PEDAGOG ALİ ÇANKIRILI İLE “ÇOCUKLARDA DİNİ VE AHLAKİ EĞİTİM” ÜZERİNE SÖYLEŞİ

Ekrem Altıntepe (Moral Dergisi Genel Yayın Yönetmeni)




Çocuğa ahlaki ve dini değerlerin kazandırılmasında anne babaların en çok yaptığı hata nedir?

 

Anne babalar özellikle iki konuda, cinsiyet ve din eğitiminde, çocuğun sorusuna cevap verirken veya bir telkinde bulunurken konuya yetişkin gözüyle yaklaşıyorlar. Çocuğun dikkat süresi kısadır, uzun açıklamaları dinleme sabrı gösteremez. Yetişkin mantığı ile yapılan açıklamaları anlamakta zorlanır, kafası karışır. Çocuğun sorusuna cevap verirken veya bir nasihatte bulunurken detaya girmeden, kısa ve basit bir dil kullanmalıyız. Vereceğimiz bilgi kısa, doğru ve çocuğun anlayacağı basitlikte olmalıdır. 

 

Çocuklara Kur’an öğretme, sure ezberletme, hafızlık yaptırma hangi yaşlarda ve nasıl yaptırılmalıdır?

 

Ana okulu yaşı olan 4-5 yaşlar ezber yapabileceği yaşlardır. Dikkat ettiğinizde bu yaştaki çocukların şarkı ve şiirler ezberlemede başarılı olduklarını görürsünüz. Neden? Çünkü şiirde ve şarkıda ses uyumu ve ritim vardır. Bu yaşlarda çocuk okuma yazma bilmediği için elifbadan başlamak doğru değildir. Ezber yaptırmada eski kulaktan duyma yöntemine ek olarak oyun formatında hazırlanmış görsel materyal kullanılması ezberi kolaylaştırmaktadır. Bu yaştaki çocukların oyun çocuğu olduğu unutulmamalı, mümkün oldukça montessori yöntemi adını verdiğimiz “oyunla ve müzikle öğretme” ön planda olmalı. 

 

Muhafazakâr aileler çocukları küçük yaştan itibaren namaza alıştırmaya çalışıyorlar. Ancak çoğu aileler çocuğun direnciyle karşılaşıp çatışma yaşıyorlar. Bunun sebebi nedir; aileler nerede hata yapıyorlar?

 

Muhafazakâr aileler çocukları küçük yaştan itibaren namaza alıştırmak isterken aslında iyi niyetliler. Ancak bunu yaparken takındıkları tutum ve kullandıkları metot çocuğun zihinsel ve duygusal gelişimine uygun olmadığı için iyi niyet yetmiyor. Hatırlarsanız, yukarıda anne babaların çocuk eğitirken konuya yetişkin gözüyle yaklaştıklarını söylemiştik. Anne baba olaya yetişkin gözüyle yaklaştığı zaman çocukla iletişim kurmada ve sözünü dinletmede sıkıntı yaşıyor. Çocuk “neden namaz kılıyoruz?” diye sorduğu zaman; anne baba “Allah’ın emri olduğu için” diye cevap veriyor. Bu yetişkin için doğru, ama çocuk için yanlış bir cevap. Neden? Çünkü o yaştaki çocuk namazdan sorumlu değildir.

 

Çocuğun “namaz kılmazsak ne olur?”diye sorduğunu varsayalım. Anne baba yetişkin gözüyle baktığında “Allah namaz kılmayanları cehennemine atar” dediğinde yine yetişkin mantığıyla cevap vermiş, çocuğa cehennem kapalı olduğu için, çocukta hatalı bir Allah inancının yerleşmesine sebebiyet vermiş olur.

 

Çocukları ibadete alıştırmada en güzel örnek Peygamber Efendimizdir. Onun çocuklarıyla, evlatlıklarıyla ve torunlarıyla olan ilişkilerine baktığımızda; onları ibadetler konusunda hiç zorlamadığını, çocuk olduklarını unutmadığını, bize de “çocuğu olan onunla çocuklaşsın” buyurarak çocukların seviyesine inerek empati yapmamızı tavsiye etmiştir.

