdü”. Köylü Selçuk’la ilgili maç anılarını ise “Turan ve İsmail abiler ile savunmayı biz oynuyorduk, bir hatamız olduğunda çok kızar ancak daha sonra gelir, takımın en küçüğü olduğumdan mutlaka gönlümü alırdı” diye anlatan Namık Pekak futbol sahalarında ender rastlanılacak bir olayı ise birazda gülerek şöyle anlatmaktadır: “1972-1973 sezonun da İstanbul Spor ile maç yapıyoruz. Rakip sahadan, uzun bir top geldi. Defans olarak kaleci alsın diye topu bıraktık. Selçuk abi topa doğru koşarken şapkası kafadan uçtu, topu bıraktı şapkaya doğru giderken rakip araya girerek golü atınca yenik duruma düşmüştük.”
Selçuk Çakmaklı hakkında en geniş bilgiye “Döğüşenler de Var, Bu Havalar da” belgeselde yer alan röportajında ulaşabiliyoruz. Çakmaklı burada, yarım asır önce ülkemiz futbolunu, Gençlerbirliği’nin kolej takımı hüviyetini, herkesin takıma imrendiğini, forma aşkını, bir kültür yuvası olduğunu, dönemin futbolcu - yönetici ilişkilerinin nasıl olduğunu ise tüm içtenliğiyle dile getirmektedir: “Gençlerbirliği Kulübü ülkemizin en iyi, nezih taraftarına sahiptir. İstanbul’da Galatasaray taraftarına benzetilir. Türkiye’yi yönetenlerin yönettiği kulüplerdi. Tüm Ankara takımları Gençlerbirliği’ne gıptayla bakarlardı. Kulüp kolej talebesi gibiydik. Umumi kaptanımız Kemal Kaya’nın yönetiminde hareket ederdik. Burada yenir, içilir ve yatılırdı. Merkez Saray Lokantasında yemeğimizi yerdik. Gençlik Parkı’n da penaltı atışı yapılan yerlere giderdik. Birlik beraberlik arkadaşlığın çok iyi olması kulübü ayakta tutuyordu.” Selçuk Çakmaklı futbol oyunun önemli bir parçası olduğu yıllarda, kulüplerin mali yapısının nasıl ayakta durduğunu, futbol ekonomisini ve maç yayınlarının sadece radyodan yapıldığı dönemlerde Anadolu’nun değişik şehirlerinde maç yöneten hakemlerin durumunu ise şöyle anlatmaktadır; “O dönemde kulüp kendi parasıyla dönüyordu. Kimse çıkarıp kendi parasını vermez, maç hasılatları ile kulüp ayakta dururdu. Kulübün maaşı vardı. Antrenman tazminatı vardı. Maç primleri ile kendi yağımızla kavruluyorduk. Konya Ereğli’de yedek subay öğretmenlik yapıyorum. İlk yedek subay öğretmen uygulamasının ikinci dönemiydim. Köylerde ders, kurs veriyordum. Antrenmanları kendim yapıyor, Ankara’ya ve deplasmanlara maçlara gidiyordum. Yine bir hafta İstanbul’a, Fenerbahçe maçına gideceğiz. Kulübe geldim. TİGEM’de müfettiş olan ve orada da beraber çalıştığım rahmetli Şahap Bulgurlu vardı. Fenerbahçe maçına gideceğiz. Masraflar için iki bin lira lazım. Kimsede yoktu. O zaman buğday bankasında çalışıyordum. On bin lira verdim. Sonra verirsin dedim. O zamanlar maç hasılatları galip takıma % 60, berabere kalırsan % 50 ve yenilirsen % 40 kulüplere maçtan sonra veriliyordu. O maçta berabere kaldık. Takıma hasılattan kırk bin lira verildi. O zamanlar da çok büyük paraydı. Alınan hasılat payından, param ödendi. Ayrıca masraflarımızla beraber belki de kulübün altı aylık masrafları da çıktı. Kayseri deplasmanın da, maçın hakemi Ertuğrul Dilek’ti. Maçı 1-0 önde götürürken, auta giden topa hakem penaltı verdi. 