Bu ropörtajımda Çankırı doğumlu İbrahim Gülmez’in hayatındaki ilginçlikleri ve Çankırı ile ilgili düşüncelerini bulacaksınız.

Bursa’da düzenlenen Çankırılılar gecesinde tanışma fırsatı bulduğum işadamı İbrahim Gülmez Çankırı’dan yetişmiş ve bugün 500’e yakın insana ekmek kapısı olan bir firmanın sahibi. Kendisini “işkolik” olarak tarif eden Gülmez, yılların verdiği deneyim ve tecrübelerini yeni nesillerle paylaşmaktan da kaçınmıyor. Haksan markasıyla otomotiv yan sanayinin nitelikli kauçuk parça ihtiyacını karşılıyor. Bugün kullandığımız bir çok beyaz eşyada onun ürettiği parçalar kullanılıyor. Kendisiyle Bursa Nilüfer Organize Sanayi Bölgesindeki şirket binasında görüştüğüm Gülmez; başarısını ve altında yatan nedenlerini, 18 yaşında ayrıldığı Çankırı ile şimdiki Çankırı arasındaki farkları ve bir işadamı olarak Çankırı’nın gelişmesi için ne gibi çalışmaların hayata geçirilmesi gerektiğini konuştuk. Oldukça keyifli geçen sohbetimizden herkesin alması gereken ders ise “kimsenin bir yerlere durduk yere gelmiyor olduğu” gerçeği.

- İbrahim Gülmez kimdir? Kendinizden kısaca bahseder misiniz?

- 4 Ocak 1957 Çankırı doğumluyum.  Kızılırmak’ın Sakarca köyündenim. Hala orada yakınakrabalarım yaşıyor. Babam o zamanlarda köyde pek fazla bir şey yapamadığı için Çankırı’ya gelmiş. Ben orada dünyaya geldim. Bana kalırsa benim hayatımın kader çizgisi de orada çiziliyor. Toplam dört kardeşiz, benden büyük iki tane ağabeyim var. Onlar Anka­ra’da yaşıyor, biz küçük kardeşimle beraber Bursa’da yaşıyoruz. 29 Ekim 1980 yılında yine Çankırılı olan eşimle evlendim 82 yılında bir kız çocuğu sahibi oldum ve şu anda tek çocuğum var.

- Babanız o zamanlar Çankırı’ya işçi olarak mı gelmiş?

- Ortakçı olarak gelmiş. Yani ekecek biçecek sonra tarladan çıkan mahsulden hakkını alacak o şekilde. Bir iki sene bu işle uğraşıyor daha sonra at arabası alıyor ve at arabasıyla nakliye yapıyor. Tabi bu arada biz Çankırı’ya geldikten sonra ben doğuyorum. Çocukluğum Çankırı’da geçti. İlkokulu Çankırı’da Karatekin İlkokulunda bitirdim. Ortaokulu Taş Mektepte okudum. Tatlı çayın kenarındaki bina da liseyi okudum. Fen bölümü mezunuyum.

1979 yılında Gazi Üniversitesinden mezun oldum ve 79 yılının aralık ayında Bursa’ya geldim. İlkokul, ortaokul ve lise dönemlerimde sürekli çalıştım. Her çocuk yapar bunları, ilk etapta gazete satarak, simit satarak, daha sonra yazları kahvehanelerde garsonluk yaparak, çay dağıtarak başladım. Daha sonra benim hayatımda ki en büyük değişiklik ortaokul ikinci sınıfta kahvehanede aşçılık yaparken tanıştığım ve benim hayatımda çok önemli bir yeri olan kendisi inşaat yüksek mühendisi Yusuf Turgut Gültekin diye bir ağabeyimiz var onun sayesinde oldu. Kendisi hala yaşıyor Allah uzun ömür versin. Gidip gelirken aramızda dostluk oluştu. Benim zaten o sıralar kesintisiz bir işe ihtiyacım vardı. Ortaokul 2. sınıfta onun yanına sürekli gidip gelmeye başladım. Yani okul saatleri dışındaki vaktimi onun bürosunda çalışarak geçirdim. Ondan sonra sürekli bir işim oldu. Sabahları gittim bürosunu temizledim. Tabi o zaman  böyle kaloriferli iş yerleri  yoktu sobalar vardı. Sobasını yakardım, öğlen arası gelip yapılacak ayak işlerini yapardım. Liseyi bitirene kadar onunla çalıştım. Liseyi bitirdikten sonra Ankara’ya gittim.

