Maziyi hatırlamak, özlemle anmak, hatıraları canlandırmak zaman zaman hepimizin yaptığı ve vazgeçemediği bir tutkudur. Geçmişten söz ederken genellikle güzel olanları dillendiririz, acı hatıraları ya çabuk unuturuz, ya da işimize öyle geldiği için hatırlamak istemeyiz. Bu yazımda ben ezberleri bozup acı ve tatlı hatıraları birlikte yad etmek istiyorum.


Daha önce yaşamamıza rağmen kendimizi ve çevremizi tanıma yıllarımız yetmişli yılların orta ve son yıllarıydı. 1974 Kıbrıs Barış harekatını hiç unutamam. Bir anda radyodan marşlar çalmaya başlamış, Hasan Mutlucan bir yandan, Mehter marşları bir yandan aziz milletimiz kenetlenivermişti bir an. Söylenen Barış harekatıydı, ama resmen savaşın içindeydik.


Yetmişli yılların sonu Milletimiz için acı günlerdi. Kıbrıs Barış harekatında kenetlenen millet sağ sol çatışmalarıyla resmen iç savaşı yaşamaktaydı. Bir mukayese gerekirse, Kıbrısta yaşadığımız kayıpları değil de İstiklal savaşında ki kayıplarımız ancak bu kadar olmuştu diyebiliriz.


Duygusal Millet oluşumuz, maalesef düşmanlarımızın işini hep kolaylaştırmıştır. Yakın zamanlarda öğrendiğimiz provokasyonlar, bize o yıllarda hem can kaybı hem de ekonomik kayıplar yaşatmış, ülkemiz yerinde saymaya devam etmişti.


Koalisyonla ve Mebus pazarıyla idare edilen hükümetli yılların en belirgin özelliğinin başında, yokluklar ve kuyruklar gelirdi. Yemek pişirmek için yağ bulmak bir dert, yağı bulduktan sonra tüp bulmak ayrı bir dertti. İkisini bulan en şanslı fertti. Benzin sıkıntısı ise başlı başına bir sorun. Hiç unutmam, Basra Körfezinden hareket eden ham petrol yüklü bir tankeri gün ve gün takip etmişti bütün Basın. Koca Afrika kıtasını günlerce dolaşmıştık bizde Gazetelerimizin sayesinde. Biliyorum yazdıklarım yeni nesil genç arkadaşlarımıza masal gibi gelir, ama maalesef yaşadıklarımız gerçektir.


Seksenli yılların sonuna doğru Kenan Paşa düdüğü öttürmüş, kardeş kavgası bir anda sona ermiş, ortalık süt liman olmuştu hemencecik. Darbe yıllarında yaşanan faciaları ancak yıllar sonra öğrenmiştik Basın özgürlüğe kavuşunca.


Seksenli yılların ikinci çeyreği Özallı yıllardı. Rahmetli Özal farklı bir siyasetçi olduğunu seçimlerde göstermiş, kampanyasında müziği öne çıkartarak ortamı yumuşatmayı bilmişti. Seçimin bir savaş değil yarış olduğunu ondan öğrenmiştik. Her iki elini birleştirerek farklı siyasi görüşlerin zenginlik olduğunu da.


Ülkemizin önü Özal’ın ufkuyla açılırken Güneydoğuda PKK fitnesi peydahlanmış, ortalık toz dumana bürünmüştü. PKK ile birlikte kamplaşmalarda ülkemize geri dönmüştü maalesef. Her dindarı irticacı gören zihniyet, her kürdü de PKK lı gösterme kurnazlığına soyunmuş ve maalesef bu amaçlarında başarılı olmuştu.


Doksanlı yıllar koalisyonlara tekrar döndüğümüz yıllardı. Bu yılların en bariz özelliği yasakların tekrar hortlamasıdır. Koca koca adamlar, kelli ferli cüppeli Profesörler, Yargıçlar, Generaller her gün ekranlarda irtica naraları atar, hem milleti korkuturlar, hem de hükümetleri tehdit ederlerdi dur durak bilmeden.


Sonra iş bir kitap fırlatması ile ortaya çıkmış, bankalar boşaltılmış yükü milletin sırtına sarılmıştı. Cambaza bak cambaza oyunu yine başarılı olmuş, haramzadeler malı götürmüştü. Bu aralar PKK ne yaptı diye merak ederseniz eğer. Ateş kes çağrıları halka karşı ret edilmiş gibi gösterilirken, gerçekte Ateş kes sağlanmış, hainler dağlarda hem karınlarını şişirip beslenirken irtica kahramanlarından nöbeti devralmak için talimlerine devam etmişlerdi.