16 senelik kalecilik hayatımda sarı kartım bile yok. Çok sinirlendim. Gittim, Ertuğrul Dilek’in boğazına sarıldım. ‘Ya abi, bu nasıl penaltı, top auta gidiyorken’ dedim. ‘Korktum verdim, gitti’ dedi. ‘Ya korkuyorsan burada ne işin var, o zaman hep beraber korkalım, bize bir şey yapamazlar’ dedim. Sonra Naci bir gol attı da maçı 2-1 kazandık. Maç sonrası taş yağmuruna tutulduk ve Vali’nin korumasında şehri terk ettik. Böyle olaylarda oluyordu.” Tüm meslek hayatı üç direk arasında geçen Selçuk Çakmaklı, 1974 senesine kadar on altı sene Gençlerbirliği’ne kaleci olarak hizmet etti. Kalecilik yıllarına ait, Fenerbahçe ile olan rekabeti aynı belgesel de şöyle anlatmaktadır. “Fenerbahçe Başkentte bizi uzun süre yenemiyordu. Yine Lefter, Özcan, Basri, Naci, Kadri, Hilmi ve Can ile milli takım gibi çok iyi bir takımla geldiler. O takımı 2-1 yendik. Ertesi Lefter ağabeyi gördüm. ‘Ağabey, sizin takımın bize en az üç çekmesi lazım, aynı Real Madrid gibi kadronuz var ama hiçbir şey yoktu.' dedim. Selçuk ‘Bir orkestrada bir tane şef olur. Bizde beş tane şef var. Ben şef, Basri şef, Naci bir şef bu takımdan bir şey olmaz’ dedi. O sene Şenol ve Birol’lu Beşiktaş şampiyon oldu. Sonraki yıllarda da bizi uzun süre yenemediler. Bu sebepten Fenerbahçe ile maçlarımız hep hadiseli olurdu.”(1)
Atilla Türker’le gerçekleştirdiği ve Hürriyet Gazetesinde yayımlanan söyleşi de köylü sıfatı ve şapka konusuyla beraber dönemin şartlarını ile meslek aşkını şöyle dile getirmektedir: “Şapkasız maçlara çıkmazdım. Şapka adeta sembolüm olmuştu. Bu şekilde güneşten iyi korunuyor, maça daha iyi motive oluyordum. Gösterişsiz, süksesiz ve sade olduğum için bana bu lakap takıldı. Köylülük; saflığın, temizliğin ve dürüstlüğün simgesidir. Her insan, köylü olamaz. Atatürk bile ‘Köylü, şehirlinin efendisidir’ demiş. Ankara’ya gelirken beş bin liraya transfer oldum. İyi paraydı. Hem de çok iyi. Kimse alamazdı ki, o zamanlar bu parayı. O yıllarda en kral lokantada iki buçuk liraya karnınızı doyururdunuz. Hayat ucuzdu. Ama beş bin liraya bir ev de zor alırdınız. Günümüzde çok para dönüyor. Parayı gören futbolcu, şımarıyor. Hiçbiri oynayamıyor. Her işin, her ücretin, dengeli olması gerekiyor. Kaleciliğim dönemimde kendime iyi bakardım. Zaten pek yedek kalmadım. 16 yıl boyunca banko oynadım. Kulübümü bugün olduğu gibi, o gün de çok severdim. Kadromuzda Türkiye'yi yöneten insanlar vardı. Hepsi kariyer sahibiydi. Aramızdan genel müdürler, müsteşarlar, üst düzey bürokratlar ve sanatçılar çıktı. Gençlerbirliği'nin bu yönü, ayrı bir övünç kaynağıdır. Spor ve kültür, camiamız için ayrılmaz bir bütündü.”(2)