 

Allah kavramının çocuğa anlatılması nasıl olmalıdır, nasıl olmamalıdır?

 

Çocuklar yedi yaşına kadar benmerkezci bir kişiliğe sahiptir. Benmerkezci kişilikte görsel içerikli üç düşünce biçimi vardır: Canlılık (animism), yapaylık (artificialism) ve ortaklık (participation). Canlılıkta çocuk güneşin, ayın ve yıldızların tıpkı insanlar gibi canlı olduğuna ve hayatla birlikte ortaya çıktığına inanır. Bu inanış biçimi, canlı-cansız her şeyin Allah’ın emrine itaat ettiğine inanmasını kolaylaştırır: Allah, âlemlerin Rabbidir. Yapaylıkta çocuk güneşin, ayın ve yıldızların kendi kendilerine ortaya çıkmadıklarına, güçlü biri tarafından yapılmış nesneler olduğuna inanır. Çocuktaki bu düşünce yapısı, her şeyi Allah’ın yarattığına inanmasını kolaylaştırır: Allah, Hâlik-i Küllü Şey’dir. Ortaklıkta çocuk insanlar, nesneler ve olaylar arasında bir ilişki ve bir etkileşim bulunduğuna inanır. Örneğin, düştüğü zaman yaptığı bir yaramazlıktan dolayı düştüğüne inanır. Bu inanış biçimi çocuğun “kaza ve kadere iman” etmesini kolaylaştırır.

 

Çocukta, 7 yaşına kadar görsel düşünce hâkim olduğu için “sakla samanı gelir zamanı” gibi soyut kavramları anlayamaz. Bu yüzden Allah’ı güçlü bir insana veya masal kahramanına benzetmekten kurtulamaz. Allah, her türlü ihtiyaçtan münezzehtir; yemez, içmez, uyumaz” dediğinizde çocuk bunu anlayamaz. Çocuk ibadet ettiğimizi, dua ettiğimizi, Allah’ın ismini andığımızı duydukça ve gördükçe yukarıdaki üç düşünce biçiminin de yardımıyla Allah’a olan inancı ve imanı güçlenecektir. “Allah ne kadar büyük? Allah’ı neden göremiyoruz? Allah’ın evi yok mu, nerede oturuyor?” gibi soruların cevabı geniş bir yer tutacağı için okuyucularımıza bu soruların cevabının “Çocuğun Manevi Eğitimi” isimli kitabımda bulunduğunu söylemekle yetinelim. 

 

Ölüm, ahiret, cennet, cehennem, melek kavramları çocuğa en iyi şekilde nasıl anlatılabilir?

 

Okul öncesi çocukları için “masal çağı çocuğu” tabirini de kullanıyoruz. Çocuklara masal anlattığınızda “inanmıyorum, böyle şey olmaz” dediğini hiç duydunuz mu? Anlattığımız masalların gerçekleşmiş olduğuna inanır. Çocuklar 5 yaşına kadar hayal ile gerçeği birbirinden ayıramaz. Hayal ettiği şeylerin de gerçekleşeceğine inanır. Kardeşini kıskandığı için ölmesini hayal etse, kardeşi de kazara bir hastalığa yakalanıp ölse, hayal ettiği için öldüğünü düşünür, kendisini suçlu hisseder. Masal çağı çocuğu rüya ile gerçeği de birbirinden ayıramaz. Rüyasında gördüğü olayları gerçekten yaşadığını zanneder.

Bu düşünüş biçimi çocukların öbür dünyaya, cennete ve meleklere inanmasını kolaylaştırır.

 

Çocuklarda taklit güçlü bir öğrenme aracıdır. Çocuklar soyut kavramlara da bizi taklit ederek inanırlar. Karanlıktan ve yalnız yatmaktan korktuğu söyleyen çocuğa hiç korkmamasını, çünkü sabaha kadar iki meleğin onu beklediğini ve tehlikelerden koruduğunu söylediğimizde çoğunlukla işe yaramaktadır. Cehennem konusuna gelince: Buluğa erinceye kadar çocuklara cehennem kapalı olduğu için önce cenneti olan Allah’ı anlatmalıyız ki, Allah’a korku ile değil sevgi ile bağlansın.