- Çocukluğunuzun Çankırı’sı nasıldı?

- Babam Çankırı’da çok fazla düzenli işler yapamadı. Çankırı’da Kırkevler denilen bir yer vardır. O tarafa doğru çok güzel bahçeler vardı. Çocukluğumun geçtiği bahçede oradaydı. Mal sahipleri o bahçeleri kullanamıyorlardı, biz onlardan kiralıyorduk. Ekiyorduk, biçiyorduk, geçimimizi öyle sağlıyorduk. Ticaret hayatıma annemin yetiştirdiği sebzeleri pazarda satarak başladım. O dönem Çankırı daha yeşildi, her taraf bağlık bahçelikti. Bu kadar modern bir şehir değildi. Kalenin altındaki yıkılmaya yüz tutmuş evleri hatırlıyorum. Adımlarımız küçük olduğu için o zamanlar yolar çok uzak geliyordu. Şimdi Çankırı’ya geldiğimde arabayla dolaşmak çok kolay. Benim çocukluğum da Çankırı’nın nüfusu on binlerdeydi. Fazla bir nüfusa sahip değildi ve herkes birbirini çok iyi tanıyordu.

Hatırlıyorum o zamanlar büyük seller geliyordu. Artık o büyük sellerin geldiği çay bile kurudu. O dönemlerde insanların eğlence anlayışı da farklıydı. Televizyon yoktu ve nasıl bir şey olduğunu çok merak ediyorduk. Televizyon 1974-75 yılında gelmişti. Orada televizyon işiyle uğraşan ismini çok net hatırlayamıyorum radyo tamiri yapan bir amca vardı. Rahmetli olduysa Allah rahmet eylesin yaşıyorsa Allah uzun ömür versin. Anka­ra’dan sinyalleri alabilmek için kendi imkanlarıyla çok uğraşmıştı. 1974 yılında dünya kupası vardı. Almanya ev sahipliği yapıyordu. Arada bir görüntü geliyordu gidiyordu. İlk televizyonu o amcanın sayesinde seyrettik. Televizyonu kendi dükkanına kurmuştu, çok uğraşmıştı.

 O zamanlar insanların hayatı çok farklıydı. Şehir hayatı yerleşmemişti, kendisi ekip biçen; yani köy hayatı mı diyelim öyle bir hayat yaşıyordu in­sanlar. Aşağı yukarı Çankırı’da 18 yıl kaldım. Daha sonra Ankara’da öğrenciliğe başladım ve orada da çalışmaya devam ettim. Devlet memurluğu yaptım. 79 yılında okulum bitmeye yakın devlet memurluğu gibi sabit bir işin beni mutlu etmeyeceğini  düşündüm. Yine benim hayatımda çok önemli bir yeri olan hayatı Çankırı da geçmiş Ferit bey ile tanıştım. O burada bir fabrika kuruyordu ve o genel müdürlüğünü yapıyordu. Ondan talepte bulundum, o da beni kabul etti. Ve iş hayatına bu şekilde başladım. 5 Aralık 1979 yılında Bursa’ya geldim. Çalıştığım yer yeni bir fabrikaydı.

- Ne iş yapıyordu fabrika?

- Fabrika otomotiv sanayi ile ilgili aydınlatma malzemeleri üretiyordu. Far yapıyordu fabrika ve her şey yeniydi. Teknoloji yeni, yüzler yeni ve başımızda Ferit Bey gibi değerli bir büyüğümüz vardı. O bize bir şeyler öğretti. Biz de gayret gösterdik. Yaklaşık 88 yılına kadar orda çalıştım 88 yılında oradaki işimi bıraktığımda satın alma müdürü olarak görev yapıyordum. O da bana büyük avantaj sağladı. Piyasayı ve neyin ne olduğunu tanıma ve bilme imkanı verdi. 1988 yılında kendi işimi kurdum. Belirli bir dönem kendi imkanlarımla ilerlemeye çalıştım ve daha sonra 90 yılında bu işten anlayan ve sermaye birikimi olan bir ortağım oldu. Sonra bir ortağımız daha oldu ve daha sonra 1992 yılında yine bu işten anlayan başka bir ortakla 4 ortak olarak bu işe devam ettik. Bu ortaklık 2001 yılına kadar kesintisiz sürdü. İlk etapta bu işe atölyelerde piyasada adı sanı duyulmayan makinelerle başladık. Daha sonra ufak ufak üzerine ekleyerek; özellikle 1990 ve 2000 yılları arasında ciddi dövizlerle boğuşarak 2000 yılında artık firmamızı belli bir noktaya getirdik. 2000 yılında da ortaklar arasında sıkıntılar yaratmamak için bazı prensip kararları aldık. Bir ortağımız parasını alıp ayrıldı, diğer ortaklarımızla hala devam ediyoruz ama herkesin kendi işletmesi var.

