Milli Eğitim Bakanlığına ve Aileden Sorumlu Bakanlığa Eleştiri
Velilerin okulu basıp öğretmeni darp etmesi, öğretmenin öğrencisini uyarması ve azarlamasının bile suç sayılıp öğretmenin soruşturma geçirmesi artık günlük olay haline gelmiştir. Bir öğrencinin sırasından kalkıp ders veren öğretmeninin yanına kadar gidip dans ederek yüzünü okşaması bunu arkadaşına kaydettirmesi ve bununla yetinmeyip Tik Tok’a servis etmesi ülkemizde eğitimin yozlaştığını göstermektedir.
Avrupa Birliğine Uyum Yasaları kapsamında mecburi eğitimin 16 yıla (4+4+4) çıkarılması, okul ve derslik sayısının artırılması eğitimin kalitesini artırmak şöyle dursun, yapılan masrafların da boşa gittiğini; Aileden Sorumlu Bakanlığın da aileyi eğitmede başarılı olmadığını göstermektedir. Çocuğun ilk ve temel eğitim kurumu ailedir. Ailenin veremediği ahlak eğitimini okullar veremez. Bir çocuk 6 yaşına geldiğinde aileden aldığı eğitimin şekline ve kalitesine bağlı olarak bir kişilik kazanmış bulunmaktadır. Eğer ailede sevgi, saygı, merhamet, kendisinde emeği olana vefa, yardımlaşma, sorumluluk gibi insani ve İslami temel değerler kazandırılmaz ise bu değerlerin okulda verilmesi mümkün değildir. Okullarda verilmesi planlanan değerler eğitimi programları aileden beklenen sorumluluğu da okula yüklemekten ibaret olup suyu tersine akıtmaya benziyor ki bu yüzden tutmamıştır.
Nasıl oluyor da “Cennet annelerin ayağı altındadır” diyen bir peygamberin ümmeti olan ve “Rabbin, sadece kendisine kulluk etmenizi ve anne babanıza iyi davranmanızı emretti. Onlardan biri veya ikisi senin yanında yaşlanırsa onlara öf bile deme! Onları azarlama. İkisine de gönül alıcı güzel sözler söyle. Onlara merhametle ve alçak gönüllülükle kol kanat ger. ‘Rabbim! Onlar nasıl küçüklükte beni şefkatle eğitip yetiştirdilerse şimdi sen de onlara merhamet göster’ diyerek dua et.” (isra-23-24)diye emreden bir Allah’a iman eden neslin çocukları şu veya bu sebeple anne ve babalarını dövecek ve öldürecek kadar ileri gidebiliyorlar? Nasıl oluyor da “Bu can bize Allah’ın emanetidir” inancı taşıyan bir neslin çocukları küçük yaşlarda madde bağımlısı olabiliyor? Madde Bağımlılığı Tedavi Merkezi (ÇEMATEM) verilerine göre uyuşturucu kullanım yaşı 13’e kadar inmiş durumda. Zehir tuzağına düşürülen gençlerin yüzde 4’ü ortaokul, yüzde 14’ü liseye devam ederken, yüzde 18’i ilkokul terk, yüzde 20’sinin ortaokul terk ve yüzde 30’unun da lise terk olduğu tespit edilmiş.
Aileler Narsistik Çocuklar Yetiştiriyorlar
Yozlaşmış Avrupa kültürünün egemen olduğu bazı yayın organlarında öğrencisinin kulağını çeken, azarlayan öğretmenin/öğretmenlerin videosunu yayımlayarak “çocuk hakları adı altında” öğretmeni suçluyor, soruşturma geçirmesini, hatta meslekten men edilmesini isteyebiliyor. Kimi babalar ve anneler, ders sırasında ya da teneffüste öğretmenin karşısına dikilip “çocuğumu arkadaşlarının önünde azarlamış, hakaret etmiş, küçük düşürmüşsün” diyerek öğretmenle tartışıyor, onu tehdit ediyor hatta darp edebiliyor. Ders dinlemeyen, ödev yapmayan, öğretmenine saygısızlık yapan, diklenen öğrenciden hiç bahsedilmiyor. Her şeye rağmen sınıf geçecek ve diploma alacak ise neden çalışsın, neden kurslara katılsın, neden zahmet çeksin ki! “Hz. Ali Efendimizin, “Bana bir harf öğretenin kölesi olurum,” sözü çalışmadan sınıf geçen bu öğrencilere komik geliyor, bıyık altından gülüyorlar.