Köylü Selçuk, gazeteci-yazar Atilla Türker’in kalecilik mesleği hakkında sorduğu soruları da şöyle cevaplandırır: “Gençliğimde çok iyi voleybol oynardım. Bu yüzden kaleciliğe merak sardım. Ayrıca lise yıllarında kasa ve minder hareketlerini çok iyi yapardım. Haliyle belli meziyetlere kavuştum. Çok iyi yer tutardım. Doksan dakika boyunca gözümü kırpmadan, oyunu takip ederdim. Rakip oyuncuları da iyi tanırdım. O zamanki şartlar nispetinde her maça gider, oyuncuların özelliklerini ezberlerdim. Kim nereye vuracak, nasıl kafaya çıkacak, topu nereye atacak, iyi bilirdim. Şimdi inanılmaz bir teknoloji var. Kalecilerin, rakip oyuncuları daha iyi tanıması gerekiyor. Kaleci, yalnız adamdır. Seksen dokuz dakika boyunca on kurtarış yapar, son dakikada bir gol yer, ondan kötüsü olmaz. Ama bir forvet on gol kaçırır, bir tane atar, kahraman olur. Kalecilerin bu doğrultuda çok dikkatli davranması gerekiyor. En ufak hata, hüsrana yol açar. Tabelayı kaleciler belirler. Kalecinin maça çok iyi konsantre olması, tribünlere kulağını tıkaması gerekir. Türkiye'de kaleci antrenörlüğünü bilen beş kişi varsa, biri benim. Yetiştirdiğim çok sayıda kaleci var. Hepsinin temel eğitimini ben verdim. Kaleci antrenörlüğü öyle kolay bir iş değildir. Sadece üzerine top atarak, kaleci çalıştırılmaz. Kaleci önce iyi yer tutacak, pozisyonunu alacak. Sürat intikali, çabukluğu, çevikliği iyi olacak. Haliyle bu özelliklerini artırıcı çalışmalar yapacak. İyi kalecinin, ceza sahasına hakim olması gerekir. Bizdeki kaleciler, değil ceza sahasına, kale sahasına bile hakim olamıyorlar. Üstelik kaleci, önündeki on futbolcuyu da iyi idare edecek. Ne de olsa, geri plandan herkesi görmenin avantajını taşıyor. Arkadaşlarını uyaracak, yönlendirecek, motive edecek. Akıllı ve becerikli bir kaleci, galibiyette çok önemli rol oynar. İyi kaleci, büyük maçlarda belli olur. Bir kurtarış yapar, takımına puan getirir, şampiyonluk getirir. Takıma ayrı bir hava verir. Kaleci, maç içinde hiçbir zaman sabit durmamalı. Çünkü beyin ve de adale olarak, bir soğuma başlar. Bu yüzden de çok basit goller yer. Tüm bunlar doğrultusunda şunu çok net biçimde söylemek istiyorum. Türkiye'de halen iyi kaleci yok. Kalecilik, çok büyük incelikler üzerine kuruludur. Bunu da her antrenör bilmez. Kaleci topa öyle bir tokat vurur ki, top kornere gider. Ama aynı kaleci, aynı topa, az bir açı vererek elini dokunur, top bu kez rakibin önüne düşer.”
Selçuk Çakmaklı, jubile yapıp futbolu bıraktıktan sonra, antrenör olarak alt yapı ve A takım olmak üzere kaleci antrenörlüğü yaptı. Öğrencileri arasından Kaleci Eser çıktı. Kaleci Eser’i de Yüksel Doğanay Adana Spor’a götürdü ve oradan da Galatasaray’da uzun yıllar kalecilik yaptı. Gençlerbirliği'nin lig tarihinde en uzun süre gol yemeyen kalecisi 1965-1966 sezonunda 526 dakika boyunca kalesini gole kapatan Selçuk Çakmaklı olup, bu rekor hala kırılamamıştır.