- Farklı bir marka adı altında mı?

- Hayır markamızın adını herkes kullanıyor. Bunda hiçbir mahsur görmüyoruz. Zaten en başta hepimiz beraber kader birliği yapıp bu işe başladık. Benim ortaklıkta şöyle bir inancım vardır. Ben gerçekten çok çalıştım, çok yoruldum ve çok emek verdim. Ama şunu da hiçbir zaman göz ardı etmem. Benim çok çalışmamın, çok emek vermemin diğer ortağımın kısmeti ve nasibiyle birleştiğine inanıyorum. Bizimkisi çok güzel bir ortaklık. Halen görüşmemiz devam ediyor. Üçümüz hep bir aradayız. En azından öğlen yemeklerimizi beraber yeriz. Hala birçok şeyi beraber paylaşırız ve iş olarak da her birimizde birbirimizi tamamlayan parçalar var. Şu an Haksan ailesinde çalışan sayısı 400 civarında. Ayrıca 80 kişi civarında yan sanayide çalışanlar var. Şöyle bir hesap yaptığımızda 500 kişinin ekmek yediği bir yer konumundayız.

Geçen yılki ciromuz yaklaşık 25 milyon euro. Bunun %40 ihracat,  geri kalan % 60’ı da buradaki büyük üreticilere gidenler. Tabi bu da bir ihracat sayılır. Türkiye’de bunu herkesin anlaması ve bilmesi gerekiyor. Bugün Türkiye’deki otomotiv sanayi yaptığı üretimin %65-70’ini ihraç ediyor. Tüketim olarak baktığınız zaman ithal araba tercihini %65–70 civarında kullanıyor ve %30 civarında yerli arabaları tercih ediyorlar. Bu anlamda otomotiv sektöründeki ithalat-ihracat  sayısal olarak kendini dengelemiş oluyor. Biz Türkiye’de beyaz eşya ağırlıklı çalışıyoruz. Bugün Türkiye’deki en büyük müşterilerimiz Vestel ve Bosch. Türkiye’de beyaz eşya olarak baktığımızda bizim için çok onur ve gurur verici rakamlar ortaya çıkıyor. Bugün en büyük beyaz eşya üreten ülke İtalya’ydı. Sonra Polonya’ya kaydı. Tabi Polonya’da bu iş büyük üreticilerin planladığı gibi gerçekleşmedi. Şu an bu konuda Türkiye’nin yıldızı parlıyor. Ayrıca biz Manisa’daki tesisimizde Vestel için lokal üretim yapıyoruz.

- Yedek parça mı üretiyorsunuz Vestel’e?