Öğretmen, çalışmayan öğrencisinin karnesine zayıf verdiği ve sınıfta bırakacağı zaman sene içinde veli toplantısına gelmeyen, çocuğunun dersleriyle ilgilenmeyen veliler, sene sonunda gelip öğretmene, “öğretmenim bırakın geçiversin, sizde uğraşmayın, biz de uğraşmayalım.” diyebiliyor. Öğretmen işi onur meselesi yapıp öğrenciyi sınıfta bıraksa, bu kez Milli Eğitim Müdürlükleri, bu öğrencilere neden kurslara katılmasını ve notlarını düzeltmesini sağlamadınız,” diyerek öğretmeni sorgulayabiliyor.
Bir sohbette sahabe Resulü Ekrem Efendimize kıyamet alametlerinden sorduğunda şöyle buyurur: “Ahir zamanda anneler kendilerine köle muamelesi yapacak çocuklar doğuracaklar” (Müslim, İman, 1,5). Günümüzde bu hadisin onlarca tezahürüne şahit oluyoruz. Anne babalar; “Biz sıkıntı çektik, baskı altında büyüdük, çocuğum sıkıntı yaşamasın, serbest büyüsün” diyerek her isteğini yerine getiriyor, davranışlarına sınır koymuyor. Doğumundan itibaren üzerine titriyor. Düştüğü zaman çocuğun değil annenin canı yanıyor. Çocuk kendisi kalkabilecekken anne koşup kaldırıyor. Anne farkında olmadan, çocuğa “sen zahmet çekme, her düştüğünde seni kaldırırım,” mesajı vermektedir. Çocuk evde koştururken sehpaya veya sandalyeye çarptığı ve canı yandığı zaman anne koşturup çocuğu öpüyor, çarptığı sehpaya veya sandalyeye vuruyor: “Seni yaramaz sehpa nasıl yavruma çarparsın, al sana!” diyor. Anne, bu davranışıyla canlı-cansız ayırımı yapamayan çocuğuna şu mesajı vermiş oluyor: “Senin suçun yok, suç sehpada.”
Piaget ve arkadaşları araştırmalarında, 3-5 yaş arası, işlem öncesi dönemde çocuklarda “canlılık, yapaylık ve ortaklık olmak üzere üç görsel içerikli inanış biçimi olduğunu tespit etmişler. Buna göre çocuk canlı cansız ayırımı yapamaz, güneşin, ayın ve yıldızların da canlı olduğuna inanır. Rüya ile gerçeği de ayıramaz, rüyasında gördüklerini yaşadığını zanneder. Hayali arkadaşları vardır. Oyuncak bebeğiyle canlıymış gibi konuşur, ona isim verir ve ismiyle seslenir. Odası oyuncaklarla dolu bir çocuk onlarla iletişime geçme, duygusal bağ kurma ve isim verme zamanı bulamaz. Doyumsuz olur, yeni oyuncaklar ister. Okul öncesinde çocuklarda zaten “ben merkezli bir kişilik” vardır. Her isteğinin yerine getirilmesini ister, yoktan anlamazlar. Eğer anne baba isteklerine ve davranışlarına sınır koymaz, her isteğini yerine getirmeye çalışırsa, çocuk egemen bir aile modeli ortaya çıkar. Anne baba her isteği yerine getirildiği ve davranışlarına sınır konmadığı zaman çocuğun doyuma ulaşacağını ve mutlu olacağını zanneder. Gerçekte durum bunun tam tersidir. Çocuk elindekilerin kıymetini bilmez, doyumsuz, saygısız ve nankör olur.
Cep telefonumda virüs bulaşmasından dolayı bir sorun vardı, tamir için cep telefonu satan ve tamir eden bir yetkili servise gittim. Benim önümde kıyafetinden inşaat işçisi olduğu belli olan bir erkek elindeki kâğıdı satış elemanına uzatarak, “Bu telefon sizde var mı?” diye sordu. Eleman, “Var” dedi. Adam fiyatını sordu. Telefonun fiyatı o günün parasıyla benim kullandığım telefonun üç katı pahalıydı ve benim telefonumdan iki model üstte idi. Dayanamadım, “Bu pahalı telefonu ne yapacaksın?” diye sordum. “Kızıma alacağım,” dedi. “Bu kadar pahalı telefona ne gerek var, bak benim telefonum her işimi görüyor ve fiyatı daha uygun,” dedim. Adam boynu bükük: “Arkadaşlarında hep bu telefondan varmış, “senin telefonun deden mi kaldı!” diye alay ediyorlarmış,” dedi. Kızının ortaokul ikinci sınıfa gittiğini söyleyince çok şaşırdım. “Bak kardeşim, ben çocuk psikoloğuyum, bu davranışın yanlış. Kızın bu telefonun pahalı olduğunu ve senin gücünü aştığını bildiği halde sana acımıyor ve bu telefonu istiyor. Alırsan kızına büyük kötülük yapmış olursun,” dedim. Adam ağlamaklı, “Haklısınız, zaten buna gücüm yetmez,” diyerek telefoncudan çıktı. Eğer kendimi frenlemeseydim, adam şöyle diyecektim: “Sen daha baştan her isteğini yerine getirerek çocuğu şımartıp onun kölesi olmuşsun. Öyle sanıyorum ki kızın inşaat işçisi bir babası olduğunu da arkadaşlarından saklıyordur.”