 

İsraf etmemek, iktisat etmek, kanaat etmek, çevremizi temiz tutmak gibi İslami ve insani değerleri çocuğa nasıl kazandırılmalıyız?

 

Seneler önce, “adabı muaşeret” veya yeni adıyla “görgü kuralları” adıyla bir kitap yazmayı düşünmüş, bunun için rahmetli Münevver Ayaşlı hanımefendi ile “Osmanlıda adabı muaşeret” konusunda röportaj yapmak için Beylerbeyindeki yalısına gitmiştim. Bana: “Oğlum sen nerelisin?” diye sormuş, ben de “Çankırılıyım” demiştim. Gülmüş ve şöyle demişti: “Adabı muaşeret kitaptan öğrenilmez, ailede ve toplumda yaşanarak kazanılır:” Toplumun bugünkü haline bakınca Münevver Ayaşlı hanımefendiye hak vermemek mümkün değil. Piyasada görgü kuralları adıyla birçok kitap var; ama acaba kaç kişi bu kitaplardan adabı muaşerete göre davranmayı öğrenebildi.

 

İsraf, iktisat, kanaat, temizlik konularına gelince: Bunlar ailede ve toplumda yaşanarak kazanılır. Bu değerlerin yazılı materyalle ve nasihatle öğretilmesi çok zordur. Temizliğin inancımızın gereği olduğunu, abdestsiz namaz kılınamayacağını bilmeyenimiz var mıdır? Peki, sokaklarımızın, piknik yerlerimizin, hatta cami şadırvanlarının çöp içinde oluşunu ne ile izah edeceğiz? İsrafın haram olduğunu bilmeyenimiz var mı? Her gün tonlarca bayat ekmeğin çöpe atılmasına ne diyeceğiz? Demek bilmek yetmiyor; bununla amel edilmesi gerekiyor.

 

Öğrencilerimin çoğu iş güç, çoluk çocuk, ev bark sahibi oldular. Bazen eşleriyle ve çocuklarıyla beni ziyarete gelirler. Çocukları beni sever, Ali dede” diye çağırır. Beni ziyarete gelen öğrencilerimden birinin üç yaşındaki kızıyla çocuk parkına gittik. Alışık olduğum üzere, giderken yol üzerinde gördüğüm çöpleri topluyordum. Çocuğun dikkatini çekmiş. Âli dede, neden çöp topluyorsun?”dedi. Ben de: “Allah, yerden bir çöp alana on sevap yazdırıyor” dedim. “Ben de toplarım” dedi ve önüme geçerek benden önce çöp almaya başladı.

 

Amerika’da Alabama Üniversitesi’nde master yaptığım yıllarda yaşadığım bir olayı paylaşmak istiyorum. Üniversitenin self servisle yemek alınan yemekhanesinin girişinde: “Take what you need, eat what you take” (ihtiyacın kadarını al, aldığını da ye) yazıyordu. Kapıdan girerken yanımdaki Çinli öğrenciye “ yazıyı göstererek bunun dinimizde Allah’ın emri olduğunu söyledim. Sohbet ederek tepsilermize yemeklerimizi alıp aynı masaya oturduk.

 

Masamıza Ürdünlü bir öğrenci de elinde tepsisi gelip oturdu. Tepsi beş kişiyi doyuracak yemek ve tatlı çeşidiyle doluydu. Hepsini yemeyeceği belliydi. Ben ve Çinli tepsimize aldığımız yemekleri bitirdik. Çinlinin tabağında bir pirinç tanesi kalmıştı; onu almaya çalışıyordu. “Bir pirinç tanesi için neden uğraşıyorsun?” dedim. Tebessüm ederek: “Bizim israf yapma lüksümüz yoktur; ülkemizde aç insan yoksa bunu iktisada borçluyuz” dedi ve ekledi: “Bir pirinç tanesini Çin nüfusuyla çarp bakalım hocam, kaç ton pirinç yapar?”

 

Çok şaşırmıştım. Tepsisine aldığı yemeklerin ancak beşte birini yiyebilen, kalanını dökeceği belli olan Ürdünlüye döndüm: “Çinlinin söylediklerini duydun mu?”dedim. “Sen nasıl Müslümansın? Kur’an’da: ‘Yiyin için, ama israf etmeyin; Allah israf edenleri sevmez’ buyrulmuyor mu?” Ürdünlü ne cevap verse beğenirsiniz: “Ben Amerika’yı sevmiyorum, böyle yaparak Amerika’ya zarar veriyorum.”