- Hayır bu yedek parça diye sınıflandırılmıyor. Vestel’in talebi üzerine sırf Vestel’e çalışan iki yıldan beri Rusya’da bir üretimimiz var. Vestel’in sayesinde uluslar arası üretim yapabilme şansına da sahip olduk. Ben bu işe başlarken kendime ait bir işim olsun diye düşünmüştüm ama böyle bir işim olacağını hayal edemezdim. Şartlar el verdi ve şuan 500 kişinin çalıştığı ve yıllık cirosunun 25 milyon euro olduğu böyle bir işe sahip olma imkanı yarattı. Ben bunu çok çalışarak başardığımızı zannediyorum, tabi bazı şeyleri de değerlendirdim. Neleri değerlendirdim? 90 ve 2000 yılları arasında çok ciddi krizler yaşadık. Belki ben 150 yıl daha yaşasam böyle bir krizin bana rast gelmesi mümkün değil. Yani o kriz dönemlerinden hep ders alarak çıktım. Eksiklerimi ve zayıflıklarımı gördüm. Şimdi Türkiye çapında, hatta dünya çapında belli bir noktaya geldik. Bugün Almanya’ya ağırlıklı olarak ihracat yapıyoruz. Almanya dünyanın en büyük ihracat yapan ülkesidir. Tabi bu firmanın belli bir yere gelmesi ve kalitesiyle aranan bir firma olması benim en büyük kazancımdır. Bu işleri yaparken çok dikkat ettiğimiz konulardan bir tanesi de, biz hiç kimsenin hesabını yapmadık. Biz firma olarak hep kendi hesabımızı yaptık. Şu firma şunu yapıyor, şu firma bunu yapıyor  biz de onu yapalım anlayışını hiçbir zaman tercih etmedik ve daha farklı yerlere ve daha farklı müşterilere gidip iş yapmaya çalıştık. Şu anda iş yapan rakip firmaların ne müşterisini almaya, ne de işini bozamaya kalktık. Önce kendimize bir takım prensipler oluşturduk, hedefler oluşturduk. Fedakarlıklar yaptık. Zamanında bu şirketin kazançlarından kişisel olarak nema almadık. Kazandıklarımızla işimizi büyütmeye çalıştık. Bundan yaklaşık 29 yıl önce Bursa’ya geldim ve bunların hiç birini düşünmüyordum. Hiç birini hayal etmiyordum. Sadece ben bir iş yerinde çalışayım, belli bir şeyleri öğreneyim, daha sonra kendime ait bir şeyler yaparım diye düşünüyordum. Riski göze alarak, biraz da şansla ve kendime olan öz güvenim beni ummadığım noktalara getirdi

- Çankırı’ya yönelik yatırımlar ve projeler düşünüyor musunuz?

- Bursa’daki Çankırılıların hepsi beni tanıyor. Çankırı’yla hala bağlantım var. Orada yakın akrabalarım var. Annem hala Çankırı’da yaşıyor. Belki çok sık olmasa bile annemi görmek için Çankırı’ya gidip geliyorum. Ama işten ve işe olan bağlılığımdan dolayı çok uzun süre kalamıyorum. Şu anda bildiğim kadarıyla orada lisede beraber okuduğum arkadaşlarım da var hala. Onlarla da kopmuş durumdayım ama bu kopukluğun sebebi Çankırı’dan isteyerek uzak durduğumdan dolayı değil, işimden dolayı vakit bulamamamdan kaynaklanıyor. Herkesin bildiği gibi ben fırsat buldukça tatil yapan insanlardan değilim. Ben daha yeni yeni onları öğrenmeye başlıyorum. Tabi Çankırı’ya çok sık gidip gelememem insanların yüzünü unutturuyor.  Çankırı’ya yatırım yapmaya gelince tabi ki memleketime yatırım yapmak isterim. Çankırı’da yetiştim, oranın ekmeğini yiyip, suyunu içtikten sonra bu noktalara geldim. Bu yüzden oraya karşı vefa borcumu ödemek isterim.

- Bana ulaşan bilgiye göre bir otel yapmayı düşünüyormuşsunuz. Mesela bizim de Ilgaz’da Yıldıztepe projemiz var. Bu yatırımı orada gerçekleştirmeye ne dersiniz?

- Bizim artık işimiz oturdu. Ben burada çalışanlarımıza da çok teşekkür ediyorum. Hepsinden memnunum. Buraya kendi iş yerleri gibi bakıyorlar ve bütün çalışanlarımız sorumluluklarını biliyorlar. Hiç birinin hakkını ödeyemem. Çalışanlarımız zamanında çok büyük fedakarlıklar yaptılar. Bu firma uluslar arası faaliyet gösterdiği için normal kalite standartlarına uygun ve kanunlar çerçevesinde yasal bir şekilde hareket ediyor, maliyece denetleniyor ve bu firmanın kayıt dışı hiçbir faaliyeti yok. Buradaki çalışanların yetişmesiyle birlikte kendimin dışa doğru itildiğimi fark ettim. Bu sefer korku başladı “ben ne yapacağım” diye. Elli bir yaşındayım, çalışmaya yedi yaşında başladım. Kırk dört yıldır bir yerlere iş yetiştirmişim. Sıkışıklık benim yaşam tarzım olmuş. Şimdi gevşeklik bana ne yapar? Bir ara korktum acaba stres mi beni bu kadar güçlü ve dik tutuyor diye düşündüm. Son altı aydan beri bunların hepsini sorguluyorum. Kendime bir eğlence bulmalıyım diye düşünüyorum. Babam çok fazla işler yapmış, babamdaki girişimci ruhu annemin de çalışkanlığı geçmiş bana. Yani ben baba ile anne arası olmuşum. Annem çok çalışkan bir kadındı. Halkın arasında kullanılan tabirle dört tane çocuğuna saçını süpürge etti. Bizim için çalıştı çabaladı ve bizi yetiştirdi. Babamın son yaptığı işlerden bir tanesi Çankırı’da han dediğimiz oteller vardı. 4-5 kişinin bir oda­da kaldığı sobalı, ahşap. Şu an be­nim bildiğim Çankırı’nın içinde modern bir tane otel var.