Gençlerbirliği tarihini ele alan Tanıl Bora, kaleme aldığı “Ankara Rüzgarı” adlı eserinde, dönemin İstanbul takımları ile olan rekabeti ve kaleci Selçuk Çakmaklı'yı şöyle anlatmıştır:
5 Mart 1961'de İstanbul'da oynanan 3-3'lük Fenerbahçe maçı, kulübün İstanbullu büyükler karşısındaki direniş tarihinde ayrı bir yere sahiptir. ‘Rozet maçı’ olarak ünlenmiş maçtır bu. O sırada kulübün başkanlığını üstlenmiş olan Orhan Şeref Apak, Fenerbahçe Başkanı Fikret Arıcan'a karşı bir iddia atmıştır ortaya: “Fenerbahçe'yi burada yeneceğiz. Onlar yenerse ben bir sene boyunca Fenerbahçe rozeti takacağım. Yenersek de Fenerbahçe Kulübü Başkanı bir sene boyunca Gençlerbirliği rozeti taksın!” Orhan Şeref Apak hem takımına güveniyordur gerçekten, hem de gözü maçın hâsılatındadır. Galip gelen kulüp maç hasılatının %60'ını alıyordur ve o dönemde kendi yağıyla kavrulan kulüpler için bu küçümsenmeyecek bir gelir kalemidir! Kalabalıkların hınca hınç stada sığmadığı, müthiş çekişmeli, sert bir maç olur. Zeynel, kornerden gol atma yeteneğini konuşturur. Son dakikalara girerken Gençlerbirliği, sarı-laciverte bürünmüş Mithatpaşa arenasında 3-2 öndedir. 83. dakikadan sonra olanları Zeynel Soyuer anlatıyor: “3-2 bitiyordu… bir pozisyon oldu, kaleci Selçuk'a bariz faul yapıldı, öyle bir gol attılar. Orta hakem Muzaffer Sarvan, Oğuz Sarvan'ın babası, golü verdi, yan hakem Orhan Gönül gitmedi santraya. Mecburen Muzaffer Sarvan ona gitti, golü iptal edince de saha karıştı. Kıyamet koptu. Sonra yeniden bastırdılar, yine kaleci Selçuk'un falan sırtına binip aynı golü bir daha attılar. Maç 3-3 bitti sonuçta. Bakmayın, şimdi de şikayet ediliyor falan ama o zaman üç büyüklerin çok büyük fazlası vardı, hakemler üzerinde çok tesirleri vardı. Şimdi yine iyi!” 86. dakikadaki beraberlik golünde yan hakem ofsayt kaldırmış ama Muzaffer Sarvan bu bayrağı dikkate almamıştır. Öyle de kalmamış, maçtan sonra Fenerbahçeliler Gençlerbirliği oyuncularını saha içinde kovalamış, tartaklamış, Tevfik Kutlay'ın hatırladığına göre kulübün sembol kişilerinden, malzemeci Tavukçu Hüseyin'i dövmüşlerdi. Bu maçtan sonra Fenerbahçeli altı futbolcu ceza kuruluna sevk edildi, bir ila 3 ay hak mahrumiyeti cezasına çarptırıldı. Ayrıca Fenerbahçe teknik direktörü Szekely bir, genel sekreteri Faruk Ilgaz altı ay hak mahrumiyeti cezası aldılar. Kaleci Selçuk Çakmaklı, bu maçı, kendine özgü bir ezeli rekabetin, Gençler - Fener rekabetinin miladı sayıyor: “Maçı berabere bitirene kadar öldü, Muzaffer Sarvan! Bizi de Gazhane'den kaçırdılar. Fenerliler o gün bizi yenememeyi hazmedemediler. Ta o eskiden beri gelen bir rekabet var aramızda!" (3)
Foto: "Döğüşenler de Var, Bu Havalar da" belgeselinden alınmıştır.
BAŞKENT’TE TARİHİ KARŞILAŞMA: Ankara, o zamana kadar gördüğü en hareketli maça ev sahipliği yapmıştı. 1968-69 Sezonun da 19 Mayıs Stadyumunda oynanan Galatasaray - Gençlerbirliği karşılaşmasın da kaleci Selçuk Çakmaklı’nın üstün performansı ile maçı Ankara ekibi 2-1 kazanır. O yıllar da maç görüntüleri sinemalarda filmlerin arasında veya öncesinde verilir, büyük coşkuyla izlenirdi.
Kaynakça
- Köylü Selçuk: Gençlerbirliği Formasıyla 337, Döğüşenler de Var Bu Havalarda belgeseli kamera arkası, Alkaralar TV.
- Selçuk Çakmaklı: "Parayı gören şımarıyor", Atilla Türker, 18 Mart 2007, Hürriyet Ankara Gazetesi.
- Ankara Rüzgarı, Gençlerbirliği Tarihi, Tanıl Bora, s. 150-151-152, Ankara 2003