Doksanlı yıllar deprem felaketleri ile sona erdi maalesef. Gölcük ve Düzce depremleri ile sadece onyedibin insanımız toprağın altında kalmadı, Devletimizin itibarı da kaldı toprak altında. Memurların maaşı bile yardım için gelen deprem paralarıyla ödendi dersem, vaziyeti anlatmış olurum herhalde. Bu yılların en ibretlik fotoğrafı ise, Amerika’nın çapkın Başkanının karşısında, ceketi düğmeli esas duruşuyla Türkiye Başbakanı’nı gösteren fotoğraftı.


Yaşımız itibari ile karne ile ekmek alındığı yılları görmedik, ama Sağlık karnesini, silsile ile onaylanan hasta sevk kağıdını gördük. Sevk işlemleri tamamlandıktan sonra sağlık ocağını gidip, orda ki hekimin uygun görmesi ile ancak hastanenin koridorlarını görebilirdik. Daha sonra paranız yoksa eğer, bir göz ucu muayenesi, aceleyle yazılmış bir recete, azarda işitmediyseniz karlı olarak çıkardınız hastaneden.


Ankara ya sevk için önce cebinde para ile muayenehane ziyaret edilir, evrakların tamamlanması falan derken ancak on gün sonra İstediğin üniversite hastanesinden giriş yapabilirdiniz, tabi SSK lı iseniz ayrı bir çile, Emekli Sandığına tabi iseniz başka bir çile. Özel hastanelerin de olduğunu duyardık , ama gidemeyeceğimiz için fazla da merak etmezdik vesselam.


İkibinli yıllar özgürlüğün yayıldığı milletimizin nefes aldığı yıllar olarak not edilmiştir tarihe. Bu yılların başlarında tek parti iktidarı ile istikrar gelmiş, özgürlüklerin ve ekonominin önü açılmış, ama statikonun inadı ve mücadelesi bürokrasi ile devam etmiştir tüm hızıyla.28 Şubatla birlikte güç tazeleyen cuntacı zihniyet sürekli ayak diremiş ve milletin iktidar olmasını bir türlü kabul etmemişti.


Ahmet Necdet Sezerin görev süresinin sona ermesi ile Dananın kuyruğu kopmuş, sapkın sol yargıçlar 367 krizi ihdas ederek demokrasinin önünü tıkamak için mahkemelerinden karar çıkartmış ve topu Cuntacı paşaların önüne atmıştı ‘gol olsun milletin kalesine yine’ diyerek. Meşhur 27 Nisan muhtırası bu pas üzerine verilmiş ve Cuntacı başı General açıktan Cumhurbaşkanının standardını çizmiş, Başkomutanın kim olacağına kendilerinin karar vereceğini açıklamıştı, Yeniçeri misali.


Fakat her zaman kazanmaya alışmış cuntacılar, bu sefer Milli iradenin dik durmasıyla çözülmüş ve yapılan erken seçimden sonra şap diye oturmuşlardı, hem de yerlerinden kalkmamak üzere. Önce Milli irade ilk defa tecelli etmiş, ve Milletin istediği aday Cumhurbaşkanı seçilmişti.


Her şerde bir hayır vardır derler ya. Bu olaydan sonra ülkemiz süratle demokratikleşemeye gitmiş arka arkaya Milletimiz kaybettikleri haklarına kavuşmuştu. Kat sayı adaletsizliği, Başörtü zulmü, Kur-an öğrenme yasağı çöpe gitmiş, toplumsal barış için önemli adımlar atılmıştı.


Yukarıda bir özetini çıkardığım olumsuzlukların tekrardan yaşanmaması için en önemli çare Duygusal düşünceyi terk edip, kritik ve analitik düşünmeye geçmektir.


Mehmet Akif ne güzel yazmış yıllar önce;

Geçmişten adam hisse koparmış ne masal şey!

Beşbin senelik kıssa hisse mi verdi?

Tarih’i tekerrür diye tarif ediyorlar

Hiç ibret alınsaydı tekerrür mü ederdi?


Önümüzdeki hafta yapılacak genel seçimlerin Ülkemize, Milletimize ve İlimize hayırlar getirmesini diliyorum.