Bizim otel işi de şöyle; otelciliği ben eğlence için yapmayı planlıyorum, çok bildiğim bir iş değil çünkü. Yapıp yapmayacağımı da bilmiyorum ama sırf kendi hobim için elimdeki maddi imkanın bir kısmını da orada kullanayım diyorum. İlk fırsatta  bütün iş adamları gibi soluğu Ege tarafında almayı istiyorum

- Ilgaz’da Yıldıztepe adı altında bir proje var. Bence oralara da çok güzel yatırımlar yapabilirsiniz.

- Bizim tabi Çankırı’dan kopma imkanımız yok. Butik otel olur, başka bir şey olur veya bir arkadaşımız bir gün orada bir şey yapar, bizi inandırır biz de onun arkasında dururuz. Bizim için bu daha tercih edilen bir şey. Dediğim gibi bizim Çankırı’dan kopma imkanımız yok. Annem orada yaşıyor. Babam rahmetli oldu, o da orada yatıyor. Yakın akrabalarımız, çok sevdiğimiz arkadaşlarımız hepsi orada. Ama bundan sonraki düşüncem Çankırı’yı gezmek.

- Geldiğinizde istediğiniz zaman ben size şahsen rehberlik yaparım. Çankırı’nın çehresi çok değişti. Turizm konusunda büyük atılımlar yapıldı.

- Çankırı’dan çıkanlar ve belli bir yerlere gelen insanların Çankırı’ya karşı bir sorumluluk duygusu taşımaları gerektiğine inanıyorum. Çankırı’ya mutlaka bir şeyler yapılmalı ama bu yaptırımlarla ilgili bize de herhangi bir teklif gelmeli. Klasik bir iş adamı şeklinde değerlendirelim ve Çankırı’da bir şeyleri oluşturalım. Bir takım şeyleri yeniden keşfetmemiz zaman alır. Mesela dün akşam Vali Beyin konuşmasında Yıldıztepe projesi; gideriz bakarız. Bizi rahatsız etmeyecek bir riski olsa bile imkanlarımız ölçüsünde onu da değerlendirmek isterim tabi.

- Çankırı’nın kabuğunu kıramamasını siz neye bağlıyorsunuz?

- Bence Çankırı’nın en büyük talihsizliği Ankara’ya yakın olmasından kaynaklanıyor.

- Aslında Ankara’ya yakın olduğu için daha çok yatırım alması gerekmez miydi?