 

Çocuğa şükretmeyi nasıl öğretmeliyiz?

 

Çocuk şükretmeyi de bizi taklit ederek öğrenecektir. Sofraya oturduğumuzda yemeğe “besmele” ile başladığımızı, yemekten sonra verdiği nimetler için Allah’a şükrettiğimizi gördükçe ve yaşadıkça o da şükretmeyi öğrenecektir. Yemekte sohbet ederken Risalelerde geçen “tablacılık yapan manav ve bakkal bizden bir fiyat istiyor; nimetin gerçek sahibi olan Allah bizden ne istiyor?” diyerek konuyu açabiliriz. Bizde üç şey istediğini “zikir, fikir, şükür” üçlemesini anlatarak tefekkür denemeleri yapabiliriz.

 

Çocuklara yardımseverlik, merhamet, büyüklere saygı, iyi insan olma gibi değerleri kazandırmada nelere dikkat etmeliyiz?

 

Çocuklar doğuşta benmerkezcidir. Herkes ve her şey ona yardım etmek, isteklerini yerine getirmek için vardır. Paylaşmayı ve yardımlaşmayı bilmez. Kendi elindeki oyuncağını yanındaki çocuğa vermediği gibi, onun elindeki oyuncağa da sahip olmak ister. Anne baba zor kullanmadan, baskı yapmadan paylaşmayı ve yardımlaşmayı öğretmeli ve teşvik etmelidir.

 

Çocuk empati yapmasını, yani kendisini karşısındakinin yerine koymayı bilmez; onun duygularını anlamaya çalışmaz. Yanındaki çocuğun saçını çektiğinde veya kolunu ısırdığında canını acıttığını, buna hakkı olmadığını bilemez. Çocuk doğruyu ve yanlışı bizim koyduğumuz sınırlarla öğrenir. Yine baskı yapmadan, bilimsel yöntemlerle, davranışlarına sınır koyarak olumsuz davranışlarını onaylamadığımızı belli etmeliyiz.

 

Çocuklar üzerinde sözlerimizden çok davranışlarımız etkilidir. Çocuklar sevgi ve şefkat duygularını ailede yaşayarak, anne ve babanın birbirlerine ve aile büyüklerine karşı davranışlarını gözlemleyerek kazanır.

 

Çocuklara ahlaki ve dini kavramları öğretmede kitaplar ne kadar etkilidir? Bu kavramların öğretilmesi için “al, oku, öğren” anlayışı etkili midir?

 

Çocuklar okuma alışkanlığını da ailede yaşayarak kazanırlar. Anne babanın okuduğunu gören bir çocuk, okumanın bir ihtiyaç olduğunu öğrenir. Okuyan anne babalar, çocuklarına küçük yaştan itibaren resimli masal ve hikâye kitapları alır, odasına bir kitaplık koyar, “bu kitaplık senin” der, uykudan önce veya canları sıkıldığında kitaplıktan bir masal kitabı alır onlara okur. Kitap seçerken çok dikkatli olmalı, güvendiğimiz yayınevlerinin kitaplarını tercih etmeliyiz.

 

İmza günlerinde ilginç anne baba tipleriyle çok sık karşılıyoruz. Bir bayan veya erkek, anne babalar için yazdığım bir kitabı alır, çocuğunun adına imzalamamı ister. “Neden çocuğun adına imzalıyorum, çocuk mu okuyacak?” diye sorarım. “Evet, çocuk okuyacak” der.  “Ama ben bu kitabı anne babalar için yazdım” derim. “Olsun, der, sen yine de çocuğumun adına imzala.”

 

Okumayı sevmeyen, okuma konusunda çocuğa örnek olmayan anne babalar, çok ilginçtir, çocuklarının okumayı sevmediğinden yakınırlar. Kimi anne babalar da çocuğun okuyacağı kitaba kendileri karar verirler. Çocuğa seçme hakkı vermezler. Böyle tezatlarla dolu bir toplumuz vesselam.