Yine anne babalarda çocuğunun davranışlarını abartma, övgülere boğma, onu alkışlama ve ödüllendirme eğilimi vardır. Ondan akıllısı, ondan yakışıklısı, ondan güzeli yoktur. Çocuk bu övgüler karşısında kendisini dünyanın merkezinde görür ve “ben” duygusu (egosu) kabarır. Davranışlarına sınır konmasından eleştirilmesinden hoşlanmaz. Herkese tepeden bakar. “Eğer ben çok akıllı ve mükemmel isem, yaptıklarım doğrudur, beni eleştiremezsiniz” diye düşünür. Bunun adı narsistik kişilik bozukluğudur. Bunun sebebi ve sorumlusu da öncelikle çocuğun kölesi haline gelmiş annelerdir.
Narsistik kişilikte genetiğin payı olmakla birlikte daha çok hatalı bir ebeveynlik tutumuna bağlı olarak zaman içinde gelişmektedir. Bir araştırmada araştırmacılar, hangi ebeveynlik türlerinin narsistik kişilik oluşturmaya daha yatkın olduğunu anlamak için yaşları 7 ile 11 arası değişen toplam 565 çocukla konuşurlar. Aynı zamanda bu çocukların ebeveynleriyle de (415 anne ve 290 baba) görüşürler. Buldukları sonuçlar, çocuklarında aşırılığa kaçan, aşırı öven, her imkânı fazlasıyla sağlayan, bir dediğini iki etmeyen, çocuğunun üstün olduğunu ve özel muameleyi hak ettiğini söyleyen ebeveynlerin narsistik çocuklar yetiştirmeye daha yatkın olduklarını ortaya çıkarır. Bu çocuklar büyüdüklerinde aynı şekilde narsis birer yetişkin oluyorlar.
Narsislerde başkalarının duygu ve düşüncelerine değer vermeyen, empati yapmayan, ilişkilerini kendi çıkarları doğrultusunda kullanan, başkalarını kıskanan ya da herkesin kendini kıskandığını düşünen, egosu yüksek, küstah davranışlar sergileyen, herkesin kendisine hizmet etmesi gerektiği düşüncesiyle hareket eden kişilik yapıları vardır. Kendilerine yöneltilen eleştirileri kabul etmez, kabul etmediği gibi haklı çıkmak için karşı tarafı suçlu çıkarma, olamayan şeyleri var olarak gösterme eğilimindedirler. Öğretmenlerine kızgınlık duyan ve intikam almak için babalarını kullanan, onları kışkırtarak öğretmenin üzerin salan bu tip öğrencilerdir. Öğretmenlerine saygısızlık yapan, kendisinde emeği olan insanlara mihnet etmeyen öğrenci tipi sanmam ki kendi anne babasına ve aile büyüklerine saygılı olsun. Toplu taşıma araçlarında kendisi koltukta otururken yanı başında ayakta duran yaşlı insanı görmezden gelen, yer vermemek için uyuyor numarası yapan öğrenci tipi de bunlardır.
Bir anekdotla konuyu bağlayayım. Belediye otobüsüne bindiğimde boş koltuk olmadığı için ayakta seyahat etmek zorunda kaldım. Biraz ileride modern giyimli bir anne 3-4 yaşlarında bir kız çocuğuyla bitişik iki koltukta oturuyor, hemen yanı başında yaşlı bir kadın ayakta duruyor. Anneyi uyarsam azar işiteceğim kesin. İngilizce bildiğini tahmin ederek şöyle dedim: “Ifyourbeloveddaughterdoesn’trespectthisoldlady,whenshearrives at theteenageshewill not respectyouand her elderstoo” (Eğer sevgili kızınız bu yaşlı bayana saygı göstermez ise, ergenlik yaşına ulaştığında size ve büyüklerine de saygı göstermeyecektir.) Verdiği cevap: “Shutup, that’s not your business!” (Kapa çeneni, bu seni hiç ilgilendirmez!” Şaşırmadım. Ben zaten bunu bekliyordum. En azından etraftakiler durumun ne olduğunu anlamadılar…