-Çankırı’da döneminde bakanlık yapmış, hükümette ağırlığı olan siyasetçiler vardı. Çankırı’dan çok sıradan adamlar çıkmadı. Bizim dönemimizde de öyleydi. Okuma yazma oranının en yüksek olduğu iller arasındaydı. Şöyle bir baktığımızda Çankırı’dan çıkmış, Çankırı’da yetişmiş, kamu sektöründe olsun, özel sektörde ol­sun bir çok başarılı insan var. Bana göre esas yapılması gerekenler zamanında yapılmamış. Benim öğrencilik dönemlerimde Çankırı ilk alması gereken yatırımları alamamıştı. Anka­ra’ya yakın olmasının avantajını o zamanki siyasetçiler iyi kullanamamışlar bana göre. Bugün Çankırı tarımsal anlamda çok farklı yerlerde olabilirdi. Tabi hayvancılık alanında öyle. Çankırı çok değişik bir coğrafya. Benim memleketim Kızılırmak’ın kenarındaki Sakarca köyü. Bizim o taraf bozkır. O zamanlar buğday, arpa ekiliyordu oralarda. Şimdi ırmak kenarı olduğu için pirinç de ekiliyor. O dönemde orada yetişen insanların hepsi Ankara’yı gördükten sonra orada kalıp bir şeyleri devam ettirmek ihtiyacını hissettiler. Büyük şehirde yaşamayı, rahatlığı seçtiler. Hazıra kondular yani. Ben Çankırı’nın geneli ile ilgili bir yorum yapamam ama Ankara’da bizim Kızılırmak tarafından mevsimlik inşaatlarda çalışan iki bin, üç bin aile bulma imkanımız var. Ben kendi köyümden örnek vereyim. Benim köyümün güney doğudaki, doğudaki köylerden farkı yok hala. Bundan üç, dört sene önceye kadar evlerin tavanları damdı. Tuvalet evden 30-40 metre uzaklıkta ve hala suyu yoktu. Yanımızda Kızılırmak akardı ama içme suyu yok denecek kadar azdı. Hiç bir yenilik olmamış; eski kültürde olduğu gibi ekilmiş, biçilmiş onunla karın doyurulmuş. Peki ya daha sonrası? Tabi her köyde olduğu gibi göç edilmeye başlanmış. Şu an köyde seksen, yüz hane olması gerekirken, köyde insanların çoğu gitmiş nasiplerini Ankara’da aramış. Ben de Ankara’da kalsaydım memur olarak kalacaktım. Ben ne yapmışım Bursa’ya kendimi atmışım, bir risk almışım. Bence Çankırı’da eğitim almış, okumuş çok fazla insan var. Çok fazla da gidip gelmesem bunu fark edebiliyorum. Bir defa Çankırı’yı seven çok fazla. Çankırı’daki insanlar Bursa’daki insanlara göre daha rahat geziyorlar, stres ve sıkıntıları daha az. Şimdi Bursa’da yaşamak için belirli standartlarınızın olması lazım. Belli bir gelir seviyenizin oluşması lazım. İnsanların bir şeyleri yapmak için zorlanıyor ol­ması lazım. İnsanlar Çankırı’da çok büyük bir yerde yaşamışlığın havasıyla yaşamıyorlar. Eski gelenek ve görenekleriyle yaşıyorlar. Hepsinin bir bağlılıkları var. Kiminin köyden gelen erzağı, kiminin bağdan bahçeden gelen yiyeceği var. Hele bir de memuriyet işi bulduysa çok rahat.  Çankırı’nın nüfusunun çok fazla olmamasının sebebi çok fazla göç vermesi. Şu an belki nüfusunu tam olarak bilmiyorum ama zamanında bunun iki katı üç katı göç vermiştir. En büyük talihsizliği Ankara’ya çok yakın bir şehir olup da Ankara’dan istifade edememesi. Ben Çankırılıyım dediğimde karşımdaki insan Anka­ra’nın Çankırı’sı mı, diye soruyor. Bu da bizim kader çizgimizin ne olduğunu gösteriyor bence. Bana bu soruyu soran yoldan geçen eğitimsiz insanlar değil ki. Hepsi eğitimli insanlar “Ankara Çankırı mı?” diyorlar. Hala Çankırı’yı Ankara’nın bir ilçesi sananlar var. Ama Çankırı’da yapılan bazı değişikliklerinde göz ardı edilmemesi gerekir. Bir defa insanların bazı şeylerin yapılmasını istemeleri gerekir, istemeden olmaz.. Çankırılı ya istemesini bilmiyor ya da halinden memnun. Ben hayattan çok şey istiyordum risk aldım bu noktaya geldim.

- Biz kaybolmuş bir nesiliz derken neyi kastettiniz?

- Ben bu soruya şöyle bir örnek vereceğim. Bundan elli yıl öncesinin Türkiye’si ile 2008 Türkiye’si arasında bir kıyaslama yapıldığı zaman bizim neden kaybolduğumuzu şöyle ifade edebilirim. Biz arada kalmış bir nesildik. Biz yüksek teknolojiyi kırk yaşında gördük. Bu günkü çocuklar üç-dört yaşlarında bilgisayarla tanışıyorlar. Biz televizyonu on sekiz yaşında gördük

- Tabi bir de siyasi kargaşaların olduğu zamanlarda yetiştiniz sanırım.

- Evet dediğinize katılıyorum. Gençlerin kamplara bölündüğü dö­nemler vardı. Benim yaşımdaki hiçbir genç bu işlere bulaşmayalım dese de bu işlerden etkilenmemesi mümkün değildi. Biz biraz daha fazla uğraştık, darbeyi daha fazla aldık. Çok zeki beyinler o zamanlar da kayboldu. Sağcısı da solcusu da bir birini öldürüyordu. Bizim neslimizin kaybolması orada başladı. Dünyada bilim, teknoloji, iletişim, sanayi çok hızlı bir şekilde gelişti. Bizim dönemimize denk gelen böyle bir dönem bir daha rast gelmez.

Şimdi benden yirmi, yirmi beş yaş küçük birine ya da kendi çocuğuma anlatsam “evvelden arabaların dikiz aynası yoktu yola öyle çıkıyorduk” desem güler. Şimdi arabalarda yok yok. Mesela elinize aldığınız, üzerinizde taşıdığınız küçücük bir aletle bütün dünyayla anında iletişime geçebiliyorsunuz. Bizim zamanımızda birini telefonla arıyorduk, aradığımız numarayla konuşabilmek için üç saat bekliyorduk.

- Başarıya ulaşmış bir Çankırılı iş adamı olarak girişimci Çankırılı gençlere önerileriniz neler?

- Gayet basit. Önce kendi hesaplarını yapacaklar, başkalarının hesaplarıyla uğraşmayacaklar. Ve onlara tamamen kendi işlerine konsantre olmalarını, kendi işleriyle uğraşmalarını, kendi işlerinin peşinden koşmalarını tavsiye ediyorum. Çalışmadan hiçbir şey olmuyor. Topluma karşı sorumluluklarını unutmasınlar. Yaptıkları işlerin toplumsal tarafını her zaman göz önüne alsınlar. Eğer bu ülke bir yerlere gelecekse, tükettiğinin fazlasını üreterek ve satarak gelecek. Bu ülke diğer gelişmiş ülkelerle kafa kafaya gitmek ve bu borç yükünün altından kalkmak istiyorsa, ileri teknoloji kullanarak üretim yapacak. Gençlerimizin önem vermesi gerekenler bunlar. Teknolojiyi takip edecekler ve çalışacaklar. Kendilerine, çevresindekilere, topluma karşı dü­rüst ve samimi olacaklar.

- Çankırı dergisini nasıl değerlendirdiniz?

- Derginiz hoşuma gitti. Biz buradan oturduğumuz yerden Çankırı’yı görme imkanı bulduk. Ben sizleri de tebrik ederim. Sizin ve derginiz sayesinde en azından Çankırı’yla ilgili havayı burada teneffüs etmiş olacağım. Yaptığınız işin maddi yönden bilemem ama, manevi yönden sizi tatmin ettiğini düşünüyorum. Güzel bir çalışma.

Sizin derginizden hareket ederek insanlar belirli yerlere nereden ve nasıl geldiklerini düşünmeli ve hatırlamalı. Dönem dönem bunlar insanın aklına gelir ama sizin derginizde gördüğümüz şeyler tekrar bizi çocukluğumuza, nereden geldiğimizi tekrar hatırlatma imkanı verdi. Çok duygulandım. Duygularım yoğunlaştı ama bu tip işleri yapan insanları ayrıca tebrik etmek lazım ve bizim gibi belirli yerlere gelmiş iş adamlarının da bu dergiye emeği geçen tüm insanların arkasında olduğumuzu hissettirmesi gerekiyor. Hayat bir paylaşımdır. İnsanlar tek bir şeyle mutlu olma şansına sahip değiller. İnsan sevgisini taşıyanlar ise insanların hep bir arada yaşamasını arzu ederler. Çankırı’daki insanların Bursa’daki insanların ne iş yaparlarsa yapsınlar ve hangi pozisyonda olurlarsa olsunlar, bu ülkeye karşı sorumluluklarını unutmamaları lazım. Bu ülkeyi, bu ülkenin insanlarını sevmeye devam etmeleri ve gerekirse bu ülke için riske girmekten korkmamaları lazım.

 

Yazı ve Fotoğraflar: Ercan